Geçtiğimiz günlerde
Adana Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başlattığı "Siyasi Casusluk"
soruşturması kapsamında biri MİT elemanı 5 kişi tutuklanmıştı. Şahıslar,
Suriye'deki karışıklıktan kaçarak
Hatay'a sığınan 2
muhalif subayın kaçırılarak Esed yönetimine teslim edilmesiyle ilgili soruşturma üzerine yakalanmıştı.
Sorgulamalar sırasında görevli bir MİT mensubunun da savcılığa getirilerek ifadesinin alındığı ve daha sonra gizlice serbest bırakıldığı öne sürüldü.
Soruşturma kapsamında dönemin MİT Hatay ve Adana
bölge müdürlerinin de davetiye yoluyla ifadeye çağrıldığı fakat 2 görevlinin de çıkacak "MİT yasasını" beklediği için ifade vermeye gitmediği ortaya çıktı.
Türkiye gündemine oturan bu konuyu köşesine taşıyan
Sabah Gazetesi yazarı
Nazlı Ilıcak, "Casusluk örtbas mı edildi?" diye sorarken,
Zaman Gazetesi yazarı Mehmet Kamış, "emanete sahip çıkamayan Türkiye'nin düştüğü duruma" dikkat çekti. İşte o köşe yazıları...
Casusluk örtbas mı edildi? - NAZLI ILICAK / SABAH
MİT'in Hatay Şube Müdürü Ö.S., geçen yılın ağustos ayında
Özgür Suriye Ordusu liderlerinden
Albay Hüseyin Hermuş'u,
Esad rejimine teslim etmiş. Bunun karşılığında da, başına konulan 100 bin dolarlık
ödülü almış. Biz bunu, daha yeni, Adana Cumhuriyet Savcılığı'nın başlattığı soruşturma sonucunda öğrendik. Geçtiğimiz aylarda İngiltere'deki
Guardian gazetesi, 9
PKK karşılığında Özgür Suriye Ordusu'ndan bir
komutanın Esad rejimine iade edildiğini yazmış, haber
Dışişleri Bakanlığı tarafından "Böyle bir şey yok" diye yalanlanmıştı. Meğer varmış... Ve MİT yöneticileri, Ö.S.'yi koruyormuş! Zira
İskenderun Gümrüğü'ndeki vazifesine daha yeni son verildi. Ö.S.'nin dinlemeye takılan
telefon konuşmasından, MİT Hatay Bölge Müdürü M.A.A.'ya,
kaymakamın haber verdiği anlaşılıyor. Kaymakam, "Senin adamların en son onu almışlar" diyor. Zaten, Hermuş'un Ö.S.'nin aracına bindiğini
kamera kayıtları da ortaya koyuyor ve hakkında işlem yapılmamış.
Adana Cumhuriyet Savcılığı, izin almadan soruşturma başlatmasa, bizim
casus, acaba cebinde 100 bin dolar, MİT'in koruması altında işine devam mı edecekti?
Suriyeli Albay ya da emanete ihanet - MEHMET KAMIŞ / ZAMAN
Üniversitede okurken ruhumda çok derin izler bırakan Tuareg (1984) isimli bir film izlemiştim.
Çöldeki çadırına sığınan misafirini zorla elinden almaya çalışan askerlere karşı tek başına savaş açan bir Tuareg'in hikâyesini anlatıyordu. Kendisine sığınan kim olursa olsun onun emanetiydi, isteyen kim olursa olsun asla veremezdi. Sığınan kişi o
ülkenin devrik devlet başkanı olsa da ve eli silahlı yüzlerce asker zorla gelip almaya çalışsalar da bu, onun emanet olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. İşte o film, Tuareg'in çölde yaşamasına rağmen emanetine ihanet edenlerden tek başına
hesap sorma mücadelesini aktarıyordu.
