AK Parti Genel Başkan Yardımcısı
Hüseyin Çelik,
Türkiye'nin medeni dünyayla yozlaşmadan uzlaşmak zorunda olduğunu belirterek, ''Avrupalılarla iyi geçinmemiz Araplarla
kavga etmemizi, Araplarla iyi geçinmemiz Türk dünyasıyla kötü olmamızı gerektirmez. Hepsiyle iyi olacağız. Kendi içimizde de iyi olacağız'' dedi.
Çelik,
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'nde ''
Küreselleşme Sürecinde Türkiye'' konulu konferans verdi.
Küreselleşmenin, malların, hizmetlerin ve insanın serbest dolaşımı anlamına geldiğini belirten Çelik, küreselleşmenin ''iyi'' ya da ''kötü'' olduğuna ilişkin soruların, bu kavrama
taraftar ya da karşı olmanın sonucu değiştirmeyeceğine işaret etti. BM eski genel sekreteri Kofi Annan'ın ''Küreselleşmeye karşı çıkmak yer çekimine karşı çıkmak gibidir'' sözünü hatırlatan Çelik, bireyin ve
toplumun küreselleşmenin avantaj ve dezavantajlarını
hesaplayarak, süreci kendi lehine çevirmek için hesap yapması gerektiğini kaydetti.
Bugün zenginliğin inovasyon ve
Ar-Ge kavramlarıyla tanımlandığını,
beyin gücünün esas olduğunu, Türkiye'nin içe kapanmasının mümkün olmadığını vurgulayan Çelik, ''Bizim bir ayağımız bizi biz yapan, bizi başkalarından farklı kılan, bize has özellik ve güzelliklerimizin üzerinde olacak ama bizim antenlerimiz bütün dünyayı kapsayacak şekilde geniş olacak'' diye konuştu.
Sadece ekonominin değil hukuk,
siyaset, askeri stratejiler ve hatta terörün bile küresel hale geldiğini kaydeden Çelik, ''AB'den, ABD'den bize ne?'' denemeyeceğini, her toplumun birbirini etkilediğini, etkileşimin bugünkü küresel sürecin bir parçası olduğunu belirtti.
-''En aptal
ırkçılık dildeki ırkçılıktır''
Kültür ve dilin bu süreçten etkilenmesinin normal olduğunu ifade eden Çelik, ''Bazıları kendi akıllarınca öz
Türkçecilik adı altında 'Dilimizi
yabancı dillerin boyunduruğundan kurtaracağız' diyorlar. Dilimize batıdan, doğudan girmiş olan bütün kelimeleri atıp adeta dili fakirleştirmek gibi gereksiz bir gayret içerisine giriyorlar. Biz 'Duru Türkçe'ye sonuna kadar
evet ama kuru Türkçe'ye sonuna kadar hayır' diyoruz. Türkçeleşmiş her kelimeyi Türkçe kabul ediyoruz. En aptal ırkçılık dildeki ırkçılıktır'' değerlendirmesinde bulundu.
Dil açısından küresel düşünmenin önemli olduğuna işaret eden Çelik,
Milli Eğitim Bakanı olduktan hemen sonra kendisinden önce çıkarılan ''bir kelimenin öz Türkçesi varken diğeri kullanılmayacak'' şeklindeki genelgeyi ''büyük bir haz duyarak çöpe attığını'' söyledi. Çelik, ''Buna birileri
itiraz etti. Hatta Meclis'te muhalefetten arkadaşlar itiraz etti. 'Sizin dediğiniz gibi öz Türkçecilik yapsak
CHP diye bir şey kalmaz. Sizin üç kelimeden oluşan bir adınız var, cumhuriyet
Arapça,
halk Arapça, parti de İngilizcedir. Buradan size bunun 'si'si kalır sadece' dedim'' diye konuştu.
Kültürel etkileşimi yok etmenin mümkün olmadığını vurgulayan Çelik, asli özellikleri muhafaza ederek dünyaya açılmak gerektiğini kaydetti. Çelik, ''Türkiye'nin AB'ye üye olması halinde dinin elden gideceğine, milli benlik ve kültürün yok olacağına'' dair sözlerin de kocaman birer yalan olduğunu söyledi.
-''Medeni dünyayla yozlaşmadan uzlaşmak zorundayız''-
Toplumsal kimliğin farklı özelliklerin bir araya gelmesiyle oluştuğunu kaydeden Hüseyin Çelik, Türk dünyasının bir üyesi olmakla
İslam aleminin bir parçası olmanın birbirinin alternatifi olamayacağını dile getirdi. Çelik, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Biz medeni dünyayla yozlaşmadan uzlaşmak zorundayız. Atalarımız 'Ağaçtan kopan yaprağın akıbetini
rüzgar tayin eder' demişler. Biz bugün Türkiye
Cumhuriyeti Devleti olarak 75 milyon insanıyla medeni dünyanın bir parçası olmak zorundayız. Dünyayla yozlaşmadan uzlaşmak zorundayız. Avrupalılarla iyi geçinmemiz Araplarla kavga etmemizi, Araplarla iyi geçinmemiz Türk dünyasıyla kötü olmamızı gerektirmez. Hepsiyle iyi olacağız. Kendi içimizde de iyi olacağız.
Bizim Ahmet, Mehmet olmamız, isimlerimizin, rengimizin, yüz hatlarımızın farklı olması kavga sebebi midir? Birbirimizin gırtlağına sarılmayı gerektirir mi?
