Çünkü o bizzat yaşayarak bizlere
İslamiyet'i gösterdi.
Hekimoğlu İsmail, baytar Mehmed Akif'in,
İstiklal Marşı şiirini yazan Mehmed Akif'e uzanmasının, şahsi gayretiyle insanların çok şey başarabileceğine açık bir örnek olduğunu belirtiyor.
Mehmed Akif ismi size neyi çağrıştırıyor?
Bakınız, Nihad Sami Banarlı Mehmed Akif'le ilgili demiş ki;
"Ben, Mehmed Akif'i büyük
şair, büyük vatansever, manzum hikayeler ve vaizler yazarı, bilhassa inanmış bir insan olarak her hatırlayışımda, evliyalar kadar
temiz ve lekesiz görebilmenin hazzını duyarım..."
Aynen katılıyorum!.. Bana göre Mehmed Akif, evliyadır. 14 asırlık İslam tarihi içinde Müslümanlar
tatlı ve acı günler yaşamıştır. En acı günlerinde en büyük adamlarını yetiştirmiştir.
Osmanlıların en karanlık günlerinde Allah'ın lutfettiği
Namık Kemal, Ahmet Naim, Elmalılı
Hamdi Yazır,
Bediüzzaman Said
Nursi ve Mehmed Akif yetişmedi mi?
Mehmed Akif'in yaşadığı devri nasıl yorumluyorsunuz?
Mehmed Akif'in yaşadığı devir
felaketler devridir. Maddi manevi her türlü felaket dünyayı istila etmiştir. Bediüzzaman Hazretlerine Rüyada Bir Hitabe'de, "Ey felaket ve helaket asrının adamı!" diye hitap ediliyor. Gerçekten o asır, felaket ve helaket asrıdır.
Mehmed Akif, 1873 yılında İstanbul'da doğmuştur. Akif, asrın olaylarını bizatihi yaşamış, bu asrın aleminde maddeten ve manen savaşmış, Osmanlı devletinden sonra kurulan
Türkiye Cumhuriyetinde Müslümanların İslamiyet'le yeniden buluşmasında önemli rol oynamıştır. 19. yüzyılda din düşmanlarının en güçlüleri ve dindarların en güçlüleri meydana çıkıyor. 19. asır bunların mücadelesiyle geçmiştir. Bir taraf dinsizlik uğruna, diğer taraf din uğruna mücadele ediyor.
Karanlıkla aydınlığın savaşı var 19. yüzyılda ve her iki tarafın da silahı,
harfler!.. Yazarak konuşarak savaşıyorlar. Her şey zıddıyla gelişir. Dinsizliğin olmadığı yerde dini faaliyetler de olmaz. Yani evvela kötüler iş başına geçer, iyiler onlarla mücadele eder, böylece her iki tarafın da
samimi olan ve olmayanları anlaşılır. Mehmed Akif, diyebilirim ki o devrin dindarlarının edebi alandaki generalidir...
Bir yazınızda "Akif'in kendi hayatı, Safahat kadar kıymetlidir." diyorsunuz...
Akif'in hayatı Safahat'tan da kıymetlidir. Çünkü o yaşayarak gerçek İslamiyet'i gösterdi. Mithat
Cemal Kuntay, Mehmet Akif isimli kitabında diyor ki:
"Otuz üç senedir Mehmet Akif'in bir tek bayağı halini görmedim. Onun iç yüzüne baktığım
vakit gökyüzüne, denize bakar gibi ferahlardım. Onun 63 senelik hayatının
siyah ve pis tek bir dakikası yoktur."
Şuurlu Müslüman'ın varlığının sebebi, İslamiyet'i öğrenmek, anlamak ve yaşamaktır. Mehmet Akif, "
demir hafızdı", yani Kur'an-ı Kerim'i hiç hata yapmadan okurdu. Müfessirdi. Böylece hayatının her noktasını
ayet ve hadislere uydurduğundan her an İslamiyet'i yaşadı. Mehmet Akif, yaşı ilerledikten sonra, Kur'an'ı unutmamak için, her sabah
soğuk suyla duşunu yapar, sonra ezbere bir cüz okurdu. Mısır'da bazen bütün
Ramazan hatimle
teravih kıldırırdı.
Mesela 1920'de şairlere bir çağrıda bulunuldu. Milli marş için bir müsabaka açılacağı, kazanana beş yüz lira mükâfat verileceği duyuruldu. Mehmed Akif, para verilecek diye yazmadı. Müsabaka için 700'den fazla manzume gönderilmiş amma o günlerin heyecanını ifade eden bir şiire rastlanmamış. Hamdullah Suphi, kazandığı takdirde kendisine para verilmeyeceğini söylemiş. Bunun üzerine Akif, İstiklal marşını yazdı. Hiçbir
peygamber servetiyle ortaya çıkmadı. Peygamberler parasız malsız mülksüz "La ilahe illallah" dedi. İslam alimleri de aynı yolu takip ederek işe parasız başladılar. Ta ki bilinsin, bu gibi hizmetler parayla, devletle olmaz. Allah'ın lutuf ve inayetiyle olur. Akif, engin bilgisiyle kapitalizmi biliyordu ve ona düşmandı.
Böyle bir hayata hayran olunmaz mı?
Akif, nasıl bir İslami hayat hayal ediyordu?
Akif şöyle bir kıssa anlatır;
"Adamın biri eviyle
arkadaş olmuş demiş ki, 'Ey evim, seni yapan, bu hale getiren benim. Yıkılacağın zaman haber ver de ben çıkayım, öyle yıkıl.'
