Kozmik görevdeki mühendisin
ölümüyle ilgili
deliller,
Ergenekon çetesinin siluetini şekillendiriyor.
Türkiye, 2006'da zorlu günler yaşıyordu.
Rahip Santoro cinayeti, Sauna operasyonu,
Cumhuriyet gazetesine bombalı
eylem ve Cumhuriyet Mitingleri'nin ardından gelen
Danıştay saldırısı, kamuoyunda ağır bir travmaya sebep oluyordu. Bir güç, ‘devletin yöneticisi benim' mesajı verme iddiasındaydı. Bu kirli odağa çalışan isimlerden bazıları, Ergenekon ve bezeri davalarda deşifre oldu. O tuzak dolu günlerde Türkiye
savunma sanayiinin önde gelen kurumu
Askerî Elektronik
Sanayi ve
Ticaret A.Ş.nin (ASELSAN) önemli görevlerde çalışan 3 mühendisi peş peşe öldü. İlk
kurban, F-16, Kanas suikast
silahı ve millî tank projelerinde çalışan
Hüseyin Başbilen idi. Başbilen'in cesedi, 5
Ağustos 2006 akşamı saat dokuz buçuk sularında
Ankara'da Pursuklar yakınındaki
Kavaklı Köyü Aydıncık Mahallesi Mezarlık Üstü Mevkii'nde biçilmiş bir tarladaki otomobilinde bulundu. Bilekleri ve
boğazı kesikti. Başbilen'in
şüpheli ölümünün üzerinden çok geçmemişti ki aynı kurumda çalışan Halim Ünsem
Ünal, 17 Ocak 2007'de başına isabet eden tek kurşunla ölü bulundu. 9 gün sonra da
Evrim Yançeken, oturduğu binanın 6. katından düşerek can verdi.
Bu kayıpların sebebi hakkında fikir sahibi olmak için, o günlerin ortamını ve
savunma sanayiindeki gelişmeleri irdelemek gerekiyor.
Türkiye, her alanda olduğu gibi artık savunma sanayiinde de kendi yolunu çizmek istiyordu. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) elindeki 4 bin 500 civarındaki tankın bir bölümü iyiden iyiye eskimişti. 2001'de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in
Başbakan Ecevit'e anayasa kitapçığı fırlatmasıyla başlayan krizin tesirleri ağır bir şekilde hissediliyordu. İşte bu ortamda en azından acilen 170 M-60 tanklarının yenilenmesine karar verildi. Teamüllere göre ihaleye çıkılması bekleniyordu. Ancak 2002'de dönemin
Jandarma Genel Komutanı, bugünün Ergenekon
tutuklusu
Org. Şener
Eruygur ve Savunma
Sanayii Müsteşarı Dursun Ali Ercan'ın etkisiyle tank
yenileme işi 687,5 milyon dolara IMI (Israel Military Industries) firmasına ihalesiz verildi. IMI'nin bu sayede iflastan kurtulduğu da o günlerde basına yansıdı. Ercan, müsteşarlık görevinden sonra İşçi Partisi'ne katıldı, Atatürkçü Düşünce Derneği'nde Eruygur'un yardımcılığını yaptı ve Cumhuriyet Mitingleri'nin düzenleyicileri arasında aktif yaşantısına devam etti.
Netice itibarıyla, tank yenileme işi İsrail firmasına ihalesiz verildi ama fahiş fiyat ödendiği iddia olunan tankların teslimi gecikti ve vadedilen zırh teknolojisi tanklara aktarılmadı. Bu da savunma sanayii için iyi bir ders oldu. AK Parti hükümeti, 2004'te, kritik silah teknolojilerinde yüzde 85'i geçen dışa bağımlılığı azaltmak için bir dizi tedbir aldı. Belki de ASELSAN mühendislerinin öldüğü süreç o gün başladı. Yeni uygulamayla, silah sistemlerinin yabancı firmalarla ortak üretimi modelinden vazgeçilerek Türk firmalarının ana üretici olduğu bir model benimsendi. Çünkü senelerdir sürdürülen model, Türkiye'nin sadece montajcı olmasını sağlıyor, silahlara tam olarak hükmedilemiyordu. 2004'te ortak üretime dayalı tank imalatı projesinden vazgeçildi. Ardından Güney Kore başta olmak üzere teknoloji aktarımı yapacak ülkelerle millî tank geliştirme projesi başlatıldı. Kısa süre önce de ilk millî tankın 2015'te üretileceği açıklandı. Hüseyin Başbilen de ASELSAN'da yerli tank üretimi üzerinde çalışıyordu.