Hayır. Peki, bireysel farklılık kavga sebebi değilse kitlesel farklılık niçin kavga sebebi olsun? Aynı ırka mensup olanlar bir ırk kimliğine sahiptir.
Kürt olmak Türk'le, Çerkes olmak Laz'la kavga etmeyi gerektirmiyor. Demokratik toplum gökkuşağı güzelliğindeki bir toplumdur. Bütün renkler armonik olarak bir arada bulunur. Gökkuşağında bütün renkler var ama sarının maviye, mavinin kırmızıya dönüşme mecburiyeti yoktur. Ama ne yazık ki bizim toplumumuzda statükocu zihniyet bizi
tek tipleştirmek için bugüne kadar çaba harcamış. İnsanları sayı çokluğu olarak görmüş. Bizi birey olarak değil güruh olarak görmüşler.
Ben
Milli Eğitim Bakanlığı'na başladığım zaman şunu anladım; statükocu zihniyet Milli Eğitim Bakanlığı'nın büyük bir torna tezgahı gibi algılıyor. Tornanın ayarını kendileri yapacaklar,
Milli Eğitim Bakanı da tornacı başıdır. Eğitilmesi gereken 20 milyon insan kitlesini de tenzih ediyorum,
kereste gibi görüyorlar. Bu malzemeyi bu tornadan geçirecek tek tip, tek ebat, tek desen malzeme üretecek bir adam lazım. Ben ilk günden 'Niçin tek tip?' diye sordum.''
-''Halkını muzır ve makbul diye tanımlamak devletin işi midir?''-
12
Eylül darbesinin ardından ''Muzır Cereyanlar'' isimli bir kitap hazırlandığını ifade eden Çelik, ''Kendi halkını kategorizasyona tabi tutup, muzır ve makbul diye tanımlamak aklı selim sahibi olan bir devletin işi midir?'' diye sordu.
Türkiye'de tek parti döneminde köylüler, gayrimüslimler, Aleviler,
Kürtler ve mütedeyyin insanların ötekileştirildiğini söyleyen Çelik, 1946'ya kadar köylülerin Kızılay'a ve Ulus'a girmesi yasaklandığını, 1940'lı yıllarda Sivas'tan Ankara'ya gelen Aşık Veysel'in
Atatürk Bulvarı'na sokulmadığını, Demokrat Parti'nin kurulmasıyla köylülerin öteki olmaktan çıktığını anlattı.
Dünyanın etkin devletlerinden olabilmek için iç problemlerin yok edilmesi gerektiğini kaydeden Çelik, bunun için de sağlam bir
demokrasinin varlığının önemli olduğuna dikkati çekti. Çelik, ''Hepimizin rahat nefes alması için oksijenin bollaşması lazım. Biz Türkiye'nin oksijenini bollaştırmaya çalışıyoruz. Biz insanlara suni teneffüs yaptırılan bir
ülke değil atmosferinde herkese yetecek kadar
özgürlük oksijeni olan bir ülke hayal ediyoruz. O zaman bu küresel dünyanın saygın, etkin ve aktif bir üyesi oluruz'' ifadesini kullandı.
Cumhuriyetin tek başına demokrasi anlamına gelmeyeceğini, sosyalist, teokratik ve bürokratik cumhuriyetlerin de var olduğunu kaydeden Çelik, kağıt üzerinde ''
Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir'' yazmanın yeterli olmadığını, 1980 darbesini yapanların da bunu söylediğini belirtti. Çelik, ''Biz hala bürokratik bir cumhuriyet görünümü arz ediyoruz. Sivil ve askeri
bürokrasi ne dese o oluyordu düne kadar. Türkiye bürokratik cumhuriyetten demokratik cumhuriyete geçme çabası içindedir. Gerçek manada demokratik bir cumhuriyeti olabilmemiz için daha çok mesafe katetmemiz gerekiyor'' diye konuştu.
-''Deliliğin standart olduğu yerde akıllılık sapmadır''-
Milli Eğitim Bakanlığı yaptığı dönemde 23
Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı kutlamalarında öğrencilere el sallaması ve aralarına karışmasının yadırgandığını, o dönemde kendisine sorulan sorulara ''Deliliğin standart olduğu yerde akıllılık sapmadır'' diye
cevap verdiğini aktaran Çelik, ''Yıllar yılı bizim burnumuzu pis kokulara alıştırdılar. Biz bu yanlışların bize doğru olarak belletilmesiyle ilgili öğretilmiş çaresizliği kenara iteceğiz. Bize öğretilen doğru maskesi altındaki yanlışlardan yakamızı kurtaracağız. Ekonomik olarak da siyasi olarak bizim ülkemizin parlak bir geleceği olacağına inanıyorum'' dedi.
Çelik, konuşmasının ardından öğrencilerin sorularını da yanıtladı. ''Kürt meselesiyle ilgili her şey neden bir anda halledilmiyor?'' diye bir itiraz olduğunu dile getiren Çelik, ''200 kiloluk bir adamı bir ayda 80 kiloluya indireyim derseniz adamı öldürürsünüz. Türkiye'de Kürt meselesini halletmek için dil vesaire bütün bunlar da dahil olmak üzere Türkleri ikna etmek ve Kürtleri tatmin etmek gibi bir zorunluluğumuz var'' diye konuştu.