İşte Hocaefendi'nin "121. Nağme: Kara Bulutlar ve Dua Seferberliğine Çağrı" başlığıyla paylaşılan son sohbeti...
Her sohbetten önce iki üç mevzu üzerinde çalışıyor, sorularımızı kartlara yazıyor ve muhterem Hocaefendi'nin önündeki ekrana yansıtmak için
hazırlık yapıyoruz. Kıymetli Hocamız önce çay faslında bazı hakikatleri dile getiriyor; akabinde suallerimizi tevcih edebileceğimize dair işarette bulunuyor. Sohbetlerden önce hangi konuları gündeme getireceğimizi ve sorularımızın neler olduğunu Zât-ı âlilerine hiçbir zaman söylemiyoruz; zira kendileri önceden suallerden haberdar olmayı bir nevi pazarlık sayıyor ve berekete mani addediyor. Ne var ki pek çok defa sorular elimizde kalıyor; çünkü sanki sözleşmişiz gibi daha biz onları okumadan muhterem Hocamız cevaplarını veriyor.
Dünkü sohbette de böyle oldu. Biz aşağıda okuyacağınız soruyu hazırlamıştık; fakat, aziz Hocamız çay faslında aynı konuyu detaylıca anlattı. "Artık sorunuzu sorabilirsiniz!" işareti yaptığında zaten cevabımızı almıştık ama yine de karta yazdıklarımızı okuduk. Muhterem Hocaefendi de nezaketen tetimme babından bazı hususları daha şerhetti. Biz de kaydın orijinaline dokunmadan yayınlamaya karar verdik. Dualarınıza vesile olması istirhamıyla arz ediyoruz.
***
Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi en son sohbetinde
ülkemizin ve milletimizin maruz kaldığı belaları, peşi peşine gelen musibetleri ve acı haberleri Cenâb-ı Hakk'a yönelme istikametinde değerlendirmek gerektiğini anlattı.
Herkesin kendi açısından önemli gördüğü talepleri olabileceğini, bazılarının hayırlı bir çocuk, bazılarının yüksek bir makam, bazılarının da dünyevi bir
kazanç için dua edebileceklerini; fakat himmeti yüce insanların dünyadaki umumi hercümercden nasibini alan
ülkemizin selamet ve ikbali adına yalvarıp yakarmaları gerektiğini ifade etti: “Bir buçuk milyara yakın bir durumumuz var. Ama ilk müslümanların sayısı yüz bindi, dünyaya kendilerini dinletiyorlardı. Onların onda biri kadar dünyaya kendimizi dinlettiğimiz söylenemez. Ve
müslümanlık var olduğu günden bu yana dünyada bizim dönemimizde yaşadığı kadar da derbeder olmamıştır.
İşte himmeti âli olan insanlar, her zaman Allah'a müteveccih olan insanlar, İslamiyet'i seven insanlar, onun bir şey ifade etmesini arzu eden insanlar, milletlerinin ayaklar altında ezilmekten kurtulup başlara taç olmaları, insanlık için sertac-ı iptihac olmaları için ellerini kaldırıp o fırsat, o teveccüh aralıklarını böyle değerlendirmeliler” dedi.
Evvela kalblerin te'lifi, vifak ve
ittifak için dua etmek gerektiğini vurgulayan Hocaefendi, bu konuda mü'minlerin iradenin hakkını vererek,
birlik ve beraberlik aramaları, kavli-fiili-hali Cenâb-ı Hakk'a o istikamette teveccühte bulunmaları icap ettiğini anlattı. Kendisinin de namazda bile vifak ve ittifak mülahazalarıyla Allah'a niyaz ettiğini belirtti: “Namazın içinde bile kıtmiriniz -imamı dinlemek, ister cehri olsun, ister hafi olsun- aklımdan bu mülahazaları geçiririm ben.
Eşref saate rastlar diye, Allah'ın kabul buyuracağı bir dakikaya rastlar diye, başımı yere koyduğum zaman, “Ne olur Allah'ım şöyle olsun ümmet-i Muhammed; başta ülkemizin insanı böyle olsun; birbirini yemesin, kusurları birbirine mal etmek suretiyle atf-ı cürümde bulunmasın, kendilerini aklamaya-paklamaya gitmesin.. aklamanın-paklamanın kapısı Senin kapındır, Senin dergahına teveccüh etsin ve dua etsinler.”
