Hizmet hareketi eleştirileri üzerine önemli bir değerlendirme...

Bizim gelecek vizyonumuzda “Herkesi kendi konumunda kabul etme” var idiyse herkesin söz hakkı da olmalı.

SHABER3.COM

VEYSEL AYHAN- TR724.COM

Zaman, ‘enaniyet çağı’. Eğer karşınızdaki insan mütevazı ve hakperest değilse ağzınızla kuş tutsanız bile, bir ‘yanlış’ını ona kabul ettiremezsiniz. Siz onu eleştirirken o sizi dinlemez ve cevap olarak vereceği cümleleri zihninde sıraya koyar.

Bu zamanda yokluğu en çok çekilen üç altın vasıf var.

Birincisi mütevazı olmak. İnsanın mâlik olduğu şeyin (ilim, zekâ, makam, para) kibrine düşmemesi.

İkincisi hakperest olmak. Yanlışını fark ettiğinde geri adım atabilmek.

Üçüncüsü adil olmak.

Eleştiren kişi bu vasıflara sahipse sizi eleştirirken bu altın vasıfları üslubuna ve cümlelerine yansır.

Ama bu ‘altın’ vasıflar sizde yoksa yapılan eleştiri yine de boşa gider.

O nedenle eleştiren ve eleştirilen belli bir olgunluğa sahip değilse söylenenlerin kıymeti yoktur. Esprinin bile yersiz ve zamansız yapılanı sakil kaçar.

Eleştiriye gelince ‘yerinde’lik fevkalade önemlidir.

NİYETİNİZ HALİS DAHİ OLSA

Diyelim ki okulumuzda yangın çıktı. Herkes yangını söndürmekle meşgul. Ama ben elim cebimde çevreme öfkeyle şöyle bağırıyorum:

“Ben demiştim, buraya yangın kovası koyun.”

“Ben hep demiştim, yangın söndürücülerin tarihi geçmesin.”

Bu üslup, şikâyet ve eleştirilerimde yüzde yüz haklı bile olsam antipati toplar. ‘Esas’ doğru, ‘usul’ yanlıştır.

Aynı şikayetleri gidip sokağın başındaki kafede yapsam yine antipati toplar.

Yangın mahallinde ‘su’ taşınır, ‘cankurtaranlık’ yapılır. Niyetiniz halis dahi olsa, insanlar acı çekerken “Ben demiştim!”, “O zaman da demiştim” diye konuşmak, maksadı hasıl etmez. Bilakis reaksiyona neden olur.

Düşünün ki büyük bir deprem olmuş. İnsanlar enkazdan can kurtarıyorlar. Birileri de yapılan bazı inşaatların yönetmeliklere uygun olmadığını, suiistimallerin olduğunu anlatıyor.

Bir de şunları ilave ediyor. “Bir daha burada şehir kurulmaz. Siz bittiniz. En fazla marjinalize olursunuz. Yakında buralar tarih dışına itilecek. Ümitsiz vak’a…”

Bunlar bir deprem sonrası söylenecek sözler midir?

Ben yapılanın yanlış olduğundan bahsetmiyorum. Psikolojik algıdan ve karşılaşılacak reaksiyondan bahsediyorum.

İlmî birikiminiz var. İşin gidişatı, tarihçesi ve fizibilitesi hakkında samimâne eleştiriler getiriyorsunuz. Siz ne kadar samimi olursanız olun, insanların bazıları açlık ve sefalete mahkûm edilmiş halde can derdindeyken, bazıları hapishanelerde eza görürken sizin onlara sunacağınız en orijinal reçeteler bile hak ettiği karşılığı bulmaz. Siz de samimane gayretinizle moral bozukluğuna uğrarsınız.

Bu yüzden Hizmet Hareketi’nin felsefesi hakkında bilimsel çalışmalar yapan, bu uğurda beyin sancıları çeken bazı akademisyenler bu ‘usul’ hatasından dolayı yanlış anlaşılıyorlar.

HERKESE SÖZ HAKKI

Bizim gelecek vizyonumuzda “Herkesi kendi konumunda kabul etme” var idiyse herkesin söz hakkı da olmalı. İnsanların rahatça, özgürce konuşamadıkları bir ortamda ‘doğru’ nasıl bulunur, istişarelerin hakkı nasıl verilir? Evin içindekilere rahat konuşma fırsatı vermeyen dışarıdakilere nasıl versin?

Bu konuda hem eleştiren hem de eleştirilen kimseler için güzel bir Hadis-i Şerif var: “Müminler hakkındaki güzel zan, güzel ibadetten sayılır.” Mümince bakış açısı budur.

Eleştirenlerin niyeti, bugüne kadar yapılagelmiş yanlışlıkların tekrarlanmaması… Atılan her adımın, yapılan her istişarenin usulüne uygun yapılması, suiistimal kapılarının kapatılması… Eleştirenlere bu niyetle bakmak vecibedir.