Bir gün evin bir yeri çatlamış, adam bir avuç çamur alıp, orayı kapatmış. Bir başka gün, başka yeri çatlamış, yine bir avuç çamurla kapatmış. Aylar yıllar böyle geçmiş. Bir gün ev, adamın başına göçmüş. Adam, "Ey ev, seninle
anlaşma yapmamış mıydık? Yıkılacağın zaman hani haber verecektin? Neden sözünde durmadın?"
Ev demiş ki: "Ben ne zaman ağzımı açsam, bir avuç çamurla kapattın, başka nasıl haber verebilirdim?"
Devlet, ordu, üniversite, tüccarlar... Hepsi
halkın içinden çıkıyor. Halk çöktü mü, hepsi birden çöker. Bir milletin tarihi âlimlerin mürekkebiyle, sanatkârların teriyle, askerlerin kanıyla yazılır. Devlet, ünitelerinde bozulmalar varsa o sarayın taşları
teker teker düşüyor demektir. Demek ki devlet bünyesindeki her anormallik o sarayın yıkılacağına alamettir. Akif, bu kıssada Osmanlı'yı anlatıyor.
Namık Kemal sık sık devletin yıkıldığından söz edince, birisi
itiraz edip, "Yıllardan beri bunu söylersin, hani yıkılan da yok!" deyince, Namık Kemal: "Bu oduncu Ahmet Ağanın cenazesi değil ki bir günde kalksın. 600 sene yaşayan bir devletin cenazesi elbette 60 senede kalkacaktır." demiş
Akif, Kur'an'ın anlattığı gibi bir İslami hayat hayal ediyordu. Her şey Müslümanlar için yaratıldığı halde, Müslümanlar her şeyden mahrum kalmışlar, gayrimüslimler her şeyden istifade etmişler; bununla da kalmamış, ellerindeki imkanlarla Müslümanları ezmişler. Akif bu tezadı çok iyi tespit etmiş.
Sizce Mehmed Akif'in öne çıkan vasfı neydi?
Mehmed Akif, baytardı. Şahsi gayretiyle
Arapça ve Arap edebiyatını öğrenmişti. Onun hayatına baktığımızda bir tarafta Mevlana'nın Mesnevi'sini Farsçadan okuyup anlayan Akif, diğer tarafta pek çok eseri Fransızca orjinalinden okuyan Mehmed Akif... Yani Akif'te
Avrupa kültürüyle İslam kültürü bütünleşmiştir. Baytar Mehmed Akif'in,
İstiklal Marşı şiirini yazan Mehmed Akif'e uzanması, şahsi gayretiyle insanların çok şey başarabileceğine açık bir örnektir... Bu hal çok dikkatimi çekmiştir.
Akif neyin peşinde koşuyordu?
Akif, belinin bükülüp bastonuna dayandığı günlerde bir Mecnun'du. Kendi mecnunluğunu Leyla isimli şiiri ile dile getiriyordu. Acaba Akif, neyi kaybetmiş, neyin peşinde koşuyordu?
Ankara Dil ve
Tarih Coğrafya Fakültesi
öğretim üyeliği yapmış olan Fevziye Abdullah
Tansel, "Mehmed Akif" isimli eserinde şöyle diyor: "İstiklal Harbi sonunda kurulan Türkiye'de İslam'a karşı hareketler, Akif'in yıllardan beri bağlandığı, hiçbir hadisenin sarsmadığı ümidini kırdı. Adeta bir ışık dünyası içinde yaşattığı bu idealin sönüvermesi, onu içinden çıkılmaz bedbinliklere düşürdü. Akif, Leyla şiirinde, idealinin kayboluşu karşısında ruhi bunalımlar içindedir."
Akif neyi kaybetmişti? Neyin peşinde koşuyordu? Niçin ağlıyordu? Başkalarının göz pınarları mı kurumuştu? Yoksa onlar başka sevgililer bulmuş da ona mı ağlıyordu?
Akif'in Leyla'sı İslamiyet'ti. Amma ümidi kırılmıştı. İslami hayat gelmeyecekti. Yani Akif'in Leyla'sı gelmeyecekti. Acaba o devirde biz olsaydık ne yapardık?
Safahat sizin için ne ifade diyor?
3
Kasım 1928'de harf inkılâbı kanunu kabul edilince, çiftliklerdeki bütün ağaçların sökülüp sadece
kiraz yetiştirilmesi istenircesine bir
manzara meydana çıktı. Cevizler, elmalar, armutlar ve üzümler başlarındaki meyvelerle birlikte sökülüp atılırken, sadece kiraza şans tanındı. Yani sadece "Avrupalı tip" kalıp, geridekiler ya yok olacak veya yokmuş gibi hareket edeceklerdi. Artık Kur'an yazısını öğretmek veya öğrenmek mümkün olmadığı gibi, bu yazıya bağlı bütün ilimler de kütüphanelerde bekleyecek, eski yazıyı bilmeyenlerin üzerinde bir
kilit olup belki ebediyen saklanacaktı.
Mesela Shakespear'in Hamlet'i yüzlerce yıl evvel yazıldı. Bugünkü İngilizler lügate bakmadan Shakespear'in eserlerini okurken, 1936'da
vefat eden Mehmet Akif'in Safahat'ını anlayamaz duruma geldik. Dilimizi öyle tahrip ettiler ki Atatürkçüler, Atatürk'ün Nutku'nu, dindarlar Bediüzzaman'ın Risale-i Nur'unu, milliyetçiler de Safahat'ı anlayamaz duruma geldi. Bana göre bu zamanda Safahat'ı anlayan, İslamiyet'i de anlar. Bana edebiyat doktorluğu verdiler. "Gel burada edebiyat
dersleri okut" dediler. Ben oralara gitseydim, Akif'in Safahat'ından ders yapacaktım... Fakat gitmek nasip olmadı. Bugün yapabildiğim şey Safahat'ı okumak... Birçoğu da ezberimdedir.
Zaman