Yaklaşık 600 yayın evi ve
sivil toplum kuruluşunun katıldığı bu önemli organizasyon da bir çok kitap ve konu arasından hayatın tam merkezinden, yani
aile’den bir
röportaj ile sizlerleyiz.
Boşanmaların ve ailevi ilişkilerin bu denli erozyona uğradığı bir zaman diliminde yayımlanan ikinci kitabı ‘’Küldeki Ateş’’ ile bizlere aile içi ilişkilerde bir kez daha fedakarlığı, sabretmeyi, hoşgörüyü,
şefkati, anlayışı, saygıyı ve sevgiyi hatırlatan
Kadriye Çiçek hanımefendi ile yaptığımız bu röportajda ilişkilerinde problem yaşayan eşlerin neler yapması gerektiği ve sorunların temel nedenlerine eğildik.
29
Ekim 2012’de www.herkul.org’ da önemine binaen ikinci kez yayınlanan
‘’Yeryüzünün Yitirilen Cenneti: Aile Devleti’’ konulu sohbeti ile muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir kez daha bu konuya
parmak basması konunun ne kadar önemli olduğunu göstermesi açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken bir ölçü.
Evlilik bir sanattır ve yönlendirilebilecek bir sanattır. Eşler ya da eş adayları birbirleriyle konuşsunlar ve en önemlisi sevgiden de ziyade şefkat nazarı ile düşünsünler. En nihayetinde hepimiz sonunu bilmeyen ve rahmeti sonsuzun her an rahmetine muhtaç varlıklarız. Eşlerinin bir ahreti, hesabı olduğunu düşünsünler ve bütün şefkat binalarını bunun üzerine inşa etsinler.
Kadriye hanım okurlarımızın sizi daha yakından tanıması açısından bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Kendimle ilgili mevzularla birkaç satır fazla okutacağımız içinde okurlarımızın özür diliyorum. Hoş bir durum değil fakat sorduğunuz için söyleyeyim. 1968 yılında
Samsun Yakakent’te doğdum. Evli ve iki çocuk annesiyim.
İstanbul’da yaşamaktayım. 2006 yılında Ben Bir
Anneyim isimli ilk kitabım yayınlandı.
2007 ve 2010 yıllarında farklı kurumlar tarafından yılın annesi seçildim. Son yıllarda dejenere olan aile yapısının ve günden güne artan tek ebeveyn’li yuvaların derdi ve üzüntüsü ile ikinci kitabım Küldeki Ateş’i yazmaya karar verdim.
İlk kitabınız ‘’Ben Bir Anneyim’’ den sonra bu ikinci kitabınız oldu. Aslında çok ilintili gibi gözükmese de iki kitabınızda ana tema olarak aile’yi ilgilendiriyor değil mi?
Ben Bir Anneyim ile Küldeki Ateş’i karşılaştırdığımızda söylediğiniz gibi aslında ana tema’da aile var. İlkinde mücadeleci bir anne profili, diğer annelere örnek olmak isteyen bir anne varken ikinci kitabımız da sadece anne’yi değil aile’nin bütün bireylerini kısa hikayelerle konularımızın içine kattık. Okuyan herkesin mutlaka bir ucundan kendi hayatlarından bir şeyler bulabileceklerine inanıyorum.
Peki neden Küldeki Ateş ? Neden böyle bir konuya eğiliyor bunun üzerinden bir şeyler anlatma ihtiyacı duyuyorsunuz?
Şahsen yazmanın, yazabilmenin bir dert meselesi olması gerektiğine inanıyorum. İnsan dertlendiği konu da faydalı olabilir diye düşünmekteyim ve ‘’yazmak için yaşar olmak ‘’ gerektiği fikrine katılmaktayım.Çevremizde, toplumumuzda Küldeki Ateş’in 20 kısa hikaye ile anlattığı evlilik hikayelerinin fazlası ile var olduğunu görmekteyim. Yıkılan yuvalar, anlayışsız birliktelikler, ne istediğini bilmeyen ve belki bir başkasına ait tabir olacak ama ‘’evlilik sertifikası’’ olmayan insanların düşüncesizce evlenmeleri, evlendirilmeleri...