Eleştirenlere gösterilen tepkide, bazı makalelerdeki bir takım sevimsiz benzetmelerin, maksadı aşan karşılaştırmaların payı olduğunu da göz ardı edemeyiz. Her yazar ifade ettiği konunun gerektiği uyarıcı fonksiyonu yerine getirmesi için abartıya başvurur. Ama sözün muhatapta bire bir algılandığı, ironinin hakikat muamelesi gördüğü bir atmosferde konuşurken veya yazarken kılı kırk yarmak şarttır. Hele milyonların onların vesilesiyle hidayete ulaştığı, doğruyu bulduğu, bataklıktan kurtulduğu kimselerden bahsederken dikkatli bir dil kullanmak insana saygının bir gereğidir.

(Bu arada çok önemli bir noktayı atlamayalım. Sosyal medyada her tartışmayı alevlendirmek için pusuda bekleyen AKP trolleri var. Bunlar Hizmet mensubu gibi bir dil kullanmaya çalışıyor. Başaramasalar da bunları ciddiye alan arkadaşlar çıkıyor. Şunu ana bir prensip yapsak: Gerçek hesap olmayan, kendini gizleyen hiç bir hesabı ciddiye almayalım. Tepki göstermeyelim.)

‘ELEŞTİRİ’NİN YERİ

Arabanın arızası diş hekimine anlatılmaz. Diş tedavisi veterinerde yapılmaz. En mahir cerrah da olsanız sokak ortasında kalp ameliyatı yapamazsınız. Aynen bunun gibi sosyal medya üzerinden dünyaya nizamat verilmez.

İki tür eleştiri var:

1- Belli şahısların ve belli bir kadronun eleştirisi

2- Sistem eleştirisi

Eğer ben şahıslardan kaynaklanan bazı problemleri çözmek istiyorsam, bunu uluorta genellemelerle çözemem. O şahıslarla ilgili şikayetlerimi üst mercilere götürmem lazım.

Ben bir okuldaki bazı hocaların ders anlatma biçiminden şikayetçi isem bunu okul müdürüne iletirim. Hocalardaki eksiklikleri öğrencilere anlatmakla, kantinde söylenmekle o problemi çözemem.

Bu konuda kalem oynatan arkadaşların hemen hepsi, rahatça en üst noktalara gider ve hüsnü istikbal edilirler. Bunu da en iyi onlar bilir. Bunu yapmıyorlarsa entelektüel cesaretleri hakkında soru işaretleri doğar. “Birileri acaba ne der” diyerek bu yiğitliği gösteremezlerse o zaman başka birilerine şunu deme hakkı doğar: “Sizin bir aydın, entelektüel ve sosyal bilimci olarak dile getirmekten çekindiğiniz ettiğiniz problemleri ‘sıradan insanlar’ nasıl dile getirisin?” Hz. Ömer’e itiraz eden hakperest sahabi bu itirazını Kufe mescidinde yapmıyordu. Gidip Hz. Ömer’in olduğu mecliste bizzat kendisine yapıyordu.

Maksadım üzüm yemekse bunu yaparım. Ama niyetim birilerini sopalamaksa -ki sopalanmayı hak edenler var- akademik bir dille genellemelerle ‘dövüp’ geçerim. Ama aydın sorumluluğunu yerine getirmiş olmam.

Bir aydında olmaması gereken iki şey vardır. Öfke ve bezginlik. Öfkeyle kimseye bir şey öğretilmez. Aydın öfkelenirse, halk çıldırır. Hz. Musa’ya Firavun’a karşı bile “yumuşak söz” tavsiye ediliyor. Öfkeye, herkes öfkeyle cevap verir. Aydın, dişini sıkar yumuşak bir dil kullanır. Ki bu yönüyle kendisine denenlere yumuşak bir dille sakince cevap veren akademisyenlerimiz de var.

ELEŞTİRİNİN İÇERİĞİ

Genellemeler her zaman insanı yanıltır. Hata ve kusurlar somutlaştırılmadan seslendirilirse haksızlık olur. Her Hizmet insanına düşen hata ve kusurları tespit etmek ve çözme merciine iletmektir. Hata ve kusurlara karşı sessiz kalmak, bizi o taksirata ortak yapar.

“Üst kattakiler gürültü yapıyor taşınsınlar!”

“İkinci kattakiler evde ateş yakıyor, atalım.”

“Alt kattakiler kirayı ödemiyor, çıksın!” gibi genellemelerle hiçbir problem çözülmez. Gayba taş atmak yanlıştır. Biliyorsam eleştiririm. “Falan şahıs filan hataları yapıyor” veya “yaptı” derim. Kimseyi genellemelerle zan altında bırakmaya hakkım yok. Adil olmam lazım.

Yanlışları delillendirip ikna yolunu seçmem lazım.

YAPILMASI GEREKEN

Ama şikayetlerim usûle ait, işleyişle alakalı ise, fikri argümanlara dayanıyorsa, sisteme dair ise (istişare, toplantı, atama, terfi…) bunların her biri makalelere konu olmalı, teknik olarak izah edilmeli, tartışılmalı. Tartışