Askerin medya ile ilişkisi malum, çok kısıtlı ve kurallarını onlar belirliyor. Operasyonlara, resepsiyonlara ve basın toplantılarına herkes davet edilmiyor. Edilenlerin soruları da çok dar bir alana sıkışıyor. Bir sosyal
sınıf olarak
yaşama alışkanlıklarını, işlerinin psikolojilerini nasıl biçimlendirdiğini gözlemleme imkânımız yok. En fazla şehit cenazesinde karşı karşıya gelebiliriz ki o cami avluları hüzünden başka şey sunmaz kalplerimize. Ne yapacağız, nasıl tanıyıp seveceğiz askerimizi? Mecburen bu imkânı bulmuş meslektaşlarımıza arz edeceğiz maruzatımızı. Ama göreceğiz ki onlara bile dert anlatmak zordur. Yapacak bir şey yoktur.
TSK'nın ikna edilmesi ülkeyi yönetenlerin görevidir diye yazmıştınız.
Asker kendisine yasalarla verilmiş bir görevi ifa ediyor. Diyor ki ülke tehlikede. Tehlikede olmadığına askeri ikna etmek
sivil yöneticilerin görevi diyorum
evet.
Neden buna itiraz eden siyasetçileri korkularından karanlıkta ıslık çalıyorlar diye aşağıladınız?
O siyasetçiler değil, meslektaşlar. Siyasetçilerden çıkıp da ihtilal olmayacak bilmem ne diyenler olmuyor. Bizim meslektaşlar korktuğu için karşı çıkacağım
darbeye diyor. Ne çıkıyorsun, nereye çıkıyorsun?
Darbeye karşı çıkmak asil bir davranış biçimi değil mi?
Anladım da. Çok darbe oldu. Hiç karşı çıkanı görmedim. Ortada bir şey yokken ben darbeye karşı çıkarım demek karanlıkta ıslık çalmaktır.
Sizin gibi düşünmeyen bu meslektaşları ne yapmalı? Onları tekdir mi etmelidir önce ve dahi uslanmazlarsa hakları kötek midir?
Katiyen yav, katiyen. Fikir hürriyetinin sınırları bence olmamalıdır.
Asker fikir hürriyetine inanıyor mu?
Ben asker miyim ya. Ben gazeteciyim.
Bu konuların uzmanı değil misiniz?
Askerlere vatan sevgisi dışında bir şey düşündürmek zordur.
Komutan eşlerinin psikolojileri kocalarının rütbelerinden etkilenir mi?
Valla rütbeler arttıkça eşlerin Silahlı Kuvvetler içinde ağırlıkları da artar denir. Ama bunu benim gözlemleme imkanım olmamıştır. Ve beni de fazla ilgilendirmez.
Bu işin sosyolojisine, psikolojisine hiç bakmamışsınız. Bu tarafınız eksik.
Eksik ama daha bir tarafı bile tam olarak özümsediğimi söyleyemem.
Askerler kendilerine özel askerî sitelerde değil sivillerle iç içe yaşayıp komşuluk ilişkileri geliştirseler, iki kesim arasındaki normalleşmeye faydası olur mu olmaz mı?
Sitede yaşamak bir mecburiyet. Çünkü iki senede bir yer değiştiriyorlar. Gidecekleri yerlerde lojmanların hazır olması lazım ki gidip orada otursunlar. Yoksa nereden bulunacak binlerce
subaya ev?
Bunun toplumdan kopmak gibi olumsuz bir etkisi olmuyor mu?
Bunun büyük bir yararı var. Askerlerdeki belli bir
disiplin ve dürüstlük anlayışı biraz da bundan kaynaklanıyor. Çünkü herkes belli bir yerde, bir
kontrol altında.
Dürüst olmak için izole yaşayıp sürekli izlenmek mi gerekir?
Dürüstlük bazı insanların içinden gelir. Bazıları da birbirine baka baka dürüst olur. Bunu araştırmış değilim. Ama birisi mesela parasal bir iş yapıyor. Aylığını filan alıyor. Ama bir imkân da bulmuş. Bir inşaat yapıyor. O adamın yaşam tarzının değişip değişmediği etrafının gözü altındadır.
27 Nisan bildirisi neden gece yarısı internet ortamında yayınlandı?
Onu ben de bilmiyorum.
Siz de bilmiyorsanız kim bilecek yani?..
Bunu en çabuk, en kestirme, en
tartışmaya kapalı yoldan nasıl yaparız, en basiti böyle yaparız diye düşündüler herhalde.
Bildirinin Türkçesini beğendiniz mi?
Hayır. Şimdi tam da hatırlamıyorum; ama çok parlak bir şey değildi.
Türkçe yanlışları neydi size göre?
O kadar dikkatli de okumadım yani.
Bu e-muhtıra ordunun itibarını milletin gözünde artırdı mı?
Milletin gözünü bilmem. Sen söyle onu. Sen milletin temsilcisisin! (Kahkahalar) Bu bence Silahlı Kuvvetler'in ağırlığının bir göstergesi oldu. Darbe olmaz, yapamazlar laflarının anlamsızlığının ispatı oldu. Silahlı Kuvvetler'in darbe yapmadan da ne ağırlıkta olduğunu gösterdi.
İyi ki yayınlandı mı diyorsunuz yani?
Bana bak!
Erkek olsan ne diyeceğimi biliyorum. Bir sıfat kullanacaktım ama...
(Gülüyorum) Çekinmeyin, kullanın. Erkekten farkım yok bu konuda.
Puştçasına bir şey yaptın şimdi. Başka şey söylüyorum ben. Benim söylediklerimde polemik yok.
Ben de iyi mi oldu diye açıkça soruyorum, ne var bunda?
Tartışmalı bir konu bu. Basit bir cevaba dayanan bir konu değil. Silahlı Kuvvetler'in bir çerçeve içindeki misyonunu, bu misyona göre yetişme şartlarını anlattım demin. Bunları dikkate alarak ne yapılması lazımdı? Bu muhtıra mı yapılmalıydı? Yoksa
basın toplantısı mı olmalıydı? Yoksa
Anayasa Mahkemesi'nin önüne bir tank mı gitmeliydi? Yani bir sürü şeyler var bu misyonu yerine getirmek için. Ama bak orada yüzlerce
kurmay bunu düşünüyor, tartışıyor. En iyi nasıl olur, ne yapalım, edelim filan. Bir karara varıyorlar. Tabii bu da eleştirilir. Ama böyle cevval
kalem eleştirilmez. Biraz daha düşünerek. Bunu yapmasalardı ne yapabilirlerdi? Nerede durmaları lazımdı? Durabilirler miydi? Dursalardı ne olurdu? Bütün bunların irdelenmesi lazımdı.
Bunları çoktan irdelemiş olmalısınız. Bu soruların cevabını istiyorum işte.
Hayır efendim. Benim okuduğum, düşündüğüm bir sürü şeyler var. Ben diyorum ki bunu yaptıklarına göre birtakım şeylerden kaygıları olması lazım. Ve bunu yapmazsak ortaya çıkacak gelişmeler bizi daha radikal tedbirler almaya zorlayabilir. İyisi mi vakitliyken şu açıklamayı yapalım, demiş olabilirler. Bunda haklılar mı, haksızlar mı? O da ayrıca bir tartışma konusu. Ama ben bu kadar ayrıntılara giremem.
Çünkü itibarınızı koruyamazsınız. Bir daha telefonlara çıkmazlar. Sizi karargâha almazlar.
Hayır yanılıyorsun. Bak. Ben askerlerden böyle gıdı gıdı gidip de bilgi, haber alan bir adam değilim. Ben askerlerin kafasının nasıl çalıştığını, nasıl hareket ettiklerini öğrenmeye çalışmış, kırk senelik geçmişini buna harcamış bir insanım.
Askerlerin kafasının nasıl çalıştığını anlamak için kırk yıl çok fazla. Bunu herkes biliyor zaten. Önemli olan oradan bu tarafa taze haber getirmek.
Bilen varsa yazsınlar o zaman ya! Madem askerlerin nasıl çalıştığını biliyor herkes.
Siz o e-muhtıraya hükümetin verdiği yanıtı sert bir meydan olarak kabul etmediniz.
Komikti.
Şöyle yazdınız: "Savaş gücüne sahip bir kurumun muhtırasına daha sert yanıt vermek için bu yanıtı verecek olanların söz konusu kurumdan daha güçlü olması gerekir." Merak ediyorum, siz hükümetlerin askerlerden daha güçlü olduğu bir düzeni tercih eder miydiniz?
Şimdi iki güç var. Birisi askerî güç, birisi siyasî güç. Siyasî güç itibarla ilgilidir. Öbürü silaha dayanan bir güçtür. Ama o da tek başına değildir. Temelinde anayasal görev yatar. Senin siyasî
iktidarın öyle bir iktidar olur ki onun karşısında hiç kimsenin çıtı çıkmaz. Ve birçok
Avrupa ülkesinde durum budur. Onun için de efendim böyle şey olmaz.
Ama onun için de fırsat vermek gerekmez mi siyasilerin olgunlaşmasına?
Sen konuyu nereden nereye aşırıyorsun ya.
Siyasilerin olgunlaşamamalarında askerin de payı yok mu? Sen bir çocuğu başına vura vura büyütürsen o çocuk kendine güvenli bir ergin olur mu? Asker sopası sürekli kafamızda.
1919-1960 tam bir sivil
yönetimdir.
Cumhuriyet kurulduğunda herkes
üniformasını çıkarmıştır.