Şimdi “Başbilen
intihar mı etti yoksa savunma sanayiinde ASELSAN'ın ana üretici olmasını istemeyen mihraklarca gözdağı olarak mı öldürüldü?” sorularına
cevap arayalım.
Başbilen'in ölümünün ardından, benzer her vakada olduğu gibi hukuki süreç başladı. Genç mühendisin boğazı ve bilekleri kesik olarak bulunduğu mevki,
Sincan Adliyesi'nin sorumluluk sahasındaydı. Mevzuat gereği hukuki süreçte ilk olarak Cumhuriyet
Savcısı Hasan Aykaç devreye girdi. Savcı, Başbilen'in yakınlarını şoke eden bir karara
imza atarak ‘kovuşturmaya yer olmadığına' hükmetti. Savcı Aykaç, 2006/12038 sayılı kararda şunları yazdı: “… şahsın otosunun kapılarının kilitli olduğu,
araba anahtarının kontakta bulunduğu, bir adet alyans, bir adet
kol saati ve güneş gözlüğünün teyp üzerindeki gözde bulunduğu, otonun kapılarının kilitli olması sebebiyle sol arka kelebek camı kırılmak suretiyle cesedin oto içerisinden çıkarıldıktan sonra yapılan kontrollerde oto içinde
maket bıçağı ile ‘El
veda' diye başlayan ve “Hüseyin Başbilen, Allah'ın bir kulu” imzalı bir veda mektubu bıraktığı,
mektup üzerindeki imzanın ölen Hüseyin Başbilen'e ait olduğunun ekspertiz
raporu ile belirlendiği, intihar mektubu metninin ölen Hüseyin Başbilen'in çalıştığı
iş yerindeki bilgisayarında kayıtlı olduğunun tespit edildiği…”
Savcı Aykaç ayrıca,
Adli Tıp Kurumu'nun 2006/212 sayılı
otopsi raporuna atıf yaparak araba üzerinde yapılan
parmak izi incelemesinde tespite değer izlerin ve kan örneklerinin Hüseyin Başbilen'e ait olduğunu ifade etti. Sol bileğindeki kesiğin müstakilen öldürücü nitelikte olduğunu,
boyun yaralanmasının öldürücü olmadığını belirten Aykaç, ölümü,
damar açmaya bağlı radial ve unlar arter kesilmelerinden kaynaklı dış kanamaya bağladı. Savcı Hasan Aykaç,
Anayasa Referandumu sırasında taraflı yayın yapıldığı gerekçesiyle 3 TRT yöneticisi hakkında 2 sene
hapis talebinde bulunarak adını duyurmuştu.
Cinayet ‘es' geçildi
Oysa Hüseyin Başbilen, ölü bulunmadan önce, işe gitmek için evinden çıktıktan sonra saat 08.05'te bir
akaryakıt istasyonundan benzin almıştı. Savcı, akaryakıt istasyonu ve bağlantılı diğer muhtemel
MOBESE ve
kamera kayıtlarını araştırma gereği duymadı. Ölen
genç mühendisin
babası Vehbi Başbilen, o günlerde oğlunun ölü bulunduğu otomobilden iki paket sigara çıktığını belirtiyor. Acılı baba, yapılan parmak izi araştırmasında, paketlerin üzerinde Başbilen'in dışında birinin daha parmak izi bulunduğunu, ancak bu izin peşine düşülmediğini vurguluyor. Babanın sorguladığı diğer iki husus ise brifing vermeye giden oğlunun çantasında üzerinde çalıştığı projeyle ilgili sunumun bulunamaması, boğaz ve bileklerde çok sayıda
bıçak izi olmasına karşın oğlunun ellerinde hiç kan olmaması.
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı Sincan Ağır
Ceza Mahkemesi'ne
itiraz edildi. Burada da sürecin ikinci aktörü Sincan 2.
