Hocaefendi,
Başbakan Erdoğan'ın davetini televizyondan izlerken oradaydım. Ertesi gün cevabını verirken de... Hocaefendi sık sık Türk okullarının ‘milletin ortak hareketi' olduğunu söylüyor.
Türkiye deyince gözleri dolacak kadar
ülkesine hasret duyuyor. “Hayatımın hiçbir döneminde şahsım adına endişe duymadım” derken ağlıyor.
Başbakan Erdoğan'ın
Türkçe Olimpiyatları'nın
kapanış törenine katılacağının belli olmasından sonra herkesin gözü vereceği
mesajdaydı. Özellikle de son dönemde belli çevrelerce şişirilmeye çalışılan '
Hükümet-cemaat gerginliği' balonundan sonra. Kısmete bakın ki ben de tam bu esnada Amerika'dayım.
Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ziyaret etme fırsatını yakalayınca büyük heyecan duydum. Hocaefendi, Başbakan Erdoğan'ın davetini televizyondan izlerken oradaydım. Ertesi gün cevabını verirken de... Hocaefendi'nin hem olimpiyatlarla ilgili yorumları hem de Başbakan Erdoğan'ın davetine verdiği cevabı internet sitesinden yayınlandı. Mesajları gayet açık... O yüzden ben iki gün boyunca şahit olduklarımı ve izlenimlerimi aktarayım.
“BU BAŞARI MİLLETİMİNDİR”
Hocaefendi, Türkçe Olimpiyatları'nın kapanış törenlerini az sayıdaki misafiri ve talebeleri ile birlikte izledi. Programın her şeyine yakın ilgi gösterdi. Stadın ne zaman yapıldığından ışık gösterisinin nasıl olduğuna kadar bir dizi soru sordu talebelerine. Kalabalık ve coşku belli ki moralini yükseltmişti.
Sunucu Kadir Çöpdemir kalabalığı ve olimpiyatları anlatırken 'Bir idealin somutlaşmış hali' deyince başıyla tasdik etti ve 'güzel' dedi. Yakın çevresinden dinlediğime göre uzun süredir hiç bu kadar moralli olmamıştı. Nasıl olmasın ki? Okullaşmayı, özellikle de
yurt dışına açılmayı
tavsiye etmesinin üzerinden kısa bir zaman geçmesine rağmen 140 ülkeden 1500 öğrenci olimpiyatlar için
İstanbul'daydı.
Fakat performanslar başlayıp iki öğrencinin ortaklaşa İstanbul şiirini okumaya başlamasıyla birlikte salonu sessizlik kapladı. Ülkesine, milletine olan hasreti artık herkesin malumu olan Hocaefendi hüzünlendi. Gözünü duvardaki tabloya ya da yerdeki
halıya kaydırdı. Hocaefendi sık sık Türk okullarının ve bu okullar etrafında organize olan faaliyetlerin "milletin ortak hareketi" olduğunu söylüyor. Olimpiyatların kapanış töreni boyunca da bunu tekrar etti.
“O ÖĞRETMENLERİN ALNINDAN ÖPÜYORUM”
Hatta 'Belki ben gidin demişimdir. Ama bu başarı fedakâr öğretmenlerin ve onları destekleyen milletimindir. O öğretmenlerin alnından öpüyorum' diyerek önemli bir mesaj verdi. Başbakan
anons edilirken uzun uzun alkışlanmasından memnun göründü.
Kendisine yönelik davet bölümünde ise salonda sessizlik oldu. Herkes Hocaefendi'nin ne diyeceğini, ne tepki vereceğini merak ediyordu. Ama Hocaefendi sözlü bir tepki vermedi. Başbakan'ın konuşmasını öylece dinledi...
“KAVGADAN YANA HİÇ OLMADIK”
Başbakan öğretmenler için 'Sevgiyi, dostluğu götürüyorlar' deyince 'Biz hep öyleydik. Kavgadan, nizadan yana olmadık. Şimdi de öyleyiz' diye mırıldandı. Başbakan'ın davetinden sonra açıkçası en çok merak ettiğim şey, ne
cevap vereceği oldu. Neyse ki, çok beklemek zorunda kalmadık. Çünkü Hocaefendi her
pazar, salı ve cuma günleri ikindi namazından sonra talebeleri ve az sayıdaki misafirine sohbet yapıyordu. Davete cevabı da muhtemelen
Cuma ikindi namazı sonrasındaki sohbette verecekti. Öyle de oldu.
“BU SAATTEN SONRA SİZ OLMASANIZ DA...”
Hocaefendi sohbete Türkçe Olimpiyatları ile ilgili değerlendirmeleriyle başladı. Uzun uzun bu olimpiyatlara sadece
şarkı şiir söylenmesi boyutuyla bakılmaması gerektiğini, kültürümüzün dünyaya tanıtılması, onların da bizi tanıması için ne kadar büyük fırsat olduğunu anlattı.
Anadolu insanın ve o ülkelere giden öğretmenlerin fedakârlıklarına vurgu yapıp takdirlerini ifade etti. Son dönemdeki bazı tartışmalardan da rahatsız olduğunu ifadelerinden anlamak mümkündü. 'Bu
hizmetleri bir cemaate, gruba mal etmek doğru değildir. Mesele tamamen milletimize aittir' dedi. Kendisi söylemedi ama Türkiye'de, medyada ya da muhtelif platformlarda yapılan yakışıksız yorumlardan çok etkilendiği, üzüldüğü açıkça belli oluyordu. Dikkat
çekici bir şekilde "tüm cemaat ve grupları yaptıkları hizmetler dolayısıyla tek tek takdir ederim" ifadelerini kullandı. 'Bu saatten sonra siz olmasanız bile başkaları bu yolda gidecek ve toptan bir hareket olarak devam edecektir' dedi.
“ENDİŞELERİM ŞAHSİ DEĞİL”
Hocaefendi çok önemli şeyler söylüyordu ama ben dâhil herkesin aklı, Başbakan'ın "Gurbette hasret bitsin" çağrısına vereceği cevaptaydı.
Hocaefendi bu soru kendisine sorulduğunda hüzünlendi. Çünkü onu ilk kez gören de yıllardır yanında olan da memleket hasreti konusundaki hassasiyetini biliyor. Türkiye deyince gözleri dolacak kadar ülkesine hasret duyuyor. Başbakan'ın davetine, 'O kendine yakışanı yaptı. Fakat bu davet ilk değil. Daha önce Cumhurbaşkanımız da doğrudan ya da aracılarla davet etti. Yanıma gelenler de davet ettiler. Onlar kendilerine yakışanı yapıyorlar. Benimde bana yakışanı yapmam lazım" cevabı verdi. Sonra da bunun şahsi endişeler kaynaklı olmadığını anlattı. "Hiçbir zaman başıma iş açılacak endişesi yaşamadım" dedi ve kendi hayatındaki örnekleri sıraladı. 27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta yaşadıklarını anlattı. Mesela 1997'de dönemin Cumhurbaşkanı aramış. 'Ülkede işler düzeliyor, hatta kritik koltuklarda değişiklikler olacak' demiş ama Hocaefendi durumun gerçekte öyle olmadığını görüp Amerika'ya tedaviye gelmiş. Sonradan yaşanan gelişmeler aslında 1997'de doğru
analiz yaptığını gösteriyor.
HÜZÜNLÜ ANLAR... GÖZYAŞLARIYLA BİTEN SOHBET...
Hocaefendi konuşmasının ilerleyen bölümlerinde daha çok duygulandı. 'Hayatımın hiçbir döneminde şahsım adına endişe duymadım. Dünya adına da hiçbir şeyim yok' diye devam etti. Aslında bu, üzerinde uzunca durulması gereken bir konu... Hizmet bugün dünyanın dört bir yanında ve çok geniş bir etki alanına sahip. Ama Hocaefendi tek başına. Hayatı bir evin salonu büyüklüğündeki bir mekânda ve talebelerine
ders vermekle geçiyor. Pensilvanya'daki kamptan çok çok zaruri doktor randevuları haricinde çıkmıyor. Buna rağmen, Türkiye'ye dönme meselesinde çok hassas. Ülkeye dönüşü ile bir kısım kazanımların ve ülke adına atılan güzel adımların heba edilmesi endişesini taşıyor. Kendisi üzerinden polemiklerin, tartışmaların hatta olayların çıkartılmasından endişeli. Hocaefendi'nin konuşmasında dikkat çekici ve Türkiye'de son dönem ortaya çıkan "çoluk-çocuk demeden rövanş alacağız" denilen ses kayıtlarını ister istemez akla getiren bir bölüm vardı.
Diyor ki, 'Gittiğimde rövanş peşinde koşanlar, bazı müesseselere zarar verebilirler. O yüzden burada kalmam daha iyidir'. Hocaefendi, bu açıklama ile Başbakan'ın davetine nazik bir dille icabet edemeyeceğini dile getirdi. Bir süre daha Amerika'da olacağını açıklamış oldu böylece.
“VASİYETİMDİR, ANNEMİN AYAK UCUNA GÖMÜN”
Daha sonrasında ise Hocaefendi vasiyette bulundu. Amerika'ya gelirken burada ölmeyi ve mezarının burada olması gerektiğini düşündüğünü, fakat ilerleyen zamanlarda bu fikrinden vazgeçtiğini anlattı. Şimdi ülkesinde ölmek en azından ülkesinde gömülmek istiyor. Uzun yıllar önce
vefat etmiş annesinin mezarının ayak ucuna gömülmesini vasiyet etti.
Bu esnada çok duygulandı, gözyaşlarına hâkim olamadı. Ve gözyaşları içinde odasına çekildi. İki günlük izlenimlerimin özeti şu: Hocaefendi Türkiye'yi çok özlüyor. Tabiri caizse memleket burnunda tütüyor. Ne var ki, şahsı üzerinden milletinin, ülkesinin, olumlu gelişmelerin ve müesseselerin yüzde bir ihmalle bile zarar görmesini istemiyor. Yani bir süre daha Amerika'da olacak görünüyor. Dönüş günü geldiğinde de kendisi gibi dönecek. Yani sessiz ve gösterişsiz.