Vatan Yazarı Mine Şenocaklı,
İzmir Foça'daki
PKK saldırısında şehit olan
Özkan Ateşli'nin
yoksullukla başlayıp
yoksullukla biten öyküsünü kaleme aldı...
Yoksul hayatı da cenazesi de sessiz sitemsiz!..
Bu hikâyeyi herkes okumalı, ama mutlaka bu saldırıyı yapan PKK'lılar... Anlasınlar ki ne kadar körler!.. Okuyup da görsünler, kimi katlettiler! Her şeyin
tarifi zordu... Yazıya dökülür cinsten değildi...
Fotoğraflara bakın, geride kalanların fotoğraflarına, anlarsınız... Mesela daha 16'sında iki çocuğuyla dul kalmış Dilara'nın ellerine, Şerife annenin gözlerine... Ve bir de bahriyeli üniformasıyla daha 20'sinde şehit olmuş şu esmer delikanlıya... O yoksulluk içinde
aşık olmayı, mutlu olmayı bilmiş. Bir de izin alıp, bayramda çocuklarını kucaklamayı istemiş! Onu bile fazla görmüş... Buna isterseniz kader deyin, içiniz rahatlasın! Ya da diyelim ki bu dünyanın berbat düzeni, içimiz sızlasın!
Bu hikâyeyi herkes okumalı, ama mutlaka bu saldırıyı yapan PKK'lılar... Anlasınlar ki ne kadar körler!.. Okuyup da görsünler, kimi katlettiler! Bu ülkede şehit olanlar hep yoksul! Bunu zaten bilmeyen yok. Bırakın, İzmir Foça'daki PKK saldırısında şehit olan Özkan Ateşli'nin yoksullukla başlayıp yoksullukla biten öyküsünü, şu evin fotoğraflarına bakmaları bile yetmeli!
Hayatta utanması gerekenler utanmaz, haksızlığa uğrayanlar utanır hep ne gariptir ki... İşte böyle bir
aile, Özkan'ın ailesi... Haramidere'deki o gecekonduya buyur ederken utanıyorlar, o üç göz odadaki eskiciden alınmış koltuklara oturduğumda başlarını öne eğiyorlar! Üç göz dedim ya, biri mutfak...
“Birer liraları saya saya biriktirdik uçak biletini...”
Bunu hayat boyu anlayamayacağım... Utanmak lazım ve saç tellerime kadar utanç içindeyim. Ama benim utancımın bir faydası yok. Kimse utanmıyor ki bu ülkede! Kime sorsanız kalkınıyoruz, zenginleşiyoruz! Peki bu oda ne? Tembellikten midir bu yoksulluk!
Sekiz yaşlarındaki
Polat, “Burası salon abla, burası da mutfak” diyor. O
küçük çocuk bile bunu söylerken utanıyor! “Yoksulluktan utanılmaz” desem ona, ne olur ki? Artık düzen böyle!
Hurdacılıkla geçiniyor Özkan ve ailesi... Sabahın köründen geceyarılarına kadar çöplerden ekmek çıkartıyorlar! Ne varsa; plastik,
demir, karton, kağıt... En iyi günlerinde hasılat 25 lira... Evde altı nüfus! Özkan askere gitmeden önce iki kişi çalışırlarmış ve eve 50 lira girermiş. Şimdi sadece babası çıkıyor işe, bazen de mecburiyetten annesi ve kızkardeşi... Ama bu iş erkek işi, kadınların tüm çabası yetmiyor bir 50 lira çıkartmaya...
Bu hayatı reva gören bir vatana, davul zurnayla göndermişler oğullarını bundan altı ay önce... Oğullarının aşık olup kaçırarak evlendiği, şimdi 16'sında olan Dilara'nın kucağında daha beş günlükmüş ikinci oğulları Alper... Bir yandan kafalarında nasıl geçineceklerinin derdi, bir yandan şimdiden duyulan özlem... Yok, öyle şehit düşer korkusu yokmuş, gittiği yer İzmir! Bahriyeli olmuş esmer oğulları, beyaz üniformayla çok daha yakışıklıymış! Gurur duymuşlar... Gider gitmez o üniformayla bir fotoğraf çektirmiş Özkan, küçük bir not iliştirip yollamış annesine; “Bahriyeli olmak gururumdur... Canım anneme” diye...
Kuru ekmeğe talim ederken pek bir sevinmişler bu fotoğrafı görünce... Daha bir gururlanmışlar. Eflatun rengi çoktan solmuş duvarlarına astıkları tek fotoğraf o olmuş... Zaman da çabuk geçmiş hayat gailesiyle... Tam altı ay bitmiş...
Bir gün
telefon gelmiş Özkan'dan... “Ne olur bana bir
uçak bileti alın... Siz oradan alırsanız daha ucuza gelir.
