Murat Akçabay ve Hatice Akçabay, çalıştıkları kurumlar Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan iki öğretmen. 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünden iki ay sonra on binlerce öğretmen gibi onların da hayatı altüst oldu.
Hizmet Hareketi mensubu oldukları için haklarında arama kaydı çıkartılınca 23 ay saklanmak zorunda kaldılar. İkisi de tutuklanıp üç çocuklarının ortada kalmasından endişe ediyordu.
18 TEMMUZ 2018'DE GECE YARISI...
İşsizlik, çocukları hastalandığında tedavi ettirememe, tüm sosyal haklardan mahrum kalma artık dayanılmaz noktaya gelince Türkiye’yi kaçak yollardan terk etme kararı aldılar. 18 Temmuz 2018 gece yarısı Meriç Nehri üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalışırken botları alabora oldu.
Hatice Akçabay (36), ve üç oğlu Ahmet Esat (6), Mesut (5), Bekir Aras(1) Meriç’in sularında can verdi. Aileden geriye baba Murat Akçabay kaldı. Anne ve iki çocuğun cenazesi bulunurken, Ahmet Esat aradan geçen bir yıla rağmen bulunamadı.
Elim hâdisenin ilk yılında Murat Akçabay ile kendi ifadesiyle “mahşer gecesini” ve 15 Temmuz’dan beri yaşadıkları ve etrafındaki insanlara yaşatılanları konuştuk.
ÖĞRETMEN ÇİFT VE MUTLU YUVALARI
Murat Akçabay, 8 Temmuz 1982’de Hatay’ın Kırıkhan İlçesi’nde doğmuş. İstanbul Üniversitesi Matematik Bölümü’nü bitirdikten sonra 2010 yılında Hatice Akçabay’la tanışmış.
Hatice Akçabay, üniversiteye giriş sınavında Karaman dil puanı birincisi, İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Mezunu bir öğretmen. Çift Ekim 2010’da evlenmiş.
2012’de Ahmet Esat, 2014’te Mesut ve 2017’de Bekir Aras dünyaya gelmiş.
Murat Akçabay, Türkiye'de arandığı dönemde üç çocuğu ile kaldığı evde.
SAKLANARAK GEÇEN YILLAR
15 Temmuz’dan sonra çalıştıkları kurumlar kapatılan öğretmen çift, arabalarını satıp bir süre idare etmişler ancak Murat Akçabay hakkında arama kararı çıkartılınca, gizlenerek geçirecekleri zor aylar başlamış.
Birkaç defa adres değiştiren ailenin hayatı Hatice Akçabay hamile kalınca daha da zorlaşmış. Doğumhane kapısında gözaltına alınan kadınlardan biri olmamak için Hatice Akçabay, kontrollerini aksatmak durumunda kalmış.
Bekir Aras dünyaya geldiği günü Murat Akçabay şöyle anlatıyor: “Bekir Aras 19 Nisan 2017 yılında dünyaya geldi. Eşimin aranıp aranmadığını bilmiyoruz, hamile iken neredeyse hiç kontrole gitmedi. Doğum günü hastaneye gittik. O zaman ben artık arandığımı biliyorum. Hatice gelmemi istemiyor, ama kimse yok yanında ben de girdim. Doğum oldu hemen çıkmaya çalıştık. Doktor Hatice’nin bir gün daha kalmasını istedi, fakat mesuliyet kabul edip imza attık. Koştura koştura çıktık.
"BEBEK HASTALANDI DOKTORA GÖTÜREMİYORUZ"
Doğum yaklaştıkça acaba yakalanma durumu olacak mı stresi vardı. Sonrasında annesinin sütü gelmedi, mamaya geçtik, alerjisi varmış. Çıkartıyor. Bekir Aras bir türlü gelişmiyor. Doktora da götüremiyoruz, ama akranlarıyla kıyas edince gelişmiyor. Hastalandı, test yapmaya götürmemiz lazım, gidemiyoruz. 10 gün kadar ciddi hasta, doktor arkadaşım vardı eve gelip kontrol ettiler. Çıkışta ‘çocuk ölebilir’ demişler o kadar ciddi hastalanmış. Sonra atlattı, ek gıdaya geçti toparladı.”
