Özal'dan, Erdoğan'a suikast izlerine...
17
Nisan 1993'te
vefat eden 8. Cumhurbaşkanı
Turgut Özal'ın
ölümüyle ilgili yürütülen soruşturmada önceki gün önemli bir gelişme oldu.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Özal'ın mezarının açılarak
otopsi yapılmasına karar verdi.
Adli Tıp Kurumu, Özal'ın kesin ölüm nedenine ilişkin inceleme yapacak.
20 yıllık zamanaşımına 7 ay kala alınan bu kararda şüphesiz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün büyük payı var. Sayın Gül, kendisine bağlı Devlet Denetleme Kurulu'na 1
Ekim 2010 tarihinde, konunun ayrıntılı bir biçimde incelenmesi talimatını vermişti. DDK'nın Özal'ın ölümünü "
şüpheli" gören 4 Haziran 2012 tarihli raporu kamuoyuna açıklandığında soruşturmanın seyri değişti.
DDK raporunda iki hususun altı çiziliyordu.
Birincisi; Özal'ın sağlığı ve güvenliği ile ilgili sergilenen zafiyetti. Raporda; "Ölüm nedeninin belirlenmesi amacıyla herhangi bir otopsi ve/veya
Köşk yerleşkesinde
delil tespiti benzeri işlemlerin yapılmamış olması, tam anlamıyla '
akıl tutulması' ile izah edilebilecek bir durumdur." ifadesi yer alıyordu.
"Bunun sonucunda da, ölüm nedeninin belirlenmesi konusunda gerek doktorlar ve aile üyeleri tarafından, gerekse yargı organları ve diğer devlet ricali tarafından, otopsi yapılması konusunda gerekli ihtimam ve tavır gösterilmemiştir." denilerek ima edilenler ise çok daha dikkat çekiciydi...
İkinci husus ise o dönemde Çan
kaya'da Cumhurbaşkanı Özal'a sunulan sağlık hizmetlerinin kapasitesi ve kalitesi ile ilgili ciddi sorunların varlığıydı. Raporda; "Merhum Turgut Özal'ın, geçmiş sağlık bilgileri ve yoğun program trafiği bilinmesine rağmen derhal müdahaleye uygun ve yeterli
sağlık personeli, ekipmanı ve donanımlı bir ambulansın bulundurulmamış olması, kabul ve izah edilebilir bir
yönetim anlayışı ve uygulaması değildir." saptaması yapılıyordu.
Doktorlarda,
aile üyelerinde, yargı organları ve diğer devlet ricalindeki "akıl tutulması"nı nasıl izah etmeliyiz? Bir Cumhurbaşkanı'nın
Çankaya'da ani rahatsızlığı durumunda,
adeta ölüme terk edilmesi için planlanmış bir zafiyetin arkasında ne var?
Rahmetli Özal'ın başbakanlığı döneminde sağlık bakanlığı yapan ve ona en yakın isimlerden olan Sayın
Halil Şıvgın'la geçen hafta Beyaz TV'deki Ortak Akıl'da bu konuları konuştuk. Köşk'e,
ameliyat bile yapabilecek tam teşekküllü bir sağlık odası kurulması çabalarının,
o günün Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri eski Kara Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Kemal Yamak tarafından engellendiğini, Çankaya Köşkü'ne yolladığı tam teşekküllü ambulansın da Başbakan Süleyman Demirel'in talimatıyla geri alındığını anlattı. Sorumluluk bu mudur?" Halil Şıvgın, geçtiğimiz haziranda da Aksiyon'da İdris Gürsoy'a konuşmuş ve şöyle demişti: "Birileri, Özal'ı kurtarabilecek her müdahaleyi engellemişler. Yanlış yerlere yönlendirmişler. O zaman bunlar kimler? Kemal Yamak, Aslan
Güner,
Hasan Iğsız,
Kaya Toperi... Kimse Köşk'te bu işi organize eden. Süreçteki kişilerin görevleri ile ilgili varsa ihmalleri onlara bakmak lazım. En başta da
hesap sorulması gereken kişi dönemin başbakanı Demirel'dir."
Özal'ın şüpheli ölümünün aydınlatılması, Türkiye'de faili meçhul cinayetleri, karanlık bir dönemi de aydınlatacaktır. Başta eski Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis suikastı olmak üzere, pek çok subay ve general cinayetleri de aydınlanacaktır. Hatta Başbakan Erdoğan'a yönelik suikastların da izlerine ulaşılacaktır. 28 Şubat postmodern darbesinin kodları da çözülecektir...
İki önemli nokta daha var. Birincisi, rahmetli Özal'ın 18 Haziran 1988 tarihinde Ankara'da,
Atatürk Spor Salonu'nda Anavatan Partisi kongresinde uğradığı suikast yeniden soruşturulmalıdır. İkincisi de,
TBMM Darbeleri
Araştırma Komisyonu, Özal'ın ölümünü de ele almalıdır.