Darda kalmışın duasına Allah'ın icabet edeceğini söyleyen muhterem Hocaefendi, “Siz hiç denemediniz mi bunu? Kıtlık olduğu zaman urbalarınızı tersine çevirdiniz, ellerinizi de böyle tuttunuz. Burada biz bunu yaşadık, iki defa yaşadık; altı ay bir sene, belki iki sene kuraklık oldu, bir damla yağmur düşmedi. 3-5 tane ağzı dualı çıktı şurada dua ettiler.. bir gün.. ertesi gün müydü,
sağanak sağanak yağmur yağmaya başladı. O gün bugün burası yağmur mahalli oldu. Kıtmirin haline gelince, “Ben, dedim, onların içinde karışmayayım, benim yüzümden yağmur kesilir”, pencereden baktım, “Beni de böyle kabul et” dedim; onlar dua ederken, uzaktan dualarına iştirak etmeye çalıştım. O gün bugün de yağıyor” dedi.
Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) tekvini emirlerdeki hafif bir ahenksizlik, ay ve
güneş tutulması,
fırtına kopması gibi hadiseler karşısında heyecanlanıp hemen duaya durduğunu nakleden
Fethullah Gülen Hocaefendi sözlerine şöyle devam etti: “Şimdi sağımızda-solumuzda bir sürü olumsuz, negatif hadise cereyan ediyor; bir taraftan bir şekavet şebekesi senelerden beri insan öldürmeye doymamış caniler gibi.. yamyamlıktan daha kötüdür bu. Senelerden beri millete kan kusturuluyor. Bir yerde düşünün ki, yüz tane insanın ölmesini, nasıl insan olursa olsun, bu yüz tane insanın on tane aileyle münasebeti varsa, bin tane aileye ateş düşüyor demektir. Bunu hafife alamazsınız ki..
bu her gün cereyan etse bile kanıksanmamalı; büyük bir hadise olarak algılanmalı. 'Allah'ım bu belayı def u ref eyle' demeli.”
Böyle bir dönemde yıkıcı tenkitlere girmemek, atf-ı cürümlerde bulunmamak ve insanların kuvve-i maneviyelerini bütün bütün kırmamak gerektiğini önemle ifade eden Hocaefendi,
“Falan iyi bir politika burada yürütemedi, zayıf diplomasi yüzünden geldi, ağalar, askerler burada yapmaları gerekli olan şeyleri yapamadılar... Hukuk sisteminde olduğu gibi, böyle kendisine bir şey atfedildiğinde, atf-ı cürümle o işten sıyrılma gayreti içine girmenin hiçbir faydası yok.
İş olup bittikten sonra, “şöyle olmalıydı, böyle olmalıydı” demenin hiçbir faydası yok. Aklınız varsa, basiretiniz varsa, think-tank kuruluşlarınız olur sizin. Daha önceden idare edenlere akıl verirsiniz, alternatif sistemler sunarsınız; olmadan evvel, o meselenin önünü almaya çalışırsınız” dedi.