Bütün bunları alt alta topladığımız da ve yol gösterici büyüklerimizin son dönemlerde ısrarla bu konulara vurgu yapması aslında problemin ne denli büyük olduğunu gösteriyor bize. Açıkçası bir anne, bir eş olarak böyle bir konuda dertlenmenin ve bir şeyler anlatabilme çabası içinde olmanın dert meselesi olduğunu biliyorum. Çok
şükür ki kendi şahsi hayatlarımız adına böyle nahoş durumlar yaşamadık ama dertlenmek için illa ki derdin kendi hayatımızın içinde olması gerekmez. Bir yerde çevremizi, insanlarımızı, toplumumuzu ilgilendiren sorunlar varsa bunlar hepimizin derdi olmalıdır. Evlilik müessesesi kolayca harcanacak bir şey değildir. Çok iyi düşünmek ve çok iyi karar vermek gereklidir.
Kitabınız 20 hikayeden oluştuğunu söylediniz. Bu hikayeler nereden?
İsim vermek doğru olmaz fakat genel hatları ile toplumun içinden. Biraz sizden, biraz bizden bir şeyler… Çevremizde gördüğümüz, dikkatli gözlerle baktığımızda aslında hepimizin çevresinde maalesef olan hayat hikayeleri bunlar. Şehirlerde yaşanan sorunlardan köylerde yaşanan sorunlara kadar ‘’
evet ya’’ diyebileceğiniz hayat hikayeleri. Önemli olan konu ve ana tema. Bizde bu kitabımızda ana tema’ya ailevi sorunları ve temelinde yatan sebepleri aldık. İnşallah
ümit ediyorum ki okuyucularımız bir ayna tutma hüviyetinde ki kitabımızdan istifade edeceklerdir.
Aile sorunları diyoruz, anlaşmazlık diyoruz ya da adına her ne dersek diyelim. Sizce bütün bunların temelinde yatan sebepler nelerdir?
Konuyu bayanlara
bakan yönü ve erkeklere bakan yönü olarak ikiye ayırmak lazım.
Öncelikle bayanlarımızı incelediğimizde; konunun yıllara dayanan sosyolojik bir durum olduğunu görüyoruz. Uzun yıllardan bu yana kadınlarımız bu
ülke de fazlası ile ezildiler ve söz hakları neredeyse hiç olmadı.
Bu sıkıntılı durumları yaşayan anneler son dönemlerde yetiştirdiklerini kızlarını evlendirirken onlara kendini ezdirme, ben ezildim sen ezilme, çok sıkıntı yaşarsan bırak gel gibi telkinlerde bulunarak aslında hiç farkında olmadan bir yönü ile bu olumsuzlukların temelini kendileri atıyorlar. Oysaki olması gereken sürekli iletişimi, konuşabilmeyi, sabretmeyi ve anlayabilmeyi
tavsiye etmektir. Konunun bayanlara bakan yönünde en önemli sebeplerden bir diğeri de son dönemlerde bayanlarımızın
ekonomik yönden özgür olmaları ve bir yönüyle bu durumun eşlerine duymaları gereken saygıya zarar vermesi. Bahsi geçen iki konu öncelikli olarak ele alınmalı ve konu derinlemesine incelenmelidir. Biraz önce de ifade ettiğim gibi bu sosyolojik bir süreçtir ve sosyolojik süreçler bir anda oluşmadığı gibi bir anda da yok olmaz.
