SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Bediüzzaman Hazretleri Yirmi Dördüncü Söz’ün Beşinci Dalının İkinci Meyvesinde İslamî önemli bir meseleye güzel bir izah getiriyor: “Ey nefis! Allah’a karşı ubudiyet, gelecek mükafaatların başlangıcı değil, belki geçmiş nimetlerin neticesidir. Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle vazifeliyiz. Çünkü ey nefis! Tamamen hayır olan vücudu (varlığı) sana giydiren Cenab-ı Hak, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk (Rızık veren) ismiyle bütün yiyecekleri bir nimet sofrası içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, yer yüzü kadar geniş nimet sofrası, o ellerin önüne koymuştur. Sonra mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, mülk ve melekût âlemi gibi geniş bir nimet sofrası, o insaniyet midesinin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır. Sonra nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle gıdalanan ve insaniyet-i kübrâ (büyük ve gerçek insanlık) olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, mümkinat dairesi (yaratılmışlar dairesi) ile beraber Allah’ın Güzel İsimleri ve Mukaddes Sıfatlarının dairesine şâmil bir nimet, saadet ve lezzet sofrası ihsan etmiştir. Yani, cismâniyetin itibariyle küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyed, mahdud bir cüz’sün. O’nun ihsanıyla cüz’î bir cüz’den, küllî bir nurânî küll hükmüne geçtin. Zira hayatı sana vermekle, cüziyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nurânî bir külliyete ve marifet ve muhabbeti vermekle kuşatıcı bir nura seni çıkarmış.
“İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahat, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tenbellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi geliyormuş gibi, çok büyük şeyleri haddini aşarak, küstahça istiyorum. Hem ‘Niçin duam kabul olmadı?’ diye nazlanıyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak Cenneti ve ebedî saadeti, tamamen fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen, daima rahmet ve keremine iltica et. O’na güven ve şu fermanı dinle: ‘De ki: Allah’ın lütfuyla, rahmetiyle, evet sadece bununla ferahlanın. Çünkü bu, onların dünya malı olarak topladıkları bütün şeylerden daha hayırlıdır.’ (Yunus Suresi, 10/58)
“Eğer desen: ‘Şu küllî hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?’ Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikad ile… Mesela: Nasıl ki, bir adam beş kuruş kıymetinde bir hediye ile, bir padişahın huzuruna girer ve görür ki, her biri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: ‘Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?’ Birden der: ‘Ey Seyyidim! Bütün şu kıymetli hediyeleri kendi nâmıma sana takdim ediyorum. Çünkü, sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.’ İşte hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin sadakat ve hürmet derecesine alâmet olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o bîçârenin o büyük ve külli niyetini, arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyâkatını, en büyük bir hediye gibi kabul eder. Aynen öyle de: ciz bir kul, namazında ‘Ettehiyyâtü lillâh’ der. Yani: Bütün mahlukatın hayatlarıyla sana takdim ettikleri kulluk hediyelerini, ben kendi hesabıma, umumunu sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi onlar kadar tahiyyeler sana takdim edecektim. Hem sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın. İşte şu niyet ve itikad, pek geniş küllî bir şükürdür. Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir.
“Mesela: Kavun, kalbinde çekirdekler suretinde bin niyet eder ki; ‘Yâ Hâlıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin bir çok yerlerinde ilan etmek isterim.’ Cenab-ı Hak gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. Müminin niyeti amelinden hayırlıdır.’ hadis-i şerifi şu sırra işaret eder.
“Hem ‘Sen Sübhansın! Yarattıklarının Zâtının rızasının, Arşının ağırlığının ve kelimelerinin adedince Seni tesbih ve tenzih eder, Sana hamdederim.’ Gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır. Hem nasıl ki, bir subay, bütün er ve neferlerin bütün hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de, mahlûkata zâbitlik eden, hayvanat ve nebâtâta kumandanlık yapan, yeryüzündeki mevcudata halifelik etme kâbiliyetinde olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telakki eden insan ‘Ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz.’ der; bütün halkın ibadetlerini ve yardım dileklerini, kendi namına Mâbud-ı Zülcelâl olan Cenab-ı Hakka takdim eder. Hem, ‘Ey Sübhan olan Allahım! Bütün mahlukatının umum tesbihatı ve bütün yarattığın sanat eserlerinin dilleriyle Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim.’ der; bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir. Hem, ‘Kainatın zerratı ve mürekkebatı adedince Muhammed’e rahmet ve salat eyle’ der, herşey namına bir salavat getirir. Çünkü herşey, Muhammed Aleyhisselamın nuru ile alâkadardır. İşte tesbihatta, salavâtlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.”
Evet bu hikmet ve sırları çok iyi anlamaya çalışmamız lâzımdır.