Terör örgütü PKK/KCK, son dönemde eylemlerine yeniden hız verdi. Özelikle örgüt, Diyarbakır'ın Sur ilçesi ile Şırnak'ın Cizre ilçesinde onlarca polis ve askeri şehit etti. Yıllarda terör örgütü ile etkin mücadele eden etkin isimlerden Hakkâri eski Emniyet Müdürü Tufan Ergüder, çözüm süreci ve sonrasında yaşanan süreçle ilgili Zaman'a önemli değerlendirmelerde bulundu. Ergüder, son dönemde yaşanan olaylarda siyasi iradenin hatası olduğunun altını çiziyor. Özellikle çözüm süreci ve sonrasında girilen çatışma döneminde siyasi iradenin stratejik ve taktiksel hatalar yaptığına vurgu yapıyor. Siyasi iradenin uluslararası dengeleri iyi okuyamadığı gibi Suriye alanındaki her hamlesiyle de yaşanan sürece etki ettiğini kaydeden eski emniyet müdürü şu tespitlerde bulunuyor: "Muhatap olarak Öcalan ve Kandil seçilirken geniş halk kitleleri ihmal edildi. Bu da örgütün halk üzerindeki etkisini katladı. İnsanlar ister istemez yakın gelecekte bölgede etkisini arttırması çok muhtemel bir yapının hesabını yapmaya başladılar. Ve özellikle devlet yanlısı geniş kitlenin örgüte yakınlaşma ihtiyaçları arttı. Siyasi iradenin Kürt sorununda son dört yıldaki en büyük hatası ise devlet aklını terk etmesi oldu. Önceki Genel Kurmay Başkanı'nın çözüm süreciyle ilgili bilgi sahibi olmadıklarını ve kendileriyle istişare edilmediği yönündeki açıklamaları bunun en net örneğidir."
Eski Hakkari Emniyet Müdürü Tufan Ergüder, terör örgütü PKK'nın asıl amacının KCK belgesinde ve PKK programında hedef olarak gösterilen bağımsızlık idealine ulaşmak olduğunu kaydediyor. Ancak Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri'nde yaşayan vatandaşların bu ayrılığa razı olmayacağına vurgu yapıyor. Kürtlerin ana dilde eğitim, kent-köy isimlerinin özgünlüğünün korunması ve kültürel haklar gibi kimlik haklarının talebi dışında özerklik veya bağımsızlık talebi olmadığına dikkat çeken Ergüder, "Dolayısıyla duygusal kopuş bir türlü gerçekleşmiyor. İşte bölücü terör örgütü, çok kanlı bir çatışma süreciyle Türk'ün "her Kürt PKK'lıdır" Kürt'ün de "bu Türklerle artık beraber yaşamamız mümkün değil" anlayışına gelmesini umuyor. Terör örgütü son altı aylık çatışma sürecine bilinçli bir şekilde uzun süredir hazırlandı. Bunun yanı sıra yaşanan gelişmelerde siyasi iradenin 7 Haziran milletvekili seçimlerinden sonra Kürt sorunundaki stratejisini 'analar ağlamasın, çocuklar ölmesin' yerine 'ne mutlu şehit ailesine' üzerine dönüştürmesi de etkili oldu. Yeni stratejinin en önemli taktiksel işleyişi, Öcalan ve Kandil'e değil ama Demirtaş ve HDP'ye karşı sert politik söylemlerle yürütülen bir kampanya olarak ortaya çıktı." değerlendirmesinde bulunuyor.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE GÜVENLİK GÜÇLERİ PASİFİZE EDİLDİ
Çözüm sürecinin ardından başlayan çatışmaların iki temel özelliği barikatlar ve örgütün bitmek tükenmek bilmeyen silah-mühimmat stoku oldu. Henüz doğrulanmamış olmakla birlikte eski subay olan bir güvenlik uzmanının Cizre ve Sur'da evlerin yer altından tünellerle birbirine bağlandığı iddiasını da yan yana koyduğumuzda ihmal üstü bir durumla karşılaşıyoruz. Gerçekten siyasi iradenin açıklamalarının satır aralarından anlaşılan da örgütün silah depoladığı dönemde güvenlik güçlerinin bilinçli olarak pasifize edildiği yönünde. Son tahlilde çözüm sürecinin aslında bugünkü çatışmaların alt yapısının hazırlandığı bir dönem olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
YAŞANAN SÜREÇ SİYASİ İRADEYE AKTARILDI
Terör örgütünün stratejilerinden haberimiz vardı. Alınan önlemler sayesinde KCK'nın 2011 halk ayaklanması girişimi başarısızlıkla sonuçlandı. 2012 sonunda tuttuğu alanlardan sökülüp atıldı. Ancak çözüm sürecinde örgüte âdete suni teneffüs yaptırıldı. Bu süreçte Kuzey Suriye'de ciddi kazanımlar elde eden bir örgütten bahsettik durduk. Örgütün sınırlı güçlerini verimli kullanabilmek için hem Suriye'de hem Türkiye'de sıcak çatışmalara girmesinin kendisi açısından akıllıca olmadığını ama Suriye'deki kazanımlarını garantiye aldıktan sonra yeniden ve daha güçlü şekilde Türkiye'ye yöneleceğini hep söyledik. Bizim dönemimizde istihbari bilgiler ilgili kurumlarla hep paylaşıldı.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE PKK, DEVLET REFLEKSİ GELİŞTİRDİ
Terör örgütü PKK, çözüm süreciyle birlikte bölgede devlet refleksleri geliştirdi. Alternatif eğitim kurumlarını faaliyete geçirdi. Vergilendirme adı altında tüm bölgeyi haraca bağladı. Çadır mahkemeleri kurdu. Şehirlerde sembolik asayiş uygulamalarıyla Kürtlere yönelik sürekli 'güç bende' mesajları üretti. Güvenlik birimlerinin pasif tarzı nedeniyle halk bir süre sonra şikâyetlerini iletmez oldu. Amma velakin bunlar yapılırken Anayasa ve kanunlar değiştirilmedi. Devlet mekanizması görünmez bir el tarafından adeta rehin alındı. Makam sevgisi, gelecek ve maişet endişesi gibi temel insani duygular üzerinden makam sahipleri sindirildi ve bugüne geldik. Şimdi sürecin mantığını değil ama vahim sonuçlarını tartışmak durumunda kaldık.
ÇÖZÜM SÜRECİNDE PKK, FAALİYETLERİNİ ŞEHİR MERKEZLERİNE KAYDIRDI
Devlet çözüm süreci nedeniyle pasif bir tavır takındığı dönemde bölücü terör örgütü faaliyetlerini şehir merkezlerine kaydırdı. Güpegündüz konutlarından kaçırılanları, iş yerlerinden örgüt mensuplarının adeta kolluk gibi alıp götürdüğü şehir efsanesine döndü. Celp kâğıdıyla kırsaldaki kamplara çağrılanlar karşılarında çadır mahkemelerini buluyorlardı. Örgüt bir yandan da şehir çatışmalarına hazırlık yapmaktaydı. Pilot uygulama için seçtiği Yüksekova'da bugünlerin provasının yapıldığı 2013 sonunda sıradan basın açıklamalarından sonra bile maskeli silahlı adamlar peydahlanmaya başlamıştı. Ardından 6-7-8 Aralık olayları patlak verdi. 6 Aralık günü polise ateş açan grupla çıkan çatışmada iki terörist etkisiz hale getirildi. Kendisini sürecin görevlisi gören bazı yazarlar, illerdeki mülki amirleri ve güvenlik bürokrasisini hedefe koyarak yıpratmaya başladılar. Ve sürece ihanet etmekle suçladılar. Sadece devlet değil çözüm medyası da tuhaftı. Güvenlik güçleri, kendilerine ateş eden teröristleri etkisiz hale getirdikleri anda görüntülerini kaydettikleri için yazılan söylenenler propagandadan ibaret kaldı. Görüldüğü gibi sürecin medyası ve kalemleri gerçeklerden o kadar uzaktılar ki olanları sadece görmezden gelmiyorlar aynı zamanda güvenlik bürokrasisi üzerinde baskı oluşturmada işe yarıyorlardı.
KÜRT SORUNU TÜRKİYE DİNAMİKLERİ İLE HALEDİLEMEZ
Kürt sorununu çözmek tüm siyasilerin hayalini süsler. Siyasilerin olaylara yaklaşımı elbette tercih edilme, iktidar olma, iktidarda kalmakla doğrudan ilişkilidir. Ve bu sorunu çözebilecek siyasi aktörün kazanımları tahminlerin ötesinde olacaktır. Türkiye'de rahmetli Özal'la birlikte Kürt sorunun çözümünde güç kullanma dışında arayışlar hep olmuştur. Ancak sorun yalnızca Türkiye dinamikleriyle halledilebilecek olmaktan uzaktır. Bugüne kadar iktidarların bir anlamda kaderini belirleyebilme gücü taşıyan Kürt sorununu çözmek için mevcut iktidar partisinin de 2008'den beri arayışları olmuştur. Alınan kararların, irade edilen uygulamaların olumlu sonuçlarının getirileri olacağı gibi işler kötüye gittiğinde çıkan faturanın da ödenmesi gerekir. İşte bu noktada 'baldıran zehri içtik' söyleminin sorumluluk alma, güven duygusu oluşturma propagandasından öte gerçek bir sonuç ifade etmediği anlaşılmaktadır. Kolaylıkla söyleyebiliriz ki siyasetin yönettiği bir çözüm süreci 'oy' temellidir. Ve bu da bir devletin ölüm-kalım mücadelesi, toprak savaşı vermesine yol açabilecek sonuçlar barındırıyorsa alınacak böylesine önemli kararlar başta milletin iradesini temsil eden TBMM olmak üzere ilgili tüm kurumların dahliyle devlet aklı devreye sokularak alınabilir. Devletin en önemli güvenlik kurumları istişarenin dışında tutulmuştur. Son olaylar net olarak göstermiştir ki siyaseten nemalanmanın yönlendirdiği bir çözüm arayışı kayıplar söz konusu olduğunda feda edilebilmektedir.