Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Aslı Aydıntaşbaş Trump ile Türkiye'nin arasındaki gerginliğin perde arkasını yazdı.
Trump, Brunson’la ilgili ne demiş?
Rahip Brunson müzakereleriyle başlayıp doların 6.50 TL’ye kadar tırmandığı doludizgin bir ekonomik krize dönüşen süreçle ilgili söylenecek çok şey var...
Ama önce hayıflanma... Keşke bu kriz, işler bu raddeye gelmeden çözülseydi.
Tabii hemen belirteyim: Brunson krizi daha erken çözülseydi, Türkiye yine de ekonomik bunalıma girecek, ABD’nin faiz yükseltmesi, Türkiye’ye has yapısal dengesizlikler ve ağır döviz borcu yüzünden zaman içinde dolar yine 6.50’lere çıkacaktı. Brunson sadece işin tuzu biberi oldu.
Brunson krizinden ari, değişmeyen bir meselemiz var: Yeterince üretmiyor ama haldır haldır dolarla harcama yapıyoruz. Kurulan yeni sistem, rasyonel değil. Eninde sonunda ‘Müzik bitti!’ denilen bir an gelecek ve Türkiye ekonomisi daralacaktı.
Ancak ekonomik kriz zamana yayılsaydı, en azından tedbir almak kolaylaşacak, ekonomide daha rasyonel bir tavır geliştirme fırsatı doğacaktı. Hatta bu noktada Berat Albayrak’ın ekonomi bakanı olması, belki bazı zaruri adımlar konusunda Tayyip Erdoğan’ın daha kolay ikna edilebilmesi anlamına gelebilirdi.
Ancak zamanımız yok. Kriz, ABD’nin aldığı yaptırım kararıyla ‘güm’ diye geldi. Bugün özel sektörde yavaş yavaş hissediliyor; 3 ay sonra, sokakta hissedilecek.
Kapalı kapılar ardında devam eden Brunson müzakerelerini, günbegün takip ettim. O yüzden hayıflanmama biraz izin verin. Çünkü masada ciddi bir mutabakat zemini vardı. Çözüm, çok yakındı. Biraz esneklik olsa, anlaşma sağlanabilir, Brunson evine gider, Hakan Atilla da eylül başında Türkiye’ye dönmüş olurdu. ABD Halkbank’a düşük (piyasaların satın alacağı cinsten) bir kınama cezası verecekti.
Ancak iki taraf da şansını zorladı. Türkiye, ABD’ye son gönderdiği heyetle, Brunson’ın bırakılması karşılığında Halkbank’a yönelik OFAC yaptırımları olmamasını istedi. Beyaz Saray ise “Önce Brunson’ı bırakın” noktasında ısrarcı oldu.
Donald Trump ve Tayyip Erdoğan, tarz olarak birbirine benzeyen liderler. Çatışmacı davranmaktan çekinmiyor, elitlerden nefret ediyor, uluslararası kuralları sorguluyor, pazarlığı seviyor, yeri geldiğinde dünya meselelerini şahsileştiriyorlar. İkisi de ‘Batı ittifakı’ denen kavrama şüpheyle yaklaşıyor; sanki 20. yüzyıl hiç yaşanmamış gibi dünya meselelerini büyük güçler arasında bir al-ver olarak görüyorlar.
Bu benzerlik, başta iki liderin de birbirini sevmesine neden olmuştu. Hatırlarsanız yandaş medya, Donald Trump’ı yere göğe koyamıyor, ABD lideri ise Tayyip Erdoğan’ı her gördüğünde övgülere boğuyordu.
Ancak Brunson krizinde bu hayranlık işe yaramadı. İki lider arasındaki müzakereler, resmi kanallar değil büyük ölçüde özel aracılar üzerinden gitti. Dışişleri, ancak Brunson işi akut bir krize dönüştükten sonra devreye girdi.
Anladığım kadarıyla Donald Trump, Brunson’un bırakılmamasını, şahsına yapılan bir hakaret olarak algılıyor. İddia o ki, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, ABD Başkanı’na Türkiye’nin son teklifini ilettiğinde, cevabı, “Peki. [Brunson] Kalsın o zaman!” olmuş. ABD Başkanı, ‘dostu’ kabul ettiği Tayyip Erdoğan’ın tek ricasını geri çevirmesine kızmış, Türkiye’ye yönelik yaptırım kararı alırken, herhangi bir stratejik denge ya da ittifak hukuku gözetmiyor. Ne NATO, ne de Türkiye’nin Batı’dan kopması umurunda. ABD’nin küresel gücünü, yaptırımlar üzerinden hissettirmekten keyif alıyor.
Devlet meseleleri stratejik dengeler değil şahsi meseleler haline geldiğinde, herkesin başı ağrır. Şu anda yaşadığımız da bu durum. Bu yüzden de tehlikeli.
Peki ne olur? Önce kötüleşir, sonra düzelir.
Türkiye’nin şu zamana kadar Almanya, Hollanda ve Rusya ile yaşadığı krizlerde gördüğümüz, duygusal reaksiyonlar ve sert demeçlerle olayların önce tırmandığı, ancak birkaç ay sonra sessiz sedasız diplomatik temasların başladığı. Her üç ülkeyle de önce ipler feci şekilde koptu, ardından ‘normalleşme’ adı altında son derece ciddi barışma müzakereleri başladı.
Tahminim, birkaç aylık bir gerilimden sonra ABD ile de ‘normalleşme’ ve barışma müzakereleri başlayacaktır. Ne stratejik, ne de ekonomik anlamda bu kavganın Türkiye’ye hayrı olmadığı ortada.
Ancak daha büyük sorun, birkaç ay sonra ABD ile barışma olsa bile Türkiye’de ekonomik kriz ve Batı’dan kopma sürecinin artık kaçınılmaz bir hale gelmiş olmasıdır. İkisi de istemediğim senaryolar, ancak artık kaçınılmaz olarak görüyorum. Brunson 6 ay sonra serbest kalsa, Hakan Atilla evine dönse dahi, artık global konjonktürdeki yerini Batı’da görmeyen ve ekonomik olarak duvara toslamaya mahkûm bir Türkiye var.
Dedim ya asıl meselemiz Brunson değil; asıl sorunumuz, Türkiye krizi...