Ağır Ceza Mahkemesi
Hâkimi
Taner Ulutürk devreye girdi. Ulutürk başkanlığında toplanan
mahkeme heyeti, oy çokluğu ile 13.12.2007'de savcılığın kovuşturmaya yer olmadığına dair kararını uygun buldu. Yapılan itirazı reddetti. Hâkim Ulutürk, imzalı kararda, vakada üçüncü aktör olarak beliren
Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'nin 28.9.2007 tarih ve 3222 sayılı raporunu esas alıyordu.
Kararda, Başbilen'in boynundaki kesiğin yüzeysel ve tereddüt kesisi vasfında olmasının
olay yeri bulgularıyla beraber değerlendirildiği vurgulandı.
Üstelik bu karar, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu gereğince kesindi. Türkiye'de iç hukuk yolu tükenmişti. Sincan 2.
Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Taner Ulutürk kamuoyunun aşina olduğu bir isim. ‘Mustafa'
belgeselinde Atatürk'e hakarette bulunduğu gerekçesiyle
Can Dündar hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın verdiği ‘
takipsizlik' kararını kaldırarak dikkat çekmişti. Ulutürk'ün diğer bir kararı da
Meclis grup toplantısında
Kürtçe konuşan DTP Genel Başkanı
Ahmet Türk ve
Milletvekili Selahattin Demirtaş hakkında yine savcılığın verdiği takipsizlik kararını kaldırması. Ulutürk, eski
YARSAV Başkanı Ömer Faruk
Eminağaoğlu'nun görev yerinin değiştirildiği 2011 yaz kararnamesi ile Sincan'dan Bursa'ya
tayin edildi.
30 yaşında, henüz 2 aylık evli, Türkiye'nin en stratejik projelerinden olan
Altay Millî Tank projesinde kritik görevde çalışan bir mühendisin ölümünün intihar olduğuna hükmediliyordu. Bu karar kamuoyunu hiçbir zaman tatmin etmedi. Daha sonra ortaya çıkacaklar, bu kararın eksik
soruşturmaya dayandığı iddialarını güçlü hâle getirecekti. Ateş düştüğü yeri yakarken ASELSAN'dan aileyi şoke edici bir açıklama yapıldı. “Anılan personelin
psikolojik tedavi gördükleri aileleri tarafından açıklanmış olup bu husustaki raporlar ilgili hastanelerde bulunmaktadır.” denilen açıklamada ayrıca, basında yer alan ve bu olayların arkasında kirli ve karanlık güçlerin olduğuna dair tüm ifadelerin asılsız olduğu vurgulandı.
Dosya böylece kapandıktan sonra Hüseyin Başbilen'in akrabası Avukat
Ramazan Serhat Başbilen, ailenin vekaletini üstlendi. Önce
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde devlete karşı
tazminat davası açıldı. Avukat Başbilen, kimsesiz bir kişi ölü bulunduğunda dahi yapılması gereken soruşturmanın stratejik bir projede çalışırken ölü bulunan müvekkilinden esirgendiği görüşünde. Avukat Başbilen, Hüseyin Başbilen'in 2 aylık eşi Seda
Gülen Başbilen'in olaydan sonra ortadan kaybolduğunu ve kendisinden haber alamadıklarını da söylüyor. Seda Gülen Başbilen, kocasının ölümünden sonra olayın ‘intihar' olduğuna dair güvenlik, yargı ve basına ifade ve açıklamalarda bulunmuştu. Seda Gülen Başbilen'in olayın olduğu dönemdeki
avukatı Yıldız Banoğlu, müvekkilinin
İstanbul'a yerleştiğini ve Başbilen ailesinin müvekkilini dışladığını ifade ediyor.
Dosya kapatılalı 2 sene olmuştu. “Fuhuş,
şantaj ve askerî
casusluk çetesi” soruşturmasını yürüten Savcı
Fikret Seçen, elde ettiği önemli deliller üzerine Başbilen
dosyasını Ankara'ya sevk etti. Soruşturma, 2011 başında Başbilen ailesinin de müracaatı üzerine tekrar açıldı. Bu arada özellikle
Gölcük Donanma Üssü'nde ele geçirilen önemli belgelerde ASELSAN'la ilgili olanlarına rastlandı. Burada bulunan bir haricî bellek içerisindeki notlarda “ASELSAN ve SAGEM'e yoğunlaşalım. Sorun çıkaranlar var. Sorunun kaynağı bulunmalı, gereken yapılmalı.” şeklinde talimatlar bulundu. Ayrıca Ergenekon ve
Balyoz Eylem Planı davası iddianamesi eklerindeki belgelerde, ASELSAN'daki yapılanmaya özel önem verildiği, ilişki kurulabilecek -7'si lider olmak üzere- 47 kişiden bahsedildiği görülüyor. Savunma sanayiindeki organizatör olarak eski
HAVELSAN Genel Müdürü Dr.