Sohbetinde adeta bir dua seferberliğine davet eden Hocaefendi şöyle seslendi:
“Sesim ulaşsaydı, ünüm yetseydi, derdim Türkiye'de bütün camilere hitap edecek insanlara: Ne olur Allah aşkına, yağmur duasına çıkıyor gibi çıkın, urbalarınızı tersine çevirin; ellerinizin iç yüzünü, ayalarını aşağıya doğru çevirin, tevcih edin, Cenâb-ı Hakk'ın bu belaları üzerimizden def u ref etmesi için O'na teveccühte bulunun, ağlayın, sızlayın. Duası makbul birinin duası o mevzuda müessir olabilir, eşref saate rastlayabilir. Günde beş vakit bile camilerde böyle dua etseniz, bağırıp çağırarak değil, içinizi Allah'a dökerek, meseleyi biraz gözyaşlarınızla seslendirerek, kalbinizin sesini dilinizle dışa dökerek Cenâb-ı Hakk'a dua, tazarru ve niyazda bulunun”
Tarih boyunca musibet anlarında Cenâb-ı Hakk'a teveccüh eden
peygamberlerden ve salih kullardan misaller veren muhterem Fethullah Gülen,
herkesin kendi sorumluluk alanı ile alakalı bir muhasebe yapması icap ettiğini belirtti: “Kıtlık,
Medine halkını muvakkaten
demir pençesine aldı. Seyyidina
Hazreti Ömer milletin başında.. “Ben milletin başında olduğuma göre bu daire bana ait, olumsuz bir şey benim yüzümden olabilir!..” Başını yere koydu; Eslem diyor ki, “Harabede yalvarıyordu: ‘Allah'ım benim yüzümden ümmet-i Muhammed'i mahvetme' diyordu.” Bu anlayış ve bu şuurla Cenâb-ı Hakk'a teveccüh etme. Ben bir camide imam isem şayet -onu da yüzüme gözüme bulaştırmış tam yapamamışımdır; uzun zaman yaptığım halde yapamamışımdır- eğer o camiyle alâkalı, o cemaatle alâkalı olumsuz bir şey varsa, ben onu kendimden bilmeli, halk uykudayken kalkmalıyım; “Ey dide nedir uyku, gel uyan gecelerde / Kevkeblerin et seyrini seyran gecelerde / Bak
heyet-i âlemde bu hikmetleri seyret / Bul sâniini, ol O'na mihman gecelerde.” demeli, başımı yere koymalı, içimi dökmeli, “Benim yüzümden bu cemaate zarar verme!..” demeliyim. Vilayetteki, vilayeti idare eden insan da, o da kendi dairesi açısından öyle demeli; kasabadaki kendi dairesi açısından öyle demeli; köydeki kendi dairesi açısından öyle demeli; milletin başındakiler de kendi açıları açısından öyle demeli.”
Kitle ruh haletinin dua ve tazarruya
teşvik etme istikametinde kullanılabileceğine de değinen Hocaefendi bu konuda en büyük vazifenin
Diyanet İşleri Başkanlığı mensuplarına düştüğüne işaret ederek istirhamda bulunur gibi şöyle konuştu: “Biraz evvelki mülahazalarımda arzettiğim gibi, belki onlar da düşünüyorlardır yani,
bir diyanet teşkilatımız var, milletimizin kaderiyle alâkadardır bu insanlar, giderler hacda Arafat'ta dua ederler, Müzdelife'de dua ederler, hacılara ‘amin' dedirtirler, bu meseleyi de mutlaka düşünmüşlerdir, keşke camilere, köye-kasabaya en ücra yerlere kadar, ovaya-obaya, meseleyi duyuracak şekilde hep ta'mimde bulunsalar, Allah aşkına İslam dünyası için ve hususiyle de o İslam dünyasına belli bir dönemde başlık yapmış, dümendarlık yapmış milletimiz için ne olur dua edin, iki büklümüz asa gibi, Allah belimizi doğrultma fırsatı versin bize, bütün dünya çapında, zannediyorum yani akıllarına gelir yaparlar bunu. Ramazan-ı şerifi arkada bıraktık, her gecesi belki
Kadir gecesiydi, bu istikamette çok iyi değerlendirilebilirdi, fakat insanımızın öyle bir tembihe ihtiyacı vardır. Bakın insanımızda yanlış şeylere karşı bile kitle psikolojisiyle nasıl hareketlenmeler oluyor. Çıkıyor bir tane Patrona Halil, ‘Haydi yürüyün' diyor, ‘Müteferrika'nın matbaasına karşı', millet yürüyor, yakıyorlar, yıkıyorlar, ediyorlar. Şimdi bu, pozitif, böyle müsbet bir şey için de olabilir. Demek bu kitle psikolojisi.. bunu psikososyologlar çok iyi bilirler.
İnsanların o damarları değerlendirilerek bir mevzuda böyle harekete geçirilebilir.”