Üniforma çıkar çıkmaz sivil mi olunur?
Oldu. Eski askerler parlamentonun içinde yer aldı.
Sonraki darbeler?
O başka. Bırak sen onu. 27 Mayıs'a kadar Türkiye'de sivil bir yönetim vardı. Ama o sivil yönetim 54
seçimlerinde şimdiki gibi bir oy almış. Ama onu tam rezil edip 27 Mayıs'a getirmiştir. Türkiye'de askerin yaptığını Avrupa'da hiçbir asker yapamaz. Ama Türkiye'deki sivil ile oradaki sivil uygulamalar da o kadar farklıdır. Asker sivil kontrolü altında olmalı tamam da bana bir yer göstersene kontrol altında olmadığını askerin? Bütçesini siviller yapıyor.
Meclis onaylıyor. Asker gelip de tankla burayı böyle yapın mı diyor?
Günün birinde askerler siyasileri sözde değil özde demokrat olmaya davet etseler ne düşünürsünüz?
Askerler demokrat değiller. Askerler son derece disiplinli ve rijit direktiflere bağlı bir grup. Demokratlık onların iş alanı dışında.
Laiklik görev alanı içinde de neden demokrasi görev alanı dışında?
Onlar demokrasiye karşıyız demiyorlar ki.
Niye böyle bir talepleri yok öyleyse?
Onların işi bu değil. Onların işi bu ülkeyi rejimi ile korumak. Demokrasiyi siviller oluşturacaklar. Geliştirecekler, uygulayacaklar.
Şimdi Gül cumhurbaşkanı olacak diye bir muhtıra daha gelse hoşunuza gider mi?
Öbür muhtıra geldiği zaman hoşuma gittiğini varsayıyorsun sen.
Gitmedi mi?
Hoşuma gitti diyemem. Burada ben bunu niye yaptılar, nasıl yaptılar, neticesi ne olur... Gerek var mıydı sorularına
cevap aradım. Ve bunlardan beni tatmin edici bir neticede çıkmadı. Yani acaba dedim, bir soru işareti ile kaldım.
Şimdi ne yapacaklarını tahmin ediyorsunuz?
Şimdi de oradaki yüzlerce kurmay subayın anası ağlıyordur. Kafa patlatıyorlardır.
Biraz da millete inansalar ne kadar rahatlayacaklar halbuki...
Bak bunu yapamazlar. Bütün birikimleriyle, eğitim sistemleriyle, kafalarıyla her şeyleriyle ne yapmamız lazımı araştırıyorlardır şimdi.
Cumhurbaşkanını seçmek seçim kazanan iktidarın hakkı değil midir?
Hayır. İktidar olmasına tamam ama Anayasa'daki tarifiyle AKP'nin cumhurbaşkanı bu ülkenin cumhurbaşkanı olamaz.
Gül, 30 Ağustos törenine eşiyle birlikte katılırsa kıyamet mi kopar?
Valla kıyamet başka yerlerde kopar diye korkuyorum. İktidarın dostu olan
Hilmi Paşa bile
türbanlı eş olmaz diyor Köşk'te. İstediği kadar Deniz
Baykal sahtekârı eşinin kılık kıyafetiyle alakam yok desin. Askeri çıldırtacak bir şey bu. Bu adamlar
Atatürk ocağında yetişiyorlar ya!
Yani kendileri ya da eşlerinin başı kapalı olanlar sadece yönetilen sınıfında kalsın. Yönetenlerden olmasın. Bu mudur yani istenen?
Türban bir karşı devrim simgesi olarak ortaya çıkıyor. Bunun yarattığı etkiden bahsediyorum. Ben bilmem neyime kadar derim, rahatsız da olsam geçer giderim. Ama askerler öyle değil. 14 yaşından 65 yaşına kadar bütün düşündüğü bu. Aksine düşünenleri her yerde temizliyorlar. İşte 25 beş kişi yine gitti. Bunları unutursan askerlerden beklenilen şeyleri yanlış yorumlarsın.
Durum budur demek var. Bir de durumu böyle olması gerekir diye savunmak var.
Sen savunma, sen eleştir. Ben durumu tespit ediyorum. Bugünkü durumda bununla uğraşmak rejimi de tehlikeye atmaktır. Atatürkçü düşünce sistematiğine göre yetişmiş bu silahlı gücün bu yönden başka bir yöne dönmesini düşünemiyorum. Ne olur? Gül'ün adaylığı ile korku zemini yaratıldı. Cumhurbaşkanı bunların baş
komutanı. Bunun güvenilmez birisi olmasının yarattığı bir tedirginlik olduğuna yüzde yüz eminim. Bu istikametleri değişmeyeceğine göre bu yüzlerce kurmay subay bunu düşünmeye ve bunun karşısında bir savaş esaslarını aramaya devam edecek.
ZAMAN