Ömer Faruk Yarman gösteriliyor. Yarman, daha sonra
Gölcük Donanma Üssü'nde ele geçirilen belgeler ve
Balyoz davası kapsamında tutuklanmıştı. Tutuklanan Yarman,
Işık Üniversitesi'nin kurucu rektörü ve elekronik profesörü Sıddık Binboğa Yarman'ın kardeşi.
Olaydaki diğer bir esrarengiz sima, yine
Ergenekon sanıklarından Adli Tıp Kurumu eski çalışanı farmakolog Habib Ümit Sayın. Sayın'ın dinlenen
telefon görüşme tutanaklarında da mühendislerin ölümü ile ilgilendiği ortaya çıktı. Sayın'ın görüşmelerinden, Adli Tıp'ta bu konuyla ilgili gelişmeleri yakından izlediği ve yönlendirmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Ergenekon davasının ‘3568 No'lu
iletişim tespit tutanağında' kendi ifadesine göre Fatih Altaylı'nın sekreteri Burçak isimli bir bayanla görüşen Ümit Sayın, ASELSAN'a daha büyük bir saldırının geleceğini, konu hakkında yazı yazmalarının ASELSAN'ı ve bazı komutanları kızdıracağını söylüyor. Sayın, eski
İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr.
Kemal Alemdaroğlu ile yaptığı görüşmede ise ASELSAN olayıyla alakalı
paşalarla görüştüğünü aktarıyor.
Kayıtlardan biri de Sayın ile ASELSAN'ın eski yöneticisi
emekli Tuğgeneral Naci Karakaya'nın eşi arasında geçiyor. O konuşma şöyle:
“Ümit Sayın: ASELSAN olayı ile ilgili paşamın her dileğini ilettim, program yapmak istemediğinizi, ASELSAN ve TSK'ya karşı psikolojik harekâtın olabileceğini… Adli Tıp'tan olumsuz raporun çıkacağını, birisi ile ilgili onu paşaya illettim. Çıkma ihtimali yüksek.
Naci Karakaya'nın eşi: İddia ettiklerin doğru çıkarsa sevineceğim. Böylelikle ölenler boşa ölmemiş olacak.
Ümit Sayın: Yazmış olduğum kitapta derin devletle ilgili bir bölüm var. Sonunda bu konuya değindim.”
Ergenekon'dan ASELSAN'a ilgi
Ümit Sayın'a polis sorgusunda bu diyaloglar soruldu. Sayın, telefon konuşmasını doğrularken “Bu görüşmeyi Naci Karakaya'nın eşi ile yaptık. Yazdığım son kitabın alınıp alınmadığını teyit ve ASELSAN konusunda bilgilendirmek amacıyla aramıştım.” dedi.
Ümit Sayın, ‘Birsen Şendur' ismine kayıtlı bir telefondan da ASELSAN olayı ile ilgili bilgi verdi. Teknik takibe takılan konuşmada Sayın, “Paşam iyi günler. Gereken uyarıyı cumartesi günü yaptım. Adli Tıp'ı da halletmemiz gerekiyor. Genel
Kurul'a gittiği takdirde sizin konuyu izleyerek bilgi toplayacağız.” diyor. Sayın, sorgusunda, “Bu görüşmeyi tam olarak hangi paşa ile yaptığımı hatırlamıyorum ancak yine ASELSAN ile alakalı yapılacak olan program ile bilgilendirmek amacıyla yapmış olduğum görüşmedir.” dedi.
Ergenekon iddianamesinde yer alan ‘1540 sayılı iletişim tespit tutanağında' da Doç. Dr. Emin Gürses ile Ümit Sayın arasında, ASELSAN mühendislerinin ölümü hakkında şu görüşme geçiyor:
-GÜRSES: Deniyor ki bu çocuklar durup dururken intihar etmediler. Bunları belli bir hazırladılar intihara yani.
- SAYIN: Öyle yöntemler var. İNFRATEST duyulmayan eşik altı seslerle, mikrodalgalarla var öyle yöntemler.
-GÜRSES: Şimdi onun için ben onları size yönlendirdim. Benim anladığım bir konu değil ki.
-SAYIN: Ben cinayet olduğunu düşünüyorum bunların. Adli Tıp Kurumu'ndakiler de öyle düşünüyor.
-GÜRSES: He ama üç tane cinayet arka arkaya olunca, nasıl oluyor diye şüpheleniyorlar.
-SAYIN: Bir tanesi bir tanesi en azından cinayet olarak düşünülüyor. Kesin deliller varmış ellerinde Birinci Kurulun. ASELSAN'daki paşalarla konuştum. (...) ASELSAN'daki paşalar rahatsız oluyorlar bu konudan. Yani ASELSAN
yönetim kurulundakiler.
-GÜRSES: Paşalar niye rahatsız oluyor, incelesinler. Doğru iş yapsınlar sen ne yapacaksın paşaları.
-SAYIN: Valla geçen yıl beni çağırdılar aslında o cinayetlerden sonra. Bilinmezliğin kontrolüyle ve de bu İNFRATEST ile ilgili bir sunum yaptım orda yönetim kuruluna. İnsanlarda işte depresyon, intihar şey ağır psikolojik bozukluklar yapmanın mümkün olduğunu kanıtlarıyla ve görsel materyalleriyle anlattım filmlerle. He kafalar karıştı da. Onlar ASELSAN'daki olayı intihar diye yorumluyorlar.
-GÜRSES: Bunlar Eşref
Bitlis'in ölümüne de sebep.
-SAYIN: Evet doğrudur. Bitlis olayı kesin suikast.
-GÜRSES: Ona bile
kaza diyorlar hâlâ. … Rapor da veren işte o tümgeneral. Bu var ya ASELSAN'da konuşan paşanın danışmanlarından.
İkinci soruşturmayı açan ve yürüten Savcı
Veli Dalgalı,
Ergenekon soruşturması savcılarından mühendislerin ölümüyle ilgili ‘bilgi ve belge' bulunup bulunmadığını sordu. Ergenekon sanıkları Gürses ve Sayın'ın telefon görüşmelerinin gönderilmesi üzerine savcı, Sayın ve Başbilen'in çevresinde bulunan kişilerin HTS (geçmiş görüşmelerin
arama, aranan ve konuşma süresi) kayıtlarını istedi. 2006, 2007 ve 2008'e ilişkin kayıtlarda Sayın'ın, Başbilen'in ölümünden sonra ASELSAN santralinden bazı kişilerle görüşme yaptığı tespit edildi. Bu konuda şüpheli 5 kişi araştırılıyor. Cinayetin işlendiği gün maktulün cep telefonunun evde kalması ve yeni eşi Seda Gülen Başbilen'in yaptığı görüşmeler de inceleme kapsamında. Bu arada Savcılığın isteği üzerine gönderilen HTS kayıtlarında, belirli kişileri koruma amacıyla gerçekleştirildiği düşünülen tahrifatlar yapıldığı öğrenildi. Tahribat yapılırken gerçekleştirilen ‘kes ve yapıştır' uygulamalarında hata yapılınca aynı telefondan aynı anda birkaç kişiyle konuştuğu gibi bir durum oluştu.
Kusursuz cinayet yoktur!
Ayrıca
savcılık, Sosyal
Güvenlik Kurumu'ndan maktulün hangi ilaçları kullandığına dair bilgi talep etti. Gelen bilgide, Başbilen'in sadece 9 defa grip ilacı kullandığı ifade edildi. Böylece
psikolojik tedavi tezi çürümüş oldu. Soruşturma yürütülürken Başbilen'in otopsi raporunda da vahim bir hata yapıldığı ortaya çıktı. Jandarma'nın çektiği olay yeri fotoğraf ve videolarını 2011'de yeni bir raporu talep ederek Adli Tıp'a gönderdi. Bu arada ilk otopsi raporunda 2- 3 cm olduğu belirtilen boğazdaki kesiğin 20 cm olduğu ortaya çıktı. Ankara Adli Tıp Kurumu'nun bu hata üzerine yazarken ‘0' hatası olmuş mazeretine sığındığı belirtiliyor. Bunun üzerine Savcılık yeni bir rapor talep etti.