“Tabi saklandığımız süreçte hayatımız kısıtlı, giriş-çıkışlarımız problemli. Çocuklar bizimle birlikte aynı sıkıntıyı yaşıyor. Dışarı çıkmak, eğlenmek, okula gitmek istiyorlar, yapamıyoruz. Bir gün köpek almaya karar verdik Mesut için. Adını zeytin koyduk. Site yönetimi istemese de bir köşede Zeytin’le beş ay geçirdiler. Sonra yaşadığımız evde bir sıkıntı çıktı. 2018 yılı şubat ayında evde ayrıldık. Ayrılacağımız vakte kadar beş farklı yerde kaldık. Tabii Zeytin’i barınağa vermek zorunda kaldık. Meriç yolculuğuna çıkarken de çocukları Survivor’a çıkıyoruz diye motive etmiştik, kazanırsak da Mesut’a yeni bir Zeytin alma sözü vermiştim. Son güne kadar da mesut Zeytin diyordu, onun aşkıydı Zeytin.”
Mesut ve köpeği Zeytin.
“İŞKENCE HABERLERİ GELİYORDU”
15 Temmuz’da evde çay içerken televizyondan her şeyi gördüğünü anlatan Akçabay, ardından gözaltına alınan arkadaşlarının işkence gördüklerine dair bilgiler geldiğini, tanıdığı bazı arkadaşlarının gözaltına alındıktan sonra 80 güne varan sürelerde ortadan kaybedildiklerini söylüyor.
“TUTUKLANIRSAK KİMSENİN HAKKINA GİRMEYELİM”
Bazı ifade tutanaklarında isminin geçtiğini öğrenen Murat Akçabay, eşi Hatice Akçabay ile ikisinin de tutuklanma ihtimali üzerine yaptıkları konuşmayı şöyle anlatıyor:
“İkimizin de yakalanabileceğini ve ikimizin de hapse girebileceğini düşündük. Bunu tekrar tekrar birbirimize hatırlattık. Ama girdiğimiz zaman da hiç kimsenin hakkına girmeyeceğiz dedik. Gelip de önümüze bir şey koyup imzala derlerse gücümüzün yettiğince dayanacağız. Burada çocukların geride kalması en büyük korku. Fakat diğerinde başka birinin canını yakıp onun çocuklarını babasız annesiz bırakma ihtimali var. İkimiz de tutuklanırsak çocukları ne yapacağımızı da konuşmuştuk.”
Bekir Aras’ın doğumu.
“MERİÇ’İ GEÇME KARARINI KOLAY ALMADIK”
Murat Akçabay oldukça zor ve zaman zaman hıçkırıklarına hâkim olamadığı mülakatta kendi yaşadığı büyük trajediyi ve sürece ilişkin değerlendirmelerini paylaştı.
Kötü ihtimalleri düşündünüz mü?
Başımıza gelebilecek olayları biliyorduk. Evden çıktığımız andan itibaren yolda yakalanma durumu, nehri geçememe, geçince Yunanistan’da mı kalacağız, başka yere mi gideceğiz? Bizim evden çıkarken bir hedefimiz var. Bir yönüyle meçhule gidiyorsunuz.
Bilmediğiniz diyarlara yelken açıyorsunuz, sadece birileri gitmiş biz de gideriz diye ümit ediyorsunuz, çünkü bu hayatın sürdürülebilirliği yok. Yaklaşık 23 ay saklanarak geçtik.
Ülkeyi terk etme noktasında bardak nasıl taştı?
Geçim meselesi var, arabamızı satmıştık belli bir yere kadar onunla gittik. En önemlisi çocukların okulu var, bir sene yollamadık ama nereye kadar gidecek. Hastane ihtiyacı var, Hatice dört kere ameliyat oldu. Allah yüzümüze baktı da biri yardımcı oldu, ama sürdürülebilir değildi artık.