Emanet böyle bir şeydi. Kendisine sığınan kim olursa olsun, canı ve malı pahasına o kişi korunurdu. Onu korumamak kadar insanı alçaltan bir şey olamazdı. Suriyeli muhalif albayın ve binbaşının tekrar Esed yönetimine teslim edilmesi haberini okuduğumda, ilk önce Tuareg filmi aklıma geldi. Kendisine sığınanı korumak için canını hiçe sayarak mücadele eden, koruyamayınca da kendisini bu dünyada yaşamaya layık görmeyen çöl insanı Tuareg... İki Suriyeli komutan için o Tuareg'in gösterdiği hassasiyeti gösterememek içimi acıttı. Biri MİT görevlisi dört kişinin, koskoca Türkiye Cumhuriyeti'ni düşürdüğü durum, yüreğimi kanattı.
Suriye Muhalifleri Komutanı ve Özgür Suriye Ordusu kurucusu Albay Hüseyin Mustafa Harmuş, Suriye'de emrindeki 120 askerin öldürülmesinden sonra Türkiye'ye sığınmış, Esed'e karşı ağır suçlamalarda da bulununca yakalanması için başına 100 bin dolar ödül konulmuştu. İddiaya göre o dönem MİT görevlisi olan Ö.S., 4 kişiyle birlikte Harmuş ve aynı kampta bulunan
Binbaşı Mustafa Kassum'u kaçırarak Suriye'ye teslim etti. Mustafa Harmuş'un ağabeyinin başvurusu üzerine konuyu araştıran Hatay
Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlarla Mücadele Şubesi ekiplerinin çabaları sonucu olay aydınlatıldı. Bir subay, ülkesinden kaçarak emin ülke olarak gördüğü Türkiye'ye sığınmış, ancak Türkiye'd
e devlet gücünü kullanan bir ruhsuz tarafından, kaçtığı ülkeye geri iade edilmişti. Üstelik bu subay sıradan bir subay değil, muhalifleri örgütleyecek
kurmay zekâya sahip bir liderdi.
Olayın asıl vahim tarafı şu: Kardeşi kaybolunca Albay Harmuş'un ağabeyi
Başbakan'a bir
mektup yazıyor. Başbakan, bu konunun araştırılmasını istiyor. MİT tarafından Başbakan'a 'Albay'ın kaçırıldığına dair bir bilginin olmadığı, ülkeyi terk etmiş olabileceği' yönünde
cevap veriliyor. Yani tabiri caizse yaşanan ihanetin üstü örtülüyor.
Aylar sonra olay ortaya çıkınca da MİT, apar topar elemanının görevine son veriyor. Ama o kişinin işten atılması, Başbakan'ın yanıltılmışlığının önüne geçmiyor. Üstelik yanıltılan Başbakan, Suriye konusundaki hassasiyetiyle bilinen ve belki Suriye halkının en büyük güvencesi
Tayyip Erdoğan...
Kendisine sığınan bir mülteciyi korumayan, üstelik düşman olarak görülen yönetime teslim edip, o kişinin idam edilmesine neden olan, emanete sahip çıkamayan bir Türkiye'nin düştüğü durumu anlayabiliyor muyuz?
Bu konu ortaya çıkınca, 'Albay'ın Suriye'ye teslim edilmesi karşılığında 9 PKK'lı alınmış ya da Albay'a karşılık Suriye'de yakalanan şu kadar MİT elemanı iade edilmiş' gibi laflar ediliyor. Bu sözler sizi ikna ediyor mu? Sanki albay ve binbaşı Muhaberat elemanı olarak yakalanmış da, oradaki elemanlara karşılık bunlar verilmiş! Öyle değil, bu albay ve binbaşı sana sığınmış, seni sığınılacak bir yer olarak kabul ederek canını sana emanet etmiş. MİT, emanete ihanet eden elemanını sadece görevden uzaklaştırmakla yetiniyor. Emanete sahip çıkmamanın, Türkiye'yi bu duruma düşürmenin cezası sadece görevden uzaklaştırma mıdır? 'Şark'ta sana sığınanın bambaşka bir anlamı yok mudur?