Olayla ilgili şüphe uyandıran diğer bir gelişme de Savcılığın sorusu üzerine, olay yeri incelemesini yapan
jandarmanın Başbilen'e ait içinde kozmik projenin olduğu sunumun flaş diskte olduğunu iddia etmesi fakat bunun tüm incelemelere rağmen bulunamaması. Savcıya ifade veren Olay Yeri İnceleme ekibinden emekli Astsubay Ş.K. aracın içinde bulduğu diski üstlerine verdiğini söylemişti.
Dosyanın yeniden açılmasıyla Jandarma'dan yeni bir rapor ve Emniyet'ten olayı araştıracak yeni bir
ekip kurulmasının istendiğini kaydeden davanın avukatı Ramazan Serhat Başbilen, özellikle Ankara Kriminal
Polis Laboratuarı'nca hazırlanan bilirkişi raporunun olayın bir cinayet olduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğunu belirtiyor. Yeni soruşturma sırasında, ASELSAN'daki Hüseyin Başbilen'e ait bilgisayarda bulunduğu iddia edilen intihar mektubuna da rastlanmadığı öğrenildi. Bu arada, soruşturma devam ederken Avukat Serhat Hüseyin Başbilen'in ofisine kimliği belirlenemeyen şahıs ve şahıslar girdi. Hiçbir parmak izi bırakmayan şahıslar, ofisin altını üstüne getirdi, kasayı patlattı. Ancak ne ilginçtir ki kasanın içindeki yüksek meblağdaki çek,
senet ve değerli evraka dokunmadı.
İkinci soruşturma sürecinde savcının isteği üzerine Ankara Kriminal Polis Laboratuarı'nda, bilirkişi marifetiyle ‘Kan Serpintileri Seyir Analizi' de yapıldı. Türkiye'nin bu konuda en yetkin uzmanının hazırladığı 21.02.2011 tarihli bilirkişi raporunda olayın cinayet olduğuna dair ciddi kanaat uyandıracak şu bulgulara yer verildi: “Kesilerin
şoför mahallinde başladığı, bu esnada şahsın bir müddet şoför koltuğunda beklediği; kanama devam ederken bekleme esnasında sol kapı kumanda kollarına bir veya birden fazla dokunulduğu; sonradan bilinmeyen bir nedenden dolayı ön yolcu kapısına ulaşmaya çalıştığı; yolcu ön koltuğuna emekler vaziyette kısmen geçtiği; bu sırada güç ve bilinç kaybı gerçekleştiğinden yolcu koltuğu ön boşluğuna düştüğü ancak hâlâ ön yolcu kapısına ulaşmaya çalıştığı; yerde olmasına rağmen kapıya ulaşmaya devam ettiği ve yere yakın konumda kapıya temas ettiği; bu denemeler sırasında ölümün gerçekleştiği…”
Raporun en üzerinde durulması gereken bölümü ise ‘Açıklama Getirilemeyen Şüpheli Durumlar' bölümü. Bu bölümün girişinde “Bu durumlarla söylenebilecek en önemli husus, mevcut süreç analizi ile uyuşmamaları, sürece aykırı olmaları ve ölü bulunan şahıs dışında ikinci veya üçüncü şahıslarca gerçekleştirilmeleri ihtimali olan durumlardır.” deniyor.
Şimdi de ağırlıklı olarak cinayeti akıllara getiren delillere bir göz atalım. Ölümün gerçekleştiği
araç bulunduktan sonra jandarmanın çektiği fotoğraflarda aracın direksiyon altı zemininde bir çanta olduğu açıkça gözüküyor. Rapordaki tespitte “Yoğun kan birikintisi olan bir zemin üzerinde bulunan çantanın hem altının hem üstünün kanlı olmadığı, herhangi bir kan lekesi izinin bulunmadığı görülmektedir.” deniyor. Bilirkişi, çantanın ölüm esnasında aynı yerde bulunması hâlinde üzerinde sıçrama, fışkırma türündeki tüm kan izlerinin görülmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Ayrıca, çantanın altındaki zemin üzerinde kan lekesi bulunmayan
temiz bölgelerin olması gerektiğini belirtiyor.
Çanta temiz iken, kan lekelerinin zemin paspası üzerine geçtiği ve araç yıkama firmasına ait kâğıt paspasının da kanlı olduğu belirtilerek nihai değerlendirme şöyle yapılıyor: “Bu, çantanın kanama devam ederken burada olmadığını göstermektedir.”
Çantanın direksiyon altına, pedalların önüne ne zaman konulduğuna dair başka fotoğraflara dayanılarak yapılan tespite göre de çantanın alt kısmında herhangi bir kan lekesi bulunmuyor. Çantanın temiz olduğu görülüyor. Bilirkişi raporunda şunlar ifade ediliyor: “Yukarıda anlatılan inceleme ve analizler neticesinde, çantanın ölüm sürecinin bitmesi ve kan lekelerinin pıhtılaşıp kurumasından sonraki bir zamanda fotoğraflarda görülen pozisyona geldiği görüş ve kanaatindeyim.”
Oysa yazının başında birebir alıntı yaptığımız Savcı Hasan Aykaç'ın ‘kovuşturmaya gerek olmadığına' dair kararın verilmesinde etkili olan gerekçelerden biri, arabanın kapılarının içeriden kilitli olmasıydı. Bu noktada şunu sormak gerekiyor: Kesiler meydana geldiğinde araç kilitli ise -ki Aykaç'ın kararında arka kapı kelebek camı kırılarak kapının açıldığı ve cesedin çıkarıldığı belirtiliyor- bu çanta nereden geldi? Kim veya kimlerce kanlar donduktan sonra sürücü koltuğu önüne yerleştirildi?
Başbilen'in arkadaşlarından aldığımız bilgiye göre, boş bulunan çantanın içinde ölümünden önce 57 saat üzerinde çalıştığı Altay Millî Tank Projesi'nin 4 ve son etabına ait sunum ve haricî bellek bulunuyordu. Tank projesi, ayrı ekipler tarafından
elektronik, mekanik, silah sistemleri ve zırh olmak üzere ayrı ayrı çalışılmıştı.
Şüpheli durumlar sadece çanta ile sınırlı değil. Arka yolcu
koltukları önüne serili, yıkama sonrası konan kâğıt paspasların konumu ve üzerindeki kan lekeleri de ‘açıklanamaz' durumlar içeriyor. Rapora göre bu paspasların üzerindeki kan lekeleri arasında kanın akış yönleri, yoğunlukları ve oluşma mantıkları açısından hiçbir bağ yok. Arka taraftaki kan leke ve birikintileri farklı nedenlerle kendine özgü bir şekilde meydana gelmiş. Şoför koltuğunun arkasındaki yolcu koltuğu önündeki paspasın kapı tarafından ön koltuk altına doğru itilmiş olduğu da fotoğraflarda görülüyor.
Arka koltuk önünde görülen iki ayrı kan lekesinin oluşum itibarıyla 90 derece, yani yere dik açıyla damladığı tespit edildi. Bu lekelerin maktulün hareket ettiği konuma, güzergâha, şoför koltuğunun konumuna ve kan serpintilerinin genel seyrine aykırı bir pozisyon ve açıda olduğu belirtildi.
Rapordaki diğer bir şüpheli durum da ön yolcu koltuğu arkasındaki kâğıt paspasın üzerindeki yoğun kan lekesi. Bu lekenin ön taraftan ya da başka yerden akıntı şeklinde olmadığı belirtiliyor.
Adli Tıp tatmin etmedi
Arabadaki kan izlerinin kriminal incelemesi, Başbilen'in boğaz ve bileklerini kendisinin kesmesi sonucu oluşacak kan izleriyle açıklanamayacak başka izlerin olduğunu ortaya koyuyor. Olayın cinayet olduğunu düşünen bir kaynağa göre Başbilen, şoför koltuğunda otururken iki kolu sürücü koltuğu üzerinden arka tarafta oturan
katil tarafından tutularak zorla arkaya çekildi. Bilekleri burada ölümcül şekilde kesildi. Sonra da Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi üyelerinden olaya ‘intihar' diyenlerin tereddüt kesisi olduğu yönünde kanaat bildirdiği boğaz kesisi yapıldı. Böylece, olayın intihar olarak tanımlanması için gerekçe oluşturuldu. Katil veya katiller araçtan çıktıktan sonra Başbilen, önce şoför, sonra yolcu kapısını açma gayretine girdi. Bu sırada başı ön yolcu koltuğu boşluğundayken öldü. Kan kuruduktan sonra da içindeki kozmik sunum alınan çanta, sürücü ön koltuğu önüne atıldı.
