Nur Ener Kılınç'ın başına gelenler Türkiye'de yüz binlerce hukuk mağdurundan farklı değil . Nur Ener Kılınç'ın davasından yola çıkarak Türkiye'nin adalet sistemini değerlendiren Yeni Asya Gazetesi Genel Yayın yönetmeni Kazım Güleçyüz 'Nur’un başına gelenler nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteriyor.' dedi.
İşte Güleçyüz'ün değerlendirmesi...
Nur’un 3 Mayıs’taki ilk duruşmasında, yapılan geniş ve detaylı savunmalara rağmen devamına karar verilen tutukluluğun 2 Haziran’da tekrar değerlendirileceğine ilişkin de bir kayıt vardı.
Benzer davalarda da rutin olarak ayda bir tekrarlanan bir formaliteydi bu. Ve çıkan kararlar genellikle hep tutukluluğun devamı yönündeydi.
Nur’un davasında da öyle oldu.
Ama Cuma günü alınmış olan kararı ancak Pazartesi günü görebildik. Sebebi hafta sonlarında UYAP’a yükleme yapılmaması imiş.
Gerçi Nur’la ilgili kararın yine olumsuz olduğu, o akşam tahliye olmamasıyla belli olmuş ve anlaşılmıştı...
Kararın gerekçeleri şunlar:
1. Toplanan somut delillere göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı. (Somut delil: asılsızlığını ve sahibinin bilâhare izhar ettiği pişmanlığı, Nur’un savunmasında anlattığı “ifade” ile, delil vasfı taşımayan Bylock iddiası!)
Ve Taşgetiren’den buraya denk düşen bir anekdot: “Duayen bir avukat. İslamî camia içinde. Tweet’i şöyle: Şüpheden devlet yararlanır! Evrensel kural şöyle oysa: Şüpheden sanık yararlanır. İroni var tweet’inde. Günümüzdeki yargı uygulamalarında yaşanan sıkıntıyı anlatmaya çalışıyor.”
2. Delillerin henüz tam olarak toplanmamış olması. (Bu aynı zamanda ilk gerekçeyi de zayıflatan ve geçersiz kılan bir gerekçe değil mi?)
3. Tutuklulukta geçirdiği süre de gözetilerek... (Demek ki haksız yere 3 aydır tutuklu olması yetmiyor! Peki, tahliye için daha ne kadar yatması lâzım? Nedir bunun ölçüsü?!! Beraat ettiği takdirde nasıl telâfi edilecek?!!)
Nur’un başına gelenler nasıl bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu bir kez daha gösteriyor. Ki, durumu Nur’dan çok daha ağır olanlar, 10 aydır içeride tutulduğu halde hâlâ iddianamesi yazılmayıp davası başlamayanlar veya davası açıldığı halde Nur’da olduğu gibi “Deliller toplanmadı, kurumlardan cevap gelmedi” gerekçesiyle duruşmaları habire ve defaatle ileri tarihlere ertelenip tutukluluğu sürdürülenler var.
Yaşadığımız süreçte mahkemelerin nasıl ağır bir baskı altında çalıştığını biliyoruz. Bu kararların isteyerek alınmadığının da farkındayız. Ama adalet, hukuk ve vicdan adına şu soruyu sorup cevabını almamız gerekiyor:
Masumlara yönelik keyfî tutuklamaların yargısız infaza dönüştürüldüğü bu olağanüstü hal daha ne zamana kadar devam edecek?