“Sessizlik insan haklarının en büyük düşmanıdır…”
Geride kalan hafta içinde bir dizi güzellik yaşandı. Bu güzellikleri Erdoğan’ın BM toplantısı için ABD’ye gidip şov yapması dahi gölgeleyemedi. Artık insanlar Erdoğan’ın “itibar” gösterilerinden bıktı, boş vaatlerini dikkate almıyor. Erdoğan devletin tüm unsurlarını, imkanlarını kontrol etmesine rağmen gündemi domine edemiyor.
Geçtiğimiz hafta bazı faaliyetler geleceğe dair ümidimizi artırdı. Türkiye’de “terörist” ilan edilen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın Birleşmiş Milletler toplantıları çerçevesinde sunumlar yapması bunlardan biriydi. İşkenceleri, eziyetleri dile getiren, zulüm nedeniyle vefat eden, mağdur olan insanlarla ilgili gündem oluşturan Tenkil Müzesi bir başkasıydı. Dört gün süren Türkiye’deki iktidarın adaletsizliklerini, zulümlerini yargılayan sivil bir mahkeme olan Turkey Tribunal, kötüler ve kötülükler karşısında hepimize umut oldu.
Turkey Tribunal en heyecan verici olanıydı. İki yıllık bir gayretin sonucu ortaya çıkan Turkey Tribunal AİHM’nin eski yargıçları ve insan hakları uzmanı kişilerin yer aldığı, Erdoğan rejiminin hukuksuzluklarını yargılayan bir halk mahkemesi. Resmi sonuç doğuracak, yaptırımı olan bir yargılama değil. Ama kamuoyu oluşturma, dünyanın dikkatini çekme, mağduriyetlere ses olma açısından çok önemli. Ayrıca ifadeleri, belgeleri gerçek yargılamalarda delil, bilirkişi raporu olarak kullanmak mümkün olacak.
Dört gün süren, yurt dışına çıkabilmiş mağdurların, işkenceye uğramış kişilerin dinlendiği yargılamalar yaşanan zulüm sürecinin ne kadar derin ve can yakıcı olduğunu ortaya koydu. Nitekim kapanış konuşmasında sivil mahkemeyi organize eden Prof. Dr. Johan Vande Lanotte uygulamaların tekil ve siyasi iradeden bağımsız olmadığını, sistematik, yaygın insan hakları ihlalleri olduğunu söyledi. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar olarak üzerine gidilmesi gerektiğini ifade etti. Lanotte sıradan bir isim değil. Ghent Üniversitesi’nde profesör. Dört farklı dönemde Belçika’da federal hükümetlerde Başbakan Yardımcılığı yaptı. 2006 yılında Kral II. Albert tarafından Devlet Bakanı olarak atandı.
Cenevre’de yapılan duruşmada Erdoğan rejimini yargılayan sivil mahkemenin üyelerinin hepsi hukuk ve insan hakları alanında bilinen saygın isimler. Mahkemeye başkanlık eden Prof. Dr. Françoise Barones Tulkens, Université de Louvain la Neuve’de çalıştı, Strazburg’daki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yargıç ve başkan yardımcılığı görevlerini yürüttü. AB Temel Haklar Ajansı Bilim Kurulu Üyesi olarak görev yaptı. Pretoria Üniversitesi’nde İnsan Hakları Merkezi profesörü ve kurucu direktörü olarak görev yapan Dr. Johann van der Westhuizen ise Güney Afrika Anayasa Mahkemesinde yargıç olarak çalıştı. Angelita Baeyens ise 2012’den beri Georgetown Üniversitesi Hukuk Merkezi’nde çalışıyor. Baeyens ayrıca Amerikan İnsan Hakları Komisyonu’nda hukuk işlerinden sorumlu olarak çalıştı. Prof. Giorgio Malinverni, halen Avrupa Konseyi İdare Mahkemesi Başkan Yardımcısı. Yıllarca Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde profesör olarak çalışan Malinverni, 1990-2006 yılları arasında da Venedik Komisyonu’nda görev yaptı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hakimi olarak çalıştı. Prof. Dr. Ledi Bianku Strazburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Enstitüsü’nde görev yapıyor. 2008-2019 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Hakimi olarak çalıştı. Dr. John Pace ise uluslararası insan hakları hukuku uzmanı. Dr. John Pace, 2004-2006 yılları arasında BM Irak Yardım Misyonu İnsan Hakları Ofisi Şefi idi. Ayrıca BM İnsan Hakları Komisyonu Sekreteri olarak çalıştı.
Bu tarz sivil yargılamalar daha önce Uygurlar için Çin hükümetine karşı ve Irak işgalinde yaşanan insan hakları ihlallerine karşı da yapıldı.
Turkey Tribunal’da işkence gören, tutukluluk döneminde ve cezaevlerinde insanlık dışı uygulamalara maruz kalan mağdurları gözyaşı ile dinledik. Benim gibi yaşanan süreci yakından takip eden kimseleri bile hayret içinde bırakan, üzücü tablolar resmedildi. Beni asıl hayrete düşüren yargıçlar Hasan Dursun ve Süleyman Bozoğlu’nun anlattıklarıydı. Yargıç güvencesine sahip, anayasa ve yasalarla hakları korunan birlerce yargıç hiçbir delil gösterilmeden, fişleme listeleri ile tutuklanıp hapislere doldurulmuştu. 15 Temmuz’dan çok önce CHP’li, Kemalist, milliyetçi, Ulusalcı vd. farklı kesimlerden yargıçların Yargıda Birlik Platformu adı altında yargıda bir tasfiye için beraber çalışmaları ilginç bilgiydi. 15 Temmuz sonrası atılan yargıçların fişlenme süreci 2014’lerde başlamıştı. Hakim ve savcıların haklarını savunması gereken HSYK fişlemenin ve yargıçlara yönelik soykırımın baş aktörüydü. Yani 15 Temmuz’dan çok önce tuz kokmuştu ve bunda muhalefetin de vebali büyüktü. Yargı içindeki her siyasi grup kendilerinden olmayan veya tanımlayamadıkları kişileri Erdoğan’ın fişleme havuzuna atmıştı. Baroların 15 Temmuz öncesinde ve sonrasında hukuku kenara bırakıp yargıçların, hatta avukatların haklarına kör ve sağır olması, dahası linç sürecine destek olmaları utanç vericiydi.
Hendek olaylarında Cizre’de yaşatılanlar, 79 gün süren ve 288 kişinin öldüğü sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde, elektrik ve suyun kesilerek sivil halka tanklarla, ağır silahlarla saldırılması bir iktidarın nasıl canavarlaşabileceğinin göstergesiydi. Herkesin gözü önünde 2017 yılında polis kurşunuyla öldürülen üniversite öğrencisi Kemal Korkut’un ağabeyinin anlattıkları yürek yakıcıydı. Vuran polisin değil, fotoğrafı çeken gazetecinin hapiste olması, aile üyelerinin canlarını kurtarmak için ülke dışına kaçmak zorunda kalmaları, ülkedeki hukuksuzluğun durumunu ortaya koyuyordu.
Konunun iktidar ve paydaşlarını rahatsız etmesi, onların dahi gündemine girmesi Turkey Tribunal yargılamalarının etkili olduğunu gösteriyor. Öncelikle bu Türkiye’ye karşı bir organizasyon değil. Hukuksuzluğa, insan hakları ihlallerine ve bu bunlara sebep olan Erdoğan rejimine karşı bir faaliyet. Artık bu rejimde -AKP’liler dahil- kimse güven içinde değil. Hukukun böylesine siyasallaştırıldığı bir ortamda herkesin başına her an her şey gelebilir. O nedenle Türkiye’deki zulümlerin ve hukuksuzlukların bilinir, duyulur olması herkesin hakkını koruyacaktır. Zulümden, adaletsizlikten rahatsız olmayıp, bunların duyurulmasından rahatsız olmak ise patolojik bir durum.
Türkiye’de devletin bütün kurumlarını ve gücünü kullanan organize bir kötülük var. Bu organize kötülüğe karşı mahalle, siyasi görüş, etnik, dini ayrıma gitmeden birlikte mücadele etmek gerekiyor. Güzel şeyler oluyor, Erdoğan’ın kurduğu zulüm, baskı rejimi taş taş dökülüyor.