Sonra nasıl karar aldınız?
Çıkan arkadaşlarımız vardı, onlara sorduk. Yollar aradık, hangisi güvenli diye. Hangi yoldan çıkacağımıza karar verdiğimiz zaman dilimi hayatın en stresli anlarıydı. Üç çocuğumuz var, çetin bir yolculuğun beklediğini biliyoruz.
Günlerce, haftalarca yol aradık. Bir noktada eşim ‘kimse bizim kadar yol aramadı artık birine karar verelim’ dedi. Diğerlerine göre daha pahalı olsa da en güvenli gördüğümüz yola karar vermiştik ama bir takdir var.
Tek başınıza çıkmayı düşündünüz mü?
Tek başına çıkmayı değerlendirdim. Eşimin de aranması var. Ben yurt dışına çıksam o da yakalanıp tutuklansa çocuklar ortada kalacak, daha sıkıntılı bir durum.
Ahmet Esad ve Mesut’u bırakıp çıksak sonra orada hayat kurup onları da alsak mı? diye. En son geldiğimiz yerde, birlikte gidelim ayrılmayalım diye karar aldık.
Karar verdikten sonra ilk düşündüğümüz şey Hatice’nin babasıydı. Hastalıkları vardı, bir daha görebilir mi belli değil. Hatice, Karaman’a gitti, babasıyla ailesiyle helalleşti geldi.
Meriç’i geçerken hayatını kaybedenleri duymuş muydunuz?
Meriç’ten geçerken şehit olan Abdürrezzak ailesi ve Maden ailesi geldi aklımıza. O zaman da çok üzülmüş, çok ağlamıştık. Onlar geldi aklımıza.
'Geçen çok daha fazla insan var, geçeceğiz ve yeni bir hayat kuracağız' diye düşünüyorsunuz. Yakalanmama üzerine konuşmaya başlıyorsunuz. 18 Temmuz 2018’de geçmeye karar verdik.
Murat Akçabay’ın ormanda Meriç’i geçmek için beklerken çocuklarıyla çektiği son kare.
ELİM HÂDİSENİN YAŞANDIĞI GÜN
O gün ne oldu?
18 Temmuz günü geldi hava durumuna baktım, Trakya’da Edirne’de yağmur görünüyor. Kaçakçıyı aradım, ‘Burada yağmur görünüyor, benim üç çocuğum var, eşim yüzmeyi bilmiyor. Allah korusun bir şey olabilir biz haftaya geçelim, sular yükselmiş olabilir’ dedim.
Hiçbir şeyin olmadığını, emin olabileceğimizi, bir gün önce başkalarının geçtiğini söyledi. Yolların tıkanabileceğini, tüm hazırlıkların tamam olduğunu belirtti. Tabii bir yerde eliniz de kaçakçıya mahkûm, bazı yerlerde kaçakçıya rağmen bir şey yapamıyorsunuz.
Yola çıktık, Edirne’ye vardık. Ben can yelekleri almıştım, kaçakçı gerek yok dediği halde. Hava karardı, başka iki kişi geldi bizi almaya. Can yeleğine gerek yok, biz size vereceğiz, yolumuz var dediler. Biz göz göze geldik eşimle. Can yeleği poşetlerinden birini bırakalım dedik. İçinde iki yelek olan poşeti bırakacağımıza üç yelek olan poşeti bırakmışız.
SURVIVOR’I BİZ KAZANACAĞIZ
Yola çıktık, yürüyüş yolu var, hızlı hızlı yürüyorsunuz, artık yola çıkınca ipler kaçakçıların elinde. Bazen korkutuyorlar, bağırıyorlar, acele ettiriyorlar. Biz bir yandan çocukları motive etmeye çalışıyoruz, Survivor’u biz kazanacağız vs.
Bekir Aras benim kucağımda, dört kaşık uyku ilacı içirdik, kaçakçılar ağlarsa asker duyar demişlerdi. Sırtlarımızda çanta var, çocukların ellerinden tutuyoruz, Mesut Aras’la Ahmet yürüyor.
Hatice’nin taşla ilgili rahatsızlıkları var, Hatice ile Mesut arkada kalıyor. Kaçakçı bağırıyor ama ben Hatice’ye ‘ancak bu kadar yapabilirsin zorlama kendini’ diyorum, maraton gibi koştur koştur gidiyoruz.
Bir yerde ezan okundu, Hatice ‘herhalde bu da son ezanımız olur’ dedi. Ben de 'Öyle deme, Allah büyük yine geliriz' dedim. ‘Ne bileyim!’ dedi.
Murat Akçabay, Ahmet Esat ve Mesut.
"SUSTURUN BEBEĞİ ASKER DUYAR!"
Ahmet Esad sürekli neden askerden kaçtığımızı soruyor. Kaçakçı sürekli asker diyor. Ben de Survivor’da onlar da görmemeli diyorum. Mesut’u da 'yeni Zeytin alacağız' diye motive ediyorum.
Bir yerde Bekir Aras uyandı. Ağlamaya başladı. Kaçakçılar bağırdı, çocuğu uyutmanız lazım asker duyar. Ben susturamadım. Annesinin kucağına verdim. O arada kısa bir bekleme oldu. Can yeleğini giydireyim dedim.
Ahmet Esad’a can yeleğini giydirdim. Mesut’a giydireceğim baktım ki ikili poşeti almışız. İkinci yeleği Hatice’ye giydirmek için bekliyorum, bebeği uyutuyor. Can yeleği elimde kaldı. O arada kaçakçılar koştur koştur acele ettirdiler, yeleği giydiremedim.
Nehre ne kadar var onu da bilmiyoruz. Bir yerde fırsatını bulur Hatice’ye giydiririm diyorum.
Mesut bir yerde yürüyemez oldu. Onu da kucağıma aldım. Artık nefes nefese kaldığımız anlar. Sonra nehrin oraya geldik.
Bir araba ışığı göründü. Gerçekten asker mi bizi korkutmak için mi yaptılar bilmiyorum, asker geldi dediler. Hızlıca botu suyun içine atıp bizi aceleyle bindirdiler. Tahminim bir buçuk iki saattir yürüdük.
BOT ÇOK HIZLI SU ALMAYA BAŞLADI
Nehrin ortasına kadar geldik. Ben Hatice’ye doğru hafiften eğilip, ‘Allah’ın izniyle artık bitti’ dedim. İnşallah dedi. Karşıya geçti bot. Karşıda vardığımız yer iki metreden daha yüksek bir alan, 'oradan çıkamayız' diye tekrar botu nehrin ortasına doğru ittiler.
Nehrin ortasına iterken suyun içinde yatmış bir ağaç, tam batmamış.
Bot ağacın üzerine çıktı. Geçemiyor da geri de dönemiyor takıldı. Botun diğer tarafı yattı, çok hızlı su almaya başladı. Hatice’ye ağacı tut diyemeden, bot alabora oldu. Mesut’la Ahmet Esat’ı yakaladım. Kendimi kıyıya doğru atmaya çalışıyorum, fakat olmuyor yapamıyorum.
Bir yerde bir ağacın ucundan tuttuk. Ama sağlam bir dal değil, sabitleyemiyor bizi, gidip gidip geliyoruz. Ahmet Esat tuttu dalı. Ben bir elimle dalı, diğer elimle Mesut’u tutuyorum.
DÖNÜNCE BAKTIM Kİ MESUT DÜŞTÜ!
40-50 metre daha sürüklendik. Ben bir yerde yolunu bulur ikisini çıkartırım, Hatice ile Bekir Aras nerede diye aklım hep onlarda. Elimle Mesut’u ittim ileri doğru, o tuttu. Sonra Ahmet Esat’ı aldım, ileriye iteceğim. Dönünce baktım ki Mesut düştü.
O düşünce bir an atlasam peşinden. Ahmet Esat düşerse bir daha bulamam diye düşündüm. Ahmet’i de alıp atladım peşinden. İleride Mesut’u yakaladım.
ONU KALDIRINCA BEN BATTIM
Ayışığı zifiri karanlık. Mesut acaba su yuttu mu, öldü mü? diye kendime çevirdim. Gözleri ayrılmış. Ölmek üzere. Mesut batmasın hava alabilsin diye onu yukarı kaldırdım. Kaldırınca ben battım.
Bu arada Ahmet’in sesini duyuyorum o hep ‘baba’ diye bağırıyor. Çıkamıyorum artık, önüme doğru bıraktım çocukları, çıkıp tekrar tutacağım. Derman kalmadı, bir türlü suyun içinden çıkamıyorum, yorulduğunuzun bir anda farkına varıyorsunuz.
'Allah’ım rüya mı bu, ne olursun bana güç ver ben ölürsem hepsi ölür' diyorum.
Sonra ben kendimden geçmişim, kaç saniye bilmiyorum, suyun üzerinde döşek gibi yatıyorum, nehir beni aşağı götürüyor. Ahmet Esat, Mesut diye bağırdım sesleri yok. Sağa sola bakıyorum ses yok. Elime bir dal geldi tuttum.
Çocuklar gitmiş, Hatice gitmiş.
Sonra bir ses duydum. 'Hatice sen misin?' diye bağırdım. 'Benim' dedi. 'Sakın bırakma geleceğim' dedim. 'Neredesin ses ver!' Hatice’nin sesi de gitti.
KAPKARANLIK BİR YER
Allahım nereye gideyim, nereye yüzeyim. Kapkaranlık bir yer, gözümün önünü göremiyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Gitti. Mahşeri yaşamak nedir bilmiyorum, fakat herhalde o mahşerdi.
Yardım edecek hiç kimse yok. Kaçakçılar kendilerini hemen attı, hiç kimse peşimden gelmiyor. Allah mahşeri yaşattı, hepsi elimden gitti. Ben o dala tutundum kaldım. Ses gelmiyor.
Telefon vardı, yurt dışından içinden birilerini aradım. 'Bir anlam ifade ediyor mu bilmiyorum, fakat bot battı, çocuklar gitti, ekiplere haber edin' dedim. Yarım saat sonra kaçakçıların sesi geldi. Yönlendirdiler, çıkardılar, çıkmama yardımcı oldular. O duygular anlatılmaz.
İNTİHAR HARAM OLMASA YÜZ DEFE ÖLÜMÜ SEÇERSİNİZ
İntihar haram olmasa yüz defa ölümü seçersiniz. Sonra Yunanlı polisler geldi. 'Arama çalışmaları' dediler, tabii benim elimde gitti Mesut. Az-çok biliyorum. Kurtulacak diye teselli ettiler, fakat elimde gitti. Bir adım kalmıştı.
İki gün sonra 20’sinde Hatice ile Bekir Aras bulundu. 27’sinde Mesut bulundu. Ahmet Esad hala bulunmadı.
Arkadaşlar da geldiler. Hem polis karakollarını, hem oradaki balıkçı kahvelerini, sınır hattındaki köyleri her gün araştırdık, sorduk. Ahmet Esat’ı arıyorduk. İki ay oralarda araştırdık Ahmet Esat ile ilgili haber gelmedi, hâlâ gelmedi.
Cenazelerine katılamadınız?
Yurt dışına çıkan herkesin aklında anneme babama bir şey olursa dönemem, cenazelerine katılamam düşüncesi vardır, bunları göze almıştık ama böylesi akla hayale gelmemişti. O zaman ailemle, büyüklerimle konuştum.
Gidip cenazelere katılayım diye, ‘burada ne yapacağım zaten’ diye. Onlar ısrarla 'gelme, acımızı katmerleştirme' dediler. Onların kanaatinin yanında bir de dönüp hapse girmek dün gibi içeri girmek değil.
Kimsenin hakkına girmeyelim diye çıktığımız yolda, dönüp başkalarının hakkına girme ihtimalinden gerçekten korktum. Psikolojinizi kestiremiyorsunuz. İçeri girmek dün gibi girmek değildi.
Bu süreçte dava arkadaşlarınızı, ailenizi yanınızda buldunuz mu?
Benim de Hatice’nin de ailesi benim gibi yandı. Aylarca arama faaliyeti sürdü. Onlar Türkiye tarafından biz Yunanistan tarafından. Arama faaliyetlerinde kardeşimi içeri almışlardı. Medyaya da yansıdı.
Dava arkadaşlarım yönünden hep güzel dostlarım oldu, Allah bana lutfetmiş. Sonuna kadar hep yanımda oldular. Ayakta durma da böyle oldu.
Birileri hep omuz vermeyle, hakikati anlatmayla oluyor. Arkadaşlarım sırayla geldiler, aylarca beni yalnız bırakmadılar. Gerçek dostluk.
BUNA SEBEP OLANLARDAN HAKKIMIZI ALACAĞIZ
Nasıl ayakta kaldınız bu tarifi mümkün olmayan acıdan sonra?
15 Temmuz’dan sonra hem arkadaşlarımdan hep akrabalarımdan işinden atılan, tutuklananlar oldu. Yeter ki ucunda ölüm olmasın. Gidip tarlada çalışır ekmeğinizi kazanırsınız.
İçeri alınma ihtimalimi düşündüm. Ama ölümü düşünmemiştim. Oysa bu da hak ölüm de. Başa gelince anlıyorsunuz. Ben annemin babamın ölümünü düşününce dayanamazdım. Allah öyle bir imtihan verdi ki hiçbir şeye benzemiyor. Fakat imtihanı veren sabrını da veriyor.
Sabrı veriyor, fakat dün gibi değil hiçbir şey. Yaşamanız gerektiği gibi yaşıyorsunuz. İşin bir diğer yanı biz eşimle bu yola çıkarken, yolların sarp ve dikenli olduğunu hep kabul ettik, bu derece bir imtihanı beklememiştik. Takdir-i ilahi.
Allah’ın bizim için yazdığına razıyız. Fakat buna sebep olanlar var. Sebep olanlardan hakkımızı alacağız, mücadeleyi bırakmayacağız. Bu dünyada olmazsa diğer dünyada hakkımızı alacağız.
Bu dönemde yakın arkadaşlarımızdan hepsinin yaşadıkları bir şeyler var. Anne-baba içeri alınıp, çocukları dışarıda kalmış aileler var. Eşimle birlikte gidip onları ziyaret ederdik.
O çocuklar yalnız kalmış, fakat anne-babası kimseye iftira etmiyor, hakkına girmiyor. Yine 10 yıl 12 yıl ceza alan arkadaşlarımız var, hücrede. Bugün olmuş hâlâ hücrede. Kimi canından, kimi memleketinden, kimi işinden oldu, kimi hapse girdi.
Biz toplamda şunu biliyor ve inanıyoruz ki, bu yolun yolcularının başına gelecek. Bundan önce de hep olmuş. Bunları okuduk, dinledik. Bugün idrak vakti, başımıza gelince sabır vakti. Bundan vazgeçecek miyiz? Bunlardan vazgeçmeyeceğiz.
Dün ne yaptıysak, en azından kendi aileme vefadan dolayı bugün bir fazlasını yapmak durumundayım. Yolumuz yanlış değildi. Yanlış olsaydı kimsenin bırak demesine gerek kalmazdı.
Çocuklarınızın kaybından sonra sosyal medyada trolce tepkiler “oh olsun” diyenler oldu?
Bazılarını bana da atmışlardı arkadaşlar. Sonra atmasanız daha iyi olur dedim. Tweet atmışlar “Meriç temizlik yapıyor” yazmışlar. Yani benim yavrularımı, eşimi Meriç temizliyormuş. Ben o tweeti de sildim.
Kim olduğuma bakmıyorum. Birilerinin böyle demesi, benim ülkeme, topraklarıma sırt çevirmemi gerektirmez. Ben o topraklarda doğdum, nerede ölürüm bilmiyorum, ahdim var mezarım çocuğumun yanı olacak.
Kendini bilmezler her zaman olmuştur, onlar böyle dedi diye kalkıp memlekete sırt çevirecek değilim.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Öncelikle dün ne yaptıysam bugün en az o kadar yapmaya çalışıyorum. Evet bana ağır geliyor, fakat iradi olarak kendimi buna zorluyorum.
İnsanların yanında olmaya çalışıyorum, ihtiyacı olanın ihtiyacını gidermeye çalışıyoruz. Bu bir süreç. Ebediyen devam etmeyecek bir yerde bitecek. Onun dışında Allah bizi buralara gönderdi. Bulunduğumuz ülkenin dilini öğrenip, hayatımızı burada devam ettireceğiz.
DÜNYAYA 100 DEFA DA GELSEM…
Cemaate hiç girmeseydim başıma bunlar gelmezdi diye düşünüyor musunuz?
Bu dünyaya yeniden gelseydim Hatice ile evlenirdim. Üç çocuğum olmasını isterdim, Ahmet Esat, Mesut, Bekir Aras. Bir defa değil yüz defa gelsem yeniden Hizmet’e girerdim.
En az bu kadar yapmaya çalışırdım. Daha fazlasını. Yaptığımız şeylerden pişman değiliz. Başımıza gelen olaylar evet dünya adına ağır ama inançlı insanlarız. Bu kaderi bize takdir eden Allah, biz kaderimizi seviyoruz, pişmanlığımız yok.
80’lerde solcular, 90’larda Kürtler, şimdi Hizmet Hareketi’nden insanlar için Meriç bir geçiş yolu oldu. Türkiye’de sürekli olarak bunun devam etmesi konusunda ne diyeceksiniz?
Bazı hâdiseler, yaşadığımız olaylar dünden farklı düşündürebiliyor. Farklı kesimlerle uzak kalma, birbirimizi anlamama. Kader bizi bir araya getiriyor. Birbirimizin acılarını dün bu kadar paylaşmıyorduk.
Mahir Mete Kul, o da sol hareketten. Meriç’ten geçerken kaybettiğimiz bir gencimiz. Annesini ziyarete gittim. Ben nehirde iki ay boyunca oğlumu aradığım için, irtibatları, balıkçıların yerlerini, telefonlarını verdim. Tecrübelerimi aktardım. Sonrasında bulundu cenazesine katıldım. Acımızı paylaştık. Ara ara da görüşüyoruz. Aynı ülkenin çocuklarıyız biz.
Murat Akçabay’ın eşi Hatice Akçabay ile son fotoğrafı. Meriç Nehri'ni geçmeyi beklerken…
Cemaatteki mağdurlarla yeterince dayanışma var mı?
Arkadaşlarımızdan çok mağdur var. Biz yurt dışına çıkana kadar elimizden geldiğince gidip onları ziyaret ediyor, hal hatır soruyorduk. Bir vazife olarak görmek lazım.
En önemlisi bugün birbirimizin yanında olmak, omuz vermek. Zor dönemler, zor yıllar. Bu yıllar geçecek. Herkes bir imtihan yaşıyor. Herkes de inandığı kadar sahip çıkıyor. Beklenen herkesin canını dişine takıp mağdura sahip çıkması. Bundan daha önemli iş var mı bilmiyorum.
Anne baba içeride olanlar var. Çocuklarına belki bayramda gidip hal hatır soran, çocuklarına cep harçlığı veren yok. Bize düşen bugün candan yürekten onların yanında olmak.