Bu etkinin bilimsel açıklaması ise şöyle: Konuşulan kelimeler, hava yoluyla ses dalgaları olarak iletiliyor. Bu nedenle havanın fiziksel özellikleri, konuşmanın ne kadar kolay üretilebileceğini veya duyulabileceğini etkiliyor.
"P", "t" ve "s" gibi sert harfler ses tellerinin titreşimi olmadan, daha ziyade dudak ve dilin keskin hareketleriyle üretiliyor. Nispeten daha yumuşak olan "b", "d" ve "z" gibi harfler ise ses tellerinin titreşimiyle çıkıyor.
Kuru ve soğuk havada, ses telleri de kurudur ve titreşimli sesleri çıkarmak daha zordur. Sıcak havada ise moleküller daha hızlı titreştiğinden sert seslerin yüksek frekanslı enerjisi daha güçlü bir şekilde emilir. Bu da sesin boğuk ya da daha az net çıkmasına neden oluyor.
Araştırmada 5 bin 293 dil analiz edildi
Bu diller daha sonra konuşulan bölgelerin ortalama sıcaklık verileriyle karşılaştırıldı. Nature dergisine göre, bu durum net bir istatistiksel verili ortaya koydu: Ortalama ses şiddetinin en yüksek, yani dillerin en gürültülü olduğu bölgeler Ekvador çevresi olarak tespit edildi.
Ünlü-ünsüz oranı ses yüksekliğini etkiliyor
Bunun aksine, tropik bölgelerde konuşulan dillerde ise genellikle ünlüler ve ünsüzler arasında dengeli bir ilişki var: Ünsüzler ve ünlüler sözcüklerde sıklıkla yer değiştiriyor. Örneğin "Wehewehe" Hawaii dilinde "açıkla" anlamına gelirken "Edo okuta" "taş" için kullanılıyor.
Araştırmaya göre, Okyanusya ya da Batı Afrika kökenli diller özellikle "yüksek sesli" kategorisinde. Örneğin Nijerya'nın güneybatısında konuşulan Yaruba dilinde bir kelebeğin adı, hayli gürültülü bir kelime olan "labalábá".
Elbette bazı istisnalar da var: Orta Amerika'nın bazı bölgelerinde ve Güneydoğu Asya anakarasında, sıcak iklime rağmen oldukça düşük ses şiddetine sahip diller konuşuluyor.
Wichmann'a göre bu istisnalar, sıcaklığın sonorite üzerindeki etkilerinin sadece yavaş geliştiğini ve bir dilin, seslerini ancak yüzyıllar hatta bin yıllar boyunca karakterize ettiğini gösteriyor.
Dil çevreye uyum sağlar mı?
"Araştırmacılar, uzun bir süre boyunca dilsel yapıların kendi kendine yettiğini ve sosyal ya da doğal çevreden hiçbir şekilde etkilenmediğini varsaydı. Bizimki de dahil olmak üzere daha yeni çalışmalar, şimdi bu varsayımı sorgulamaya başlıyor."