Her Sonbahar içinde bir tohum saklar

Samanyolu ve MC Tv’nin ekran yüzü ve ana haber bülteni sunucusu Kemal Gülen'in yazısı : Her Sonbahar içinde bir tohum saklar

SHABER3.COM

KEMAL GÜLEN 



Hayatın karmaşası içinde kim bilir neleri kaçırıyoruz. Yaşamak mı, yaşadığını duymak, hissetmek mi?  Yaşadığını hissetmek için olan bitene biraz odaklanmak lazım. Ciğerlerini sonbaharla doldur, gözün sarıdan mora bütün renkleri temaşa etsin, kulaklar veda türküleri söyleyen göçmen kuşları dinlesin ve denizi kızıla boyayan güneşte kaybol. Hem günü yudumla hem gelecek için hatıra biriktir. Velev ki gün içilmeyecek kadar acı bile olsa.

Sonbaharı yaşayalım mı, güneşi batıralım mı? Ben böyle güçlü bir soru duymadım. Ottowa’da baharlar çok kısa sürüyor. Göz açıp kapayıncaya kadar ya dallar bahara uyanır veya ağaçlar gözyaşı gibi döker yapraklarını. Sonbaharı yaşamak özen ister.

Baskı ve göç döneminin romanını yazan (Hengâme, Kaçış Rampası) dostum Yusuf Ünal’dan gelen sonbaharı yaşama teklifini boş geçmedim. Yakındaki bir Tims’den çaylarımızı alıp birkaç dostla beraber araçlara bindik. Fırsat buldukça uğradığımız Gatino ile Ontario eyaletlerini ayıran nehrin kıyısına vurduk kendimizi. Burası şehrin kadim bölgesi; tek katlı ve bahçeli evlerin arasından denize yürüyoruz.  

Suyun şavkı göz alıyor, ışıl ışıl yansıması ve insanı kendinden alan sonbahar kokusu. Güneşin solgun ışıkları Ottawa River’i yalayıp sahildeki yapraklara veda öpücüğü veriyor. Yaz yorgunu yapraklar kardeşçe toprak ananın bağrına dizilmişler, basmaya kıyamıyorsun. Kelleşmeye başlayan ağaçların incecik dalların arasında bir kampçının çadırı görünüyor. Ağaçlar arasına gerdiği iplerde elbise kurutuyor. Onlar da sonbaharı yaşamak ve güneşi batırmak istiyor. Gün batımı semanın, suyun ve toprağın rengini an be an değiştiriyor, biz de gözümüzü ve gönlümüzü bu değişime vermişiz, güzün bizi nasıl değiştirdiğini konuşuyoruz.

Bir toprak yola, bir asfalta inip çıkıyoruz. Etraf sonbahardan habersiz insanlarla dolu. Umursamaz tavırlarla nehre arkasını dönmüş oturanlar bile var. Geceye merhaba diyecek insanların telaşlı soluklarını bisiklet tekerleklerinden çıkan vınlamalar kesiyor. İkindi serini bizi kucaklayınca düğmelerimizi iliklemek zorunda kalıyoruz. Evlerin ışıkları yanıyor artık. Uzaktaki parkta bir anne şefkatle çocuğunu kucaklıyor. Kapüşonlu bir adam aracını parka sığıştırmaya çalışıyor, bir amca ellerini hohlayarak ısınmaya çalışıyor ve birkaç genç camları buharlaşmış bir aracın içinde kahvelerini yudumluyor. Bir de yeni göçe hazırlanan kazlar ve hiç gitmeyecek olan çığırtkan kuşlar var.

Sonbaharı yaşamak için yola çıkınca insanın dikkatini başka ayrıntılar çekiyor. Niyet ve nazar. Neyi görmek istersen ona bakıyorsun. Biz güneşi batırıp sonbaharı yudumladık. Ertesi gün ıslak güneşi beklemek üzere evlerimize döndük. Ve dilerim sonbahar da bizim onu yaşadığımızı fark etmiştir.

KESTANE KAMP’TA SONBAHAR

Meriç’i geçip hicrete çıktığımda yine Sonbahardı. Yol arkadaşımla beraber Akdeniz’i arkamıza alıp yürümüştük. Ne sonbaharı yaşamak ne de güneşi batırmak vardı aklımızda. Bir an önce güvenli bir ülkeye varmaktı hedefimiz. Hicret arkadaşım rahmetli Ali Bayram hocayı Mısır’a yolcu ettim. 

Ben Amerika’daki kampa vardığımda Hocaefendi birkaç eskimez dostuyla ilk bina ile yeni bina arasındaki çardakta hava almaya çıkmıştı. Ara ara kampın ara sokaklarında yürüse de misafirlerini uğurlamak dışında dışarı çıkmayı tercih etmezdi genelde. Sonbaharı yaşamak veya bir sahilde güneşi batırmak ona lüks geliyordu.  Ne zaman tenezzüh için bahçeye çıksa “arkadaşlarına vefasızlık yapmış gibi hissettiğini” söylemişti defalarca. 

O gün Hocaefendi’nin hüzünlü sonbaharına düşen bir şebnem gibi oldum.  Bir deniz yıldızının daha suyla buluşmasında duyulan sevinci yüzünde okudum. Ama sahildeki binlerce yıldız hala suya ulaşmayı bekliyordu, böyle bir ortamda kim sonbaharı yudumlayabilirdi ki.

“Uluslararası bir mahkeme, süreci tetkik etsin ve yargılasın, şüpheli bile bulunsam kimsenin beni istemesine lüzum yok, ben kendim Türkiye’ye giderim.”  İftiralara ve suçlamalara meydan okumuştu aslında. Bu çağrı yedi sene sonra AİHM kararı ile tecelli etti. O ve yol arkadaşları sonbaharı yaşamak ve güneşi batırmak için derin bir nefes aldı. Yedi yıl sonra acaba kampta sonbahar nasıl karşılanmıştı.

Yanındaki bir dostumu aradım. İyi misiniz, haliniz nicedir? Kaçırdığınız bir şey yok mu? Her zamanki gibi, gidenler gelenler; program yoğun. Misafirleri hiç eksik olmuyor çok şükür.  Günde iki kez misafirleri kabul etmek O’na da iyi geliyor. 

Rutini var, teheccütle başlayan ve yatsı sonrasına kadar devam eden rutin bu. Kılı kırk yararcasına yaşamaya devam ediyor, hassasiyetleri en üst seviyede, zahidane bir hayat; az ye, az konuş ve az uyu. 

Çok genç yaşlarda başlattığı ekstra ibadet ve dualarını hiç ihmal etmiyor. Bu konuda onun kadar istikrarlı biri zor bulunur. Hele namaz, hele namaz. Tesbihatı ve duası yine uzun uzun. Dünyayı takip ediyor ve yol haritasını güncelliyor. Bir de hala (isteyen olursa) dostlarının çocuklarına isim veriyor.

Bu hafta kısa süreli de olsa birkaç kez dışarı çıktı, bir sandalyede oturup sonbaharı duymaya çalıştı. Tabii ki onun sonbahardan anladığı ile bizimki çok farklı. Bence Hocaefendi her mevsimi yaratılış hikmetine göre yaşıyor, hiçbir şeyi kaçırmıyor.

Ve bir şiiri dilime takılıyor
Şafak çoktan söktü, ufukta ışık cümbüşü,
Zulmetler hırıltıda, soluk soluğa nûrlar.
 
<< Önceki Haber Her Sonbahar içinde bir tohum saklar Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER