Almanya'da yetişip Türkiye'yi tercih eden ve Ümit Millî Takım'ın formasını giyen yetenekli orta saha oyuncusu, Hakan Barış Galatasaray'a karşı oynadığı kupa maçındaki performansıyla dikkatleri üzerine topladı. O gün Sneijder'den çok etkilendiğini ve saha içinde Hollandalı yıldızdan çok şey öğrendiğini anlatan genç oyuncu, övülmekten hoşlanmadığını, tam tersine kendisini geliştirecek eleştirilere kulak vermeyi tercih ettiğini söylüyor.
Türkiye'deki genç oyuncuların yeterince çalışmamasını şaşkınlıkla karşıladığını belirten Hakan Barış, Futbol Federasyonu'nun basın departmanı tarafından hazırlanan TamSaha Dergisi'nden Mazlum Uluç'a önemli açıklamalarda bulundu. Futbolseverlerin kendisini özellikle Türkiye Kupası maçlarında izleme fırsatı bulduğunu ve çok beğendiğini bildiğini belirten Hakan Barış, Almanya'da doğup büyüyen bir oyuncu.
Hakan Barış Almanya'ya göç hikâyesiyle konuşmasına başlarken, "19 Ocak 1994'te Bielefeld'de dünyaya geldim. Üç ablam var. Ben ailenin en küçük çocuğu ve tek erkek evladıyım. Aslen Kırşehirli olan ailem 1980'de Almanya'ya göç etmiş. Babam emekli, annem ev hanımı." diyerek, futbol topuyla nasıl ve ne zaman tanıştığını da şöyle anlattı:
"Aslında futbol hayatım doğduğum günden başlamış (gülüyor). Çünkü gerçek bir futbol tutkun olan babam ismimi de Hakan Şükür'den esinlenerek koymuş. En başından itibaren babamın desteğini hep yanımda gördüm. Futbol hayatım boyunca karda, kışta, yağmurda babam hep benimle birlikteydi. Futbola 4 yaşındayken bir kasaba takımında başladım. Ardından Türkgücü'nde oynadım. Sonra yine bir kasaba takımında forma giydim. O takımda, 19 yaşında vefat eden Alex isminde bir antrenörüm vardı. Üzerimdeki emeği çok büyüktür. Bana, Arminia Bielefeld'e gitmem konusunda nasihatte bulunmuştu. Alex'in ölümünden bir yıl sonra Arminia Bielefeld'le yaptığımız bir maçı 5-3 kazandık ve takımın gollerinden üçünü ben attım. Bunun üzerine Arminia Bielefeld'e transfer oldum. O sırada 10 yaşındaydım."
Hakan Barış'ın TamSaha Dergisi'ne verdiği röportajın detayları ise şöyle:
Arminia Bielefeld altyapısında yetişme süreci sana neler kazandırdı?
Bu noktada Almanya Futbol Federasyonu'na çok teşekkür etmek istiyorum. Çünkü genç oyunculara harika bir çalışma ortamı hazırlıyorlar. Oradaki kalite bambaşka. Türkiye'deki altyapılara bakıyorum ve çocuklar için üzülüyorum. Çünkü Almanya'daki imkânlara sahip değiller. Bizim çok sayıda çim sahamız vardı, o yaşta bile haftada üç idman yapıyorduk. Çok kaliteli antrenörlerimiz vardı ve bizim için büyük fedakârlıklarda bulunuyorlardı. Sabah okula gittiğimden itibaren akşam yapacağım antrenmanı düşünüyordum çünkü o çalışmalardan büyük bir keyif alıyordum. U19'a kadar bu düzen sürdü. Her yaş grubunda çok kaliteli turnuvalarda mücadele ediyorduk ve bu da gelişimimize büyük bir katkı sağlıyordu. Orada kurulan düzenin oyuncunun yetişmesi ve gelişmesi için ne kadar kaliteli olduğunu yaşayarak gördüm.
Futbolcu olduğunu çok küçük yaştan itibaren anladın yani…
Evet. Ancak diğer yandan da çocukluğunuzu yaşayamıyorsunuz. Okula da çok fazla odaklanamıyorsunuz. Her hafta sonu turnuvaya katıldığınız için kendinize vakit ayıramıyorsunuz. Futbolcu olmayı kafanıza koyduğunuzda sadece futbola odaklanıyorsunuz. Profesyonelliğin ne olduğunu, bu işten para kazanıldığını bilmiyordum ama sürekli televizyondan maç izliyor ve "Bir gün ben de bu oyunculardan birisi olacağım" diyordum. Bunun için çok çalıştım ve emeğimin karşılığını da aldım.
Futbola başladığın ilk dönemde hangi mevkide oynuyordun?
Önce santrfor oynuyordum. İsmini aldığım Hakan Şükür gibi bir golcüydüm. Sonra orta sahaya geçtim, bir ara sağ bek oynadım ama sonra şimdiki mevkiimi buldum. Orta sahada oyunun her iki yönünü de oynayabilen bir oyuncuyum. Mücadele etmeyi seviyorum ve futbolda mücadele etmeden maç kazanılamayacağını biliyorum. Oyunun hem mücadele hem de topu kullanma bölümünde aktif olarak bulunabildiğim orta sahada görev yapmaktan büyük bir keyif alıyorum.
Bu iki fonksiyonu hakkıyla yerine getirebilmek için fiziksel açıdan çok kuvvetli olmak gerekiyor…
Ben de bunun farkındayım ve kendime çok iyi bakmam gerektiğini biliyorum. İnsanlar genç bir oyuncunun böyle yaşayamayacağını zannedebilir ama ben gerçekten de çalışmasına, beslenmesine ve dinlenmesine çok dikkat eden bir futbolcuyum. Başlangıçta böyle değildim. Almanya'da kamp diye bir olgu yoktu ve maçtan sonra herkes evine giderdi. Ama Türkiye'de dinlenmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Maçtan sonra kampa dönüp dinlendiğimde vücudumdaki toparlanmayı birebir gözlemleyince değerini daha iyi anladım. Kendime iyi bakıyorum, futboluma konsantre oluyorum ve bu sayede oynadığım mevkiin hakkını vermeye çalışıyorum.
Neden Almanya'da kalmak yerine Türkiye'ye gelmeyi tercih ettin?
Arminia Bielefeld'in U19 takımında oynamaya başladıktan sonra Türkiye'nin Almanya'daki oyuncu seçmelerine katılmıştım. İyi maçlar çıkardım ve önce Avrupa karmasına sonra da U19 Millî Takımı'na seçildim. O dönemde Tamer Tuna Hocamız benimle Dardanelspor için konuştu. Türkiye'ye gelmek aklımın ucunda bile yoktu. Arminia Bielefeld de beni A takım kadrosuna almıştı. Ancak ben genç millî takımlar için Türkiye'yi tercih edince bir anda bana bakışları değişti. Benim içinse önemli olan elbette Genç Millî Takımların formasını giymekti. Bunun üzerine Dardanelespor'un teklifini kabul edip Türkiye'ye geldim.
Dardanelspor o dönemde 2. Lig'de mücadele ediyordu. 2. Lig senin için biraz düşük bir seviye değil miydi?
Belki öyleydi ama Dardanelspor'da oynamak bana önemli tecrübeler kazandırdı. Bir kere Türkiye'de nasıl futbol oynandığını orada öğrendim. Orada bütün zorluklarla yüzleştim. Mesela çok kısa sürede bir antrenör değişikliği yaşadık. Bu benim için yeni ve öğrenilmesi gereken bir şeydi. Bir ara kadro dışı kaldım. Bu da benim açımdan yeni bir problemdi. Ama sabrettim, dua ettim ve yeniden kadroya girip oynamaya başladım. İyi oynayınca transferde de gündeme gelen bir oyuncu oldum. Bu da bir başka tecrübe olarak haneme yazıldı.
O dönemde hangi takımlar seni istemişti?
Eskişehirspor'a transfer olacaktım. Ertuğrul Sağlam'ın yardımcısı olan Ümit Bozkurt Hoca beni izlemiş ve tavsiye etmişti. İmza aşamasına kadar geldik ama transfer gerçekleşmedi. Ardından da Manisaspor'a transfer oldum. İyi ki de olmuşum. Kendimi burada çok iyi hissediyorum. Ortam harika, Manisa güzel bir şehir, tesislerimiz mükemmel.
Biraz başa dönersek, idollerin var mıydı?
Ronaldinho'yu izlemekten büyük bir keyif alırdım. Küçükken idolüm Ronaldinho'ydu. Şimdiki idolüm ise Arda Turan. Annesini, babasını, yetiştiği ortamı anlattığı zaman kendimi ona benzetiyorum. Diğer yandan da onun ulaştığı hedeflere ulaşmak istiyorum. Öncesinde de İspanya'da oynamak gibi hedefim vardı, şimdi orada oynamayı daha çok istiyorum. Arda Turan elbette benden çok daha iyi bir oyuncu ama ben de mutlaka İspanya'da oynama hedefine ulaşacağıma inanıyorum.
Eğitim hayatını nereye kadar sürdürdün?
Almanya'da 12 yıl eğitim gördüm ve üniversite aşamasına kadar geldim.
Sarı kart sayın oldukça fazla. Bunu neye bağlıyorsun?
Saha içinde oldukça agresif bir yapım var. Kaybetmeyi hiç sevmiyorum ve kazanmak için bütün gücümle mücadele ediyorum. Rakibe karşı kasıtlı hareketlerim olmasa da sert bir futbol anlayışım var ve bu nedenle de dediğiniz gibi sık sık sarı kart görüyorum.
Manisaspor'da sezon başında yedek oyuncuyken ilk on bir oyuncusuna dönüşme sürecin nasıl gelişti?
Manisaspor'a imza attıktan sonra Kartepe kampında çıktığım ilk antrenmanda sakatlandım. Röveşataya kalktığım bir pozisyonda yere ters düştüm ve kolum kırıldı. İki ay futbol oynayamadım. O dönemde takımın iskeleti de oluştu. Dolayısıyla iyileştikten sonra da bir süre şans bulamadım.
Peki, o dönemde "Acaba ben bu takımda yer bulamayacağım" gibi bir endişe hissettin mi?
Hayır, hissetmedim. Çünkü çalışırsam başarabileceğimi biliyordum. İzin dönemlerinde Almanya'ya giderdim ama o dönemde Almanya'ya gitmeyi kestim. Oynayamadıktan sonra Almanya'ya gitmenin bir anlamı yoktu benim için. Kendimi tamamen çalışmaya verdim ve takımda yer bulabilmek için mümkün olandan daha fazla gayret ettim. "Her işte bir hayır vardır" derler ya, kolumun kırılması da benim için hayırlı oldu. Hazır bir takıma girmek için verdiğim mücadelenin karşılığını sürekli oynayan bir oyuncu hâline gelerek aldım.
Türkiye Kupası maçlarında özellikle Galatasaray'a karşı gösterdiğin performans oldukça dikkat çekiciydi.
Bence her futbolcunun ayağına böyle bir şans gelmez. Maçtan önce soyunma odasında arkadaşlarıma da bunu söyledim, "Bugün kendinizi gösterirseniz vitrine çıkabilirsiniz. Bu maç hepimiz için kendimizi gösterme adına önemli bir fırsat. Skor ne olursa olsun mücadeleyi bırakmayın" dedim. Maç boyunca da bu düşünceyle mücadele ettim. Açıkçası maçta neler yaptığımın farkında değildim ama daha sonra maçın kaydını izlediğimde iyi şeyler yaptığımı gördüm. Elbette bu iyi oyunda takım arkadaşlarımın katkısı büyük. Hep birlikte iyi oynamaya çalıştık.
Takım arkadaşların arasında ileride iyi yerlere geleceğini düşündüğün isimler var mı?
Çok genç bir takımız ve aramızda gerçekten de iyi oyuncular var. Mesela benim gibi Ümit Millî Takım kampında bulunan Gökhan Sazdağı bu oyunculardan biri. Ama bazı oyuncular da yetenekli olmalarına rağmen fazla çalışmıyor.
Burası ilginç. Bir oyuncu neden çalışmaz? Çalışmanın onu daha iyi yerlere getireceğini neden bilmez?
Bunun nedenini bilemiyorum. Almanya'dayken okula gider, sonra geri dönüp antrenmana çıkar, antrenmandan sonra da ekstra çalışmalar yapardık. Burada ise çok farklı bir sistem var. Oyuncular okula gitmiyor, sadece antrenmana çıkıyor, ama ekstra çalışma yapmıyor. Bunun nasıl bir mantalite olduğunu anlayamıyorum. Mesela kiralık listesine yazılmayı da kabullenemiyorum. Daha gençsin, oyna, kendi kabul ettir, kiralanma. Bizim işimiz futbol. Ekstradan çalışacağın 1 saat. O çalışmayı yap, sonra ne yapacaksan yine yap.
Bugün Millî Takımlara çağrılan bir oyuncu olmanı sağlayan özelliklerini saymanı istesem neler söylersin?
Ben çalıştığım, en başından beri futbola emek verdiğim için burada olduğumu düşünüyorum. 6 ay önce Ümit Millî Takım'a çağırılacağımı söyleselerdi inanmazdım. Kolum kırılmıştı, oynamıyordum ve buraları düşünemiyordum. Ama eğer çalışırsanız Allah emeğinizin karşılığını mutlaka verir. Çalışacaksınız ve dua edeceksiniz. O zaman mutlaka amacınıza ulaşırsınız.
Hocaların senin en çok hangi özelliklerini beğeniyor?
Çok koşmamı, takım oyunu oynamamı seviyorlar. Ben de her zaman bunun üzerine daha fazla koymayı, daha fazla güçlenmeyi istiyorum. Bence bu noktaya gelişimdeki en önemli iki etken bunlardır.
Her oyuncu gelişime açıktır. Dolayısıyla herkesin eksik yönleri vardır. Kendinde eksik gördüğün yönler neler?
Benim açımdan Messi'den de daha iyi bir futbolcu olan Ronaldo bile antrenmandan sonra çalışmayı bırakmıyor. Demek ki her oyuncu açısından iyinin de iyisi var ve herkes kendisini geliştirmek zorunda. Ben de her açıdan daha iyi olmam gerektiğini biliyorum. Zaten hocalarımın bana "İyisin" demesinden hoşlanmam. Övülmeyi değil, eksiklerimin gösterilmesini istiyorum. Övgü almaktansa eleştirilerden faydalanarak kendini geliştirmenin daha doğru bir yöntem olduğunu düşünüyorum. Bizim hocamız o yönden çok iyi. Hiçbir zaman performansımızı övmez. O gün iyi oynasam da "Bununla yetinme, devam et ve daha iyisini yapmaya çalış" der. Çünkü mutlaka iyinin daha iyisi var. Olaya genel bakışım bu şekilde. Daha iyi olmam gereken yönlerin ne olduğuna gelince; gol pozisyonlarına daha fazla girebilmem için daha çok koşmam gerekiyor. Ayrıca gol pozisyonlarında daha iyi vuruşlar yapabilmek için de çalışmam lâzım. Oynadığım pozisyonda bana çok iş düşüyor. Defansif açıdan pozisyonlarımı daha iyi belirlemeli, daha fazla konuşarak arkadaşlarımı yönlendirmeliyim.
Oynadığın bölgede beğendiğin oyuncular kimler?