İstanbul Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu, 2007 ve 2011'de konu ile ilgili 2 ayrı rapor hazırladı. İlk raporda kurul üyelerinden 3'ü Başbilen'in ölümüne cinayet derken 5'i intihar dedi. İkinci raporda ise 2 üye ‘cinayet' derken, 5 üye ‘intihar' dedi. Ergenekon davasının tutuklu sanığı
Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet
Haberal'ın Başbakan Bülent Ecevit'i görevinden uzaklaştırmak amacıyla yanlış tedavi ederek ‘iş görmezlik raporu' verilmesini sağlamaya çalıştığı iddia edilmişti. Bunun üzerine Savcı
Zekeriya Öz, İstanbul Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Dairesi'nden görüş sormuştu. Hazırlanan 10 üyeli bilirkişi raporunda 5 üye yanlış tedavi uygulandığı, diğer 5 üye ise uygulanmadığı yönünde görüş bildirmişti. Rapor, heyet başkanının oyu sebebiyle, 6'ya 5 Haberal aleyhinde kabul edilmişti. İşte bu raporda ‘Haberal yanlış tedavi uygulamadı' diyen üyeler çoğunlukla, Başbilen'in ölümüne de ‘intihar' diyor.
Cinayet görüşünü paylaşanlarda, maktulün ellerinde kan izi bulunmaması, kişinin olay yerindeki bulunuş şekli, otopsi raporunda
tarif edilen kesik tarzındaki yaraların nitelikleri ile oluşturdukları harabiyete göre kendisi tarafından oluşturulmasının mümkün gözükmediği gibi hususlar ön plana çıktı. Şerh gerekçeleri arasında olay mahallinde kişinin intihar etmesine sebep olacak ağır depresyonda olduğuna veya
alkol ve uyuşturucu madde kullandığına dair bulgu olmadığı sayıldı. Ayrıca Başbilen'in kullandığı iddia edilen intihar metodunun erkeklerin intihar yöntemlerine uygun olmadığı vurgulandı.
Yeni soruşturmanın sonucunu sadece Başbilen ailesi değil, bütün Türkiye merakla bekliyor.
İntihar diyenlerin tezleri Ölümün gerçekleştiği araç kilitli ve kontak anahtarı üzerinde. Kan örnekleri maktule ait. Boğazında 2-3 cm tereddüt kesiği var. Psikolojik tedavi görmüş.
Cinayet diyenlerin tezleri Maktul, öndeki iki kapıyı açmak için çaba sarf ediyor. Direksiyon altı zemindeki çantada sadece 1 damla kan var. O da alt tarafında. Çantanın içindeki Millî Tank Projesi ile alakalı sunum kayıp. Maktulün elleri temiz, kan izi yok. Aracın ön ve arka koltuklarında nereden geldiği belirsiz kan damlaları ve birikintileri mevcut.
Cep telefonu ölüm günü evinde kalmış. Bu telefondan şüpheli görüşmeler yapılmış. Psikolojik tedavi görmüyordu. Son senelerde sadece 9 grip ilacı kullanmış (SGK'nın savcılığa gönderdiği yazıya göre). İddia edilen intihar mektubu ne adli emanette ne de Hüseyin Başbilen'in bilgisayarında var. Bileklerin kesilmesi, erkeklerin
tercih ettiği bir intihar metodu değil. Kanda uyuşturucu ve alkol yok. Boğaz ve bilek kesiklerinin aynı anda maktulce oluşturulamayacağı. Boğaz kesiği, ilk raporun aksine 2-3 cm değil, 20 cm (Çelişen Adli Tıp raporları). Ergenekon sanıklarının, Adli Tıp Kurumu üyelerinin tutumu ile ilgili şüpheli görüşmeleri. 2 aylık eşin intihar tezini destekledikten sonra maktulün ailesiyle hiç görüşmemesi. Jandarma
astsubayının olay yerinde delil karartmaya yönelik çabaları.
AKSİYON