Bayram izninde orada olayım” demiş annesine... Hemen eldeki üç kuruşa, gelen beş kuruşu ekleyip almışlar bileti... Gözünde yaş kalmamış annesi Şerife, cenazede bana dönüp, “135 liraydı bilet, 100 liraya aldık!” derken omuzları biraz daha çöküyor. Dilimin ucuna gelen bir soruyu son anda yutkunarak tutuyorum, zira sorsam çok utanırdım, “Nasıl biriktirdiniz bu yoksullukta o uçak biletini?” diye... O anlamış sanki, “Vallahi birer liraları saya saya biriktirdik” diyor. Bırakın onu, bir de bayramlık alabilsin diye iki yaşındaki
Altay ve altı aylık Alper'e, 50 lira da fazladan yollamışlar...
O öyle sakin sakin anlatırken dank ediyor kafama bir kez daha, “Yoksulun halinden ancak yoksul anlar!”
Sevgi oldu mu bir yerde bulunur para, birer liralar sayıla sayıla demek ki!
“Bu vatanı tüketemediler, işte iki oğul daha yetişiyor!”
Ataköy Camii'nde, Özkan'ın daha 16'sında dul kalmış karısı Dilara, babası, annesi, kucaklarında iki küçük yetim, çıt çıkarmadan duruyorlar, tabuta bakarak... Ağlamıyordu Dilara, ama nasıl tarif etmeli, gözleri ağlamıyordu ama sanki tüm vücudu ağlıyordu. Ellerinde, kollarında güç kalmamış ve bebeğini bile tutamazken...
Özkan'ın arkadaşları koskoca bir
Türk bayrağı almışlar, o bayrağın altında yine sessizce bekliyorlardı. Onlarınki kederle öfkenin sessizliğiydi... Çıt çıkarmadan beklediler camiden çıkana kadar... Bu sessizlik, acıya acı katar cinsten... Ama bir o kadar da onurlu...
Dilara'nın ellerinde derman yok, küçük Alper babaannesinin kollarında, gülücükler atıyor bu beter dünyadan habersiz... Altay ise dedesinin kucağında... Dilara'nın gözlerinde tek damla yaş yok, belli ki hepsi içe akıyor. Babaanne ise bir an geliyor, dayanamıyor torununun gülücüklerine, sicim gibi dökülüyor yaşlar gözünden... Küçük yetim kollarında, başlıyor konuşmaya; “Vatanı tüketemediler kızım. Bilsinler ki tüketemezler de! İki oğul, iki Özkan daha yetişiyor işte...” diyor. Başka bir şey demiyor. Ne bir hamaset var sözlerinde, ne bir yaygara var koca cami avlusunda...
Sanki o bombayı ben atmışım gibi utanıyorum...
Çok yoksullar, hem de çok... Ne kadar yoksulluk varsa o üç göz odada ve bu sessiz cami avlusunda, işte o kadar da insanlık var, anlayana... Sessizce yaşayan, sessizce ölen bir Türk gencinin öyküsü bu... Bu pırlantayı yetiştiren bir Türk ailesinin öyküsü aslında... Bir soru sormuştum halasının kızına, o yoksulluk, esmerlik ve hurdalar sebebiyle, “Roman mısınız?” diye... Anlamaz gözlerle bakıp, “Yok biz
Alevi'yiz!” demişti... Ne gereksiz bir soruymuş, ne anlamsız... Alevi,
Sünni, Türk,
Kürt,
Ermeni ne fark eder? Sanki cevabı verirken o da bunu demek istermiş gibi...
Bu yaşımda, üç göz odada ve bu avluda bir
ders daha alıyorum, insanlık dersi... Avlunun dışında kederi galebe çalıyor gençlerin öfkesi... “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!” Ben sessizliği dinliyorum Dilara'yla birlikte... Ağıttan çok daha acı yüklü... “İnsanlık ölmez, insanlık ölmez” diyorum kendi kendime... Ve sadece utanıyorum. Sanki daha 20'sindeki Özkan'ı oğullarından, karısından, sevdiklerinden, bu dünyadan koparan o bombayı ben atmışım gibi, sanki o yoksulluğun sebebi benmişim gibi utanıyorum...
Mine Şenocaklı - Vatan
Geriye şehidin buruk hikayesi kaldı
Foça'daki kalleş saldırıda şehit düşen Er Özkan Ateşli'nin hikayesi yürekleri burktu. Samanyolu Haber şehidin evini ziyaret etti.
2 minik yavru, gözü
yaşlı bir eş ve yıkık dökük bir ev... Şehit Er Özkan Ateşli'nin, arkasında işte böyle bir tablo kaldı. Pencereleri dahi olmayan bu gecekondu Ateşli ailesinin evi. Dağıtım izni bitmiş vatani görevine geri dönmüştü. 6 kişilik ailesiyle işte bu evde kalıyordu...
Şehit Er Özkan Ateşli daha 6 aylık askerdi. Eşi ile konuşmuş bilet aldığını söylemişti. Şehidin ve komşularının evleri Türk bayraklarıyla donatıldı.