Galatasaraylılar dışında pek sevilmese de ben Felipe Melo'nun oyun tarzını çok beğeniyorum. Davranışları eleştirilebilir ama bana göre bir orta saha oyuncusunun nasıl oynaması gerektiğini çok iyi ortaya koyuyor. Galatasaray'a oyunun iki yönünde de büyük katkı sağlıyor. Büyük takım oyuncusu olacaksanız tek yönlü oynayamazsınız.
Galatasaray'a karşı oynarken seni en çok etkileyen oyuncu kimdi?
Sneijder bambaşka bir oyuncu. Maç içinde bile ondan öğrendiklerim oldu. O kadar hızlı düşünüyor ki, daha top kendisine gelmeden neler yapabileceğini hesaplıyor ve kafasından geçirdiklerini en doğru biçimde uygulamaya dökebiliyor.
Seyrederek öğrenmek de bir metottur. Bu anlamda izlediğin oyuncular var mı?
Futbolu izlemeyi çok sevmiyorum. Hatta kendi maçlarımı bile fazla seyretmem. Ben seyrederek değil, oynayarak öğrenmeyi seviyorum. Mesela Sneijder'e karşı oynarken onun bütün özelliklerini öğrendim. Ona karşı bir kez daha oynarsam nasıl davranacağımı biliyorum. Bir kere adam topla dönmüyor, direkt koşu yoluna oynuyor. Demek ki ona müdahale ederken çok daha çabuk olmak gerekiyor.
Sneijder'le aynı takımda olsan senin futbolunu da yukarı taşıyacağını düşünüyor musun?
Kesinlikle çok farklı olur. Otomatikman benim de oynama hızımı yukarı çeker. Hayatımda ilk defa böyle bir futbolcuya karşı oynadım. Galatasaraylı diğer futbolculardan hiçbir şey kapmadım ama Sneijder beni inanılmaz etkiledi.
Manisaspor'da profesyonelliğiyle size örnek olan oyuncular var mı?
Çağdaş Atan ağabey böyle bir oyuncu. 35 yaşında ama antrenmandan sonra fitness yapıyor. Kendisine inanılmaz bakıyor. Genç oyunculara da örnek oluyor. Hatta örnek olmanın da ötesinde bizi de kendisiyle birlikte çalışmaya zorluyor. Bazen canım istemese bile "Beni yalnız bırakma" diyerek fitnesse sokuyor. Böyle bir oyuncuyla aynı takımda bulunmanın benim için şans olduğunu düşünüyorum.
Millî Takım'a ilk davet edilişinden söz eder misin?
2013 yılında Feyyaz Uçar Hocamız tarafından U19 Millî Takımı'na çağrılmıştım. İspanya'daki La Manga Turnuvası'na gitmiştik. Doğrusunu söylemek gerekirse o turnuvada çok kötü bir performans göstermiştim. Millî formanın ağırlığı o kadar fazlaydı ki… Büyük bir heyecan duymuş ve o heyecanı bir türlü yenememiştim. Benim için millî oyuncu olmak bambaşka bir durum. İnsanın bu forma altında yanlış bir şey yapma şansı olamaz. İnsana büyük bir sorumluluk yüklüyor. Türk insanını temsil etmek gibi bir göreviniz var ve bu bambaşka bir duygu.
Gelecekle ilgili hedeflerin ve hayallerin?
İlk hedefim Manisaspor'un ligde kalması. Sonrasında emeğimin karşılığını alacağımı düşünüyorum. Bundan sonraki adımım Süper Lig olacak inşallah. Bir gün mutlaka büyük bir takımın formasını giyeceğimi biliyorum. Çünkü çalıştığım zaman karşılığını aldığımı gördüm.
Futbolun dışındaki hayatında neler var?
Ailemi çok özlüyorum ve her boş vaktimde Almanya'ya gidiyorum. Televizyon izlemeyi sevmiyorum. Hele spor programlarını izlemeyi hiç sevmiyorum. Kitap okumak ya da film izlemek zaten hayatımın bir parçası gibi, bu nedenle onları boş vaktimi değerlendirmek olarak görmüyorum.
CİHAN