Erkekleri incelediğimiz ise; Eşlerine gerekli sevgiyi ve şefkati göstermemeleri. Bildiğiniz gibi kadın dediğimiz varlık yaratılış itibari ile ince ve nazik yaratılmıştır. Ona nasıl yaklaşılacağını bilmek ve ona göre hareket etmek lazım. Maalesef erkekler de bir yönü ile bu durumu gözden kaçırıyorlar ve tavır bozukluğunda bulunuyorlar. Erkeğin daha kuşatıcı, daha anlayışlı olması gerekir fakat günümüzde bu durum biraz eksik kalmaktadır.
Bir de tabi ki ortak olarak iki tarafı da ilgilendiren sorunlar var. Maddi problemlerin sürekli ısıtılarak gündeme taşınması, eşlerinin ailelerinin müdahil olma durumları, ev içinde yaşanan mahrem konuların eşler tarafından dışarıya taşınması ve toplum yapımızı en derinden bozan gerçekle alakası olmayan dizilerin ruhumuzda açtığı yaralar.
Siz aslında bizleri düşünmeye sevk etmek istiyorsunuz bu kitabınızla. Belki de büyük sorun olarak görünenler aslında göründükleri gibi değildir diyorsunuz?
En başında şunu bilmek gerekli; Evlilik fedakarlık,
sabır, saygı, anlayış, özveri, sevgi ve şefkat demektir. Bizim temel eksikliklerimizin başında sabır ve tahammül eksikliği var. Karşımızdaki bizim düşmanımız değil ki. Bu kısa hayat yolculuğunda bize eşlik eden diğer yarımız, eşimiz. Bu bilince sahip olmak gerekli öncelikle. Daha sonra sevgi ve şefkat eksikliği geliyor. Birbirimizi sevmiyoruz. Seviyor gibi yapıyor ama en zor durumlarla karşı karşıya kaldığımızda ana karakterlerimiz ortaya çıkıyor. Bu durumu düşünmek ve düzeltmek gerekli. İnsanın kendini sorgulaması ve ‘’nasıl düzeltebilirim’’ sorusunu sorması ile ilgili her şey. İrade göstermek ve çok çok eskilerde kaldığını düşündüğümüz o nezih yuvaları kurmak, kurtarmak bizim elimizde.
Geçmişimizle günümüzü mukayese ettiğimizde ne gibi farklar var sizce?
Günümüz en büyük eksikliği VEFA. Sadece insana karşı değil, eşyaya karşı da
vefa eksikliği.
Bizim ya da annelerimizin çocukluğunda düşünün ki bir oyuncağınız kırıldığında ya da elbiseniz yırtıldığında yenisini almak yerine
tamir eder ve yine kullanmaya devam ederdiniz. Şimdi ise ‘’at ve yenisini al’’ düşüncesi hakim zihnimize. Bu durum biz hiç farkında olmadan bir kişilik yapısı oluşturuyor. Geçmişle günümüzü mukayese ettiğimizde ciddi bir karakter erozyonu yaşadığımızı da söyleyebilirim.
Eşlere ya da eş adaylarına önerileriniz nelerdir?
Evlilik bir gaye için yapılmalı ve evliliğe nasıl bir anlam yüklendiği konuşulmalıdır. Düşünülmeli ve düşünerek hareket edilmelidir. Eşler birbirlerini kendileştirmeye çalışmasınlar. Bir elmanın iki yarısı oldukları ya da olacaklarını iyi bilmeleri gerekli. Evlenecek çiftlerin bir evi yönetebilecek duygu ve düşünce olgunluğunda olmaları gerekli. Evlilik bir sanattır ve yönlendirilebilecek bir sanattır. Birbirleriyle konuşsunlar ve en önemlisi sevgiden de ziyade şefkat nazarı ile baksınlar. En nihayetinde hepimiz sonunu bilmeyen ve rahmeti sonsuzun her an rahmetine muhtaç varlıklarız. Eşlerinin bir ahreti, hesabı olduğunu düşünsünler ve bütün şefkat binalarını bunun üzerine inşa etsinler.
Röportaj: Sarper Erkılınç
twitter: @erkilincs