Başyazısının başlığı HAKKA ADANMIŞ RUHLAR…
Onları anlatırken M. Fethullah Gülen Hocaefendi şöyle diyor:
“Onlar hayatlarını Bilal çizgisinde, Ammar ufkunda, Habbab ikliminde, Yâsir / Sümeyye imrentisinde, İbn-i Mes’ud gölgesinde sürdürüyorlarsa, Allah da, dû (iki) cihandan el yumuş bu bahtiyarlara öyle bakacaktır; zira O, ‘Erhamürrahimîn, Ekramü’l-ekramîn ve Eşfaku’l- müşfikîn’dir. Onlar, dünya ve mâfîhâyı içlerinden söküp atmışlarsa, o merhametlilerin en merhametlisi, kerimlerin en kerimi ve şefkatlilerin en şefkatlisi de onları asla yolda bırakmayacaktır.
“Vâkıa, Hakkın bu engin inayet ve riâyeti yanında, Nur Çağının dünyaperest mürde (ölü) gönülleri gibi, günümüzün ekâbiri de vardır. Bunlar da dünya ve mâfîhâ nedir bilmeyen Hak âşina ruhlara karşı yer yer çekememezliğe girecek, hazımsızlık gösterecek, onlara karşı akla hayale gelmedik şenaatler irtikap edecek; sürekli bir kısım şeytânî projelerle oturup kalkacak ve onların hemen her şeylerini gasp etme yolunda hukuk ve adâleti ayaklarının altına alarak en şeni’ zulümleri işleyeceklerdir. Hizmet erleri ise, bunlara karşı, Hz. Eyyûb sekine ve temkiniyle, ‘ALLAH VERDİ, ALLAH ALDI!’ deyip farklı güzergâhlarda yollarına devam edeceklerdir ve ediyorlar da! Zira onlar, bu türden şeylerle karşılaşacaklarını bilerek bu yolu seçmişlerdir.
“Bu ürpertici tablo/tablolar dairesi karşısında ‘ba’sü ba’delmevt’ kahramanlarına düşeni, her şeyi Hakkın ekstra ve özel teveccühüne havale ederek, İlahî beyan mazmununa uygun olarak ‘Allah! De… Bırak onları… İçine dalageldikleri şeylerle oyalanadursunlar’ veya ‘SEN ONLARI BANA BIRAK!’ hıfz ve inayet vaad eden beyan-ı sübhânîsine ‘Lebbeyk’ diyerek, kendi insanî ufuklarında yol almaları olmalıdır.”
“MÜSLÜMAN, DEĞİŞMEZ KİMLİK Mİ, YOKSA SIFAT MI” başlıklı yazısında Prof. Dr. Suat Yıldırım Hocamız, bu meselenin uzun uzun üzerinde duruyor. Bu kelimenin Araplık, Türklük, İranlılık gibi bir etnik kimlik olmayıp bir sıfat olduğunu ortaya koyuyor. Eğer öyle bir kimlik anlayışına insan sahip olursa, münafıklığı da etnik kimlik zannedeceğini söylüyor.
Bilim köşesinde Prof. Dr. Arif Yorulmaz “Zelzeleyi Sezen Hayvanlar” başlığı altında, son zamanlarda bazı hayvanların gerek kendilerine verilmiş hususî duyu organlarının özelliği, gerekse mâhiyetini tam bilemediğimiz bazı hisleriyle zelzeleyi önceden bildikleri konusunda müşahede ve laboratuvar çalışmalarının arttığını söyleyerek bazı örnekler veriyor. Zelzele konusunda en çok dikkat çeken hayvanlar karıncalar ve yılanlardır. “Araştırmalar ilerledikçe, başka hangi hayvanların, hangi hikmetlerle donatıldığını ve harikulâde sanat eserleri olarak yaratıldığını görebileceğiz. Çok basit gördüğümüz böcek ve yılan gibi canlıların, Allah’ın (C.C.) binbir hikmetle yarattığı muhteşem yaratıklar oluşu, her halde tefekkür dünyamızda bazı yeni açılımlara sebep olabilir.”
Kırım Hanı II. Gâzi Giray’ın Gazeline. Hocaefendinin yazdığı Nazire’si tam bugünlere göre yazılmış. İki beytini arz edelim:
“Kur’an’ın elmas düsturları ellerde dillerde,
Azgınları te’dibte kılıç u kalkan yerine.
İnsanlığa hizmet sevdasına tutulduk.
İnsanları halayık, hizmetkâr görme yerine.”
Psikoloji bölümünde Prof. Dr. Şerif Ali Tekelan, “Geleceği Yaşayabilmek” başlıklı yazısında psikosomatik hastalıkların meydana geliş sebeplerini ele alıp, insanın önemli olmayan, kafasına takılan çok küçük soruların ve problemlerin çözümü ile ilgili görüşleri beyan ediyor. Diyor ki:”Çok basit hadiselere takılıp dünyayı kendine zehir etmek, kırık plağın takılmasına benzer. Bu takılmanın sonu bir türlü gelmez. İnsanların bazıları, bütün bir hayatı böyle yaşar. Bu tipler, çoğu zaman ‘kendileri ile de barışık değildirler.’ Bunların tam tersi olan bazı insanlar da, bütün bir hayatı, sorumsuz bir şekilde, ‘Vur patlasın, çal oynasın’ havasında geçirirler. Bunların arasındaki tipler de hayatı, geçirilmesi gerektiği şekilde yaşayarak, ‘dolu dolu ve verimli’ geçirirler. Bir cemiyette, bu sonuncu grubun oranı ne kadar yüksekse, o cemiyet, o kadar dengelidir, mutludur. Bunların devirlerine dair tarih yazılırken, ‘örnek olarak gösterilecek bir toplum’ dan bahsedilecektir. (…) İşte bu bakış açısıyla hayatımızı bir bilmece çözme rahatlığıyla geçirirsek, ebedi âleme, hesap vermeye, umduklarına nâil olmaya hazır ve gönül rahatlığı içinde gitmeyi dört gözle bekleyebiliriz.”
Hikmet Arar, “Nobel Kimya Ödülü Ve Müslümanların Kimyaya Katkıları” başlıklı yazısında tarihî bir gerçek olarak Müslüman âlimlerin bu husustaki gayretlerini anlattıktan sonra Prof. Dr. Aziz Sancar’ın aldığı Nobel ödülünden söz ediyor. 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü, kanser tedavisinde ritmik saat buluşunu yaparak dünya çapında üne kavuşan Prof. Dr. Aziz Sancar’a verildiğini söylüyor.
Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde ‘İstidrak’ olarak yazılan “Üns mülahazasına İcmâlî Bir Bakış” yazısında M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Üns, Zât-ı Rubûbiyet’e bakan yanıyla, vâhidi ve cemâlî bir teveccüh sayıldı gibi ‘heybet’ de ehadî ve celâlî bir tecellinin tezahürü olarak görülmüştür. Bu itibarla, üns mazhariyeti, tevekkül, teslim, tefviz ve huzur edalıdır.” diyor.
İşte Ağustos 2017 sayılı Çağlayan dergisinden kısacık bir tanıtım… Aslında, bu güzel derginin çıkışını haber vermeden ibaret bir yazı… Bu hatırlatma ile dergiyi alırız ve iyice mütalaa ederiz inşaallah…
Abdullah Aymaz