Bazen filmlerin bir kaç sahnesi ya da repliği senaryonun tamamına katlanmaya değiyor. Sylvester Stallone’un Türkiye’de de gösterilen Cobra (1986) isimli vasat polisiye filmi de bunlardan biri. Herkes için olmasa bile, gençlik yıllarının aksiyon susuzluğunu bir güne dört film sıkıştıran izbe ve kötü sinemalarda gideren bu satırların yazarı için öyle.
Filmin giriş sahnesinde sıradan bir markette bir kaç kişiyi rehin alıp, budalaca şeyler söyleyen ve kendisini yeni dünyanın kahramanı sanan psikopat adama Stallone “Sen hastasın. Senin ilacın benim...” diye seslenir. Sonunda da dediği gibi, bu dengesiz karaktere hak ettiği dozajda ilacını verir. İnsanları katlederek yeni bir dünya kurmaya çalışan ruh hastasına başka ne yapılır ki?
Eline geçirdiği bir takım fırsatları, geçici bile olsa, paranoyak egolarını gerçekleştirmek için kullanan budalaları görünce hep bu sahne aklıma gelir. Makul, insani çerçevedeki iletişim vasıtaları etkisini kaybettiğinde, Stallone gibi “Senin ilacın benim...” diyecek ve alil muhatabının dilinden anlayacak profesyonellere ihtiyaç hasıl oluyor. Elbette ki, bu kuru temenni ancak senaryonun zaman ayarlı ütopyaları içinde gerçekleşebilir.
Göreve geldiği günden beri gırtlağına kadar siyasete batan Eski (Şimdi eski oldu! Bir hafta önceye kadar Sayın Başkanı idi! Artık her gün biraz daha unutulacak!) Diyanet İşleri Başkanı, son viraja girerken korkunç savruldu ve başladığı gibi oyunu kötü bitirdi. On beş gündür, görevi bırakacağı söylentileri ortalıkta fırtınalar koparan Diyanet İşleri Başkanının ipi, ummadığı bir anda çekildi. Sık sık ima ettiği bir İslami Anlayışı (Diyanet’in Resmi din dayatmaları...) gerçekleştiremeden oyun dışı kaldı. Yani hayallerinin, efsane Diyanet İşleri Başkanı olamadı!
Başkanlığının son günlerinde yayınlanmasına gayret sarf ettiği, emek verdiği ve giriş yazdığı Diyanet Raporu, ısmarlama bir işti ve hazret de bunu gönül rızası ile yaptı. İleride “Aldatıldım, oyuna getirildim, isteyerek yapmadım, dilim sürçtü, arkadaşlar zorladı...” gibi bahane ve gerekçelerin hepsini kendi tasarruflarıyla geçersiz kılmış oldu. Hiç kimse dile getirmedi ama, aceleye getirilmiş Diyanet Raporu görevde biraz daha kalabilmek için bir Arz-u Hal dilekçesi mahiyeti de taşıyor. Herhalde işe yaramadı. Kullanım tarihinin sona erdiğini kendisi haricinde herkes biliyordu.
Cumhuriyet Türkiye’sinin ağır aksak işleyen Diyanet Müessesesi Görmez sayesinde, dini olmaktan çok gayr-ı ahlakilik ve onursuzluğun affedilmez hatalarına yeni halkalar ekledi. Yüz yirmi bin diyanet görevlisinden sorumlu bir başkanın bir kez olsun dini bir gayret ve endişe ile gündeme gelmesi gerekmez miydi?
Devlet kesesinden astronomik rakamlarla alınan makam arabası, Avrupa’daki Diyanet’e bağlı din görevlilerinin MİT hesabına ajanlık oyunlarında kullanılması, 15 Temmuz Darbe Senaryosunda dini müesseselerin istismarı gibi yüz kızartıcı içtimai tasarruflar Sayın Görmez’in günah hanesine düşülen sadece bir kaç başlık. Bir de unutmadan, Din İşleri Yüksek Kurulu (Böyle bir kurum var ama, kimlerden oluştuğu nedense hep gizli tutulur!) vasıtasıyla Diyanet, fırak-ı dalle üretimini de üzerine almış oldu. Bu da yine Görmez’in başkanlığı dönemine kaydedilecek gündemlerden.
Dini hayatın yaşanması konusunda tesir ve gücü çok sınırlı olan Diyanet Teşkilatı olduğundan farklı görünüp, Türkiye Müslümanlarının temsilcisi gibi davranmaktan hiç vazgeçmedi. Maaşını devletten alan kadroların sevk ve idaresini yerine getirmekle, dini derinleşme konusunu hep birbirine karıştırdı. Zavallı Görmez sayesinde de bu yanlış algı ülke sınırlarını aşıp Avrupa ülkelerinde organize suç kategorisine dahil oldu. Almanya ve Hollanda da ajanlık yaptığı tespit edilen din görevlilerinin davaları hala devam ediyor.
Eski Başkan, hissi yanına ağırlık verdiği veda konuşmasında titrek sesi, önceden çalışılmış tonlama ve vurgu ayarlarıyla törene katılanlardan helallik diledi. Beklemediği bir anda, kapının önüne konuverilmiş olması ihtimal ki, zihni fakültelerini tesiri altına almış. Her şeyden önce, helallik isteyeceği insanları bilmiyor ve helalleşmek için zamanı tespit edememiş. Çünkü başkanlığı süresince çanak tuttuğu zulümlerin, içtimai linçlerin ve çağ dışı muamelelerin muhatapları hala içeride. İhtimal ki, başkan bunları hiç düşünme ihtiyacı duymuyor. Ahirete ait hesapların, veda konuşması ile kapanacağını düşünmek ne kötü bir yanılgı!
Stallone’un kısa yoldan hallettiği hastalıklar konusuna, dini endişelerini kaybedip dünyevi ikbal derdine düşen dini görünümlü siyaset tüccarları dahil değil. Onların cezaları uzun vadeli, damla damla, ilmek ilmek ve işledikleri cürmlerin endişe ve korkuları kendi içlerinde her gün daha bir büyüyerek kendisini gösterecek.
Kiminle, ne zaman helalleşeceğini bile akıl edemeyen Eski Başkan ve onun cübbesi arkasına gizlenen Din İşleri Yüksek Kurulu’nun Diyanet Raporu ne kadar inandırıcı olabilir ki?
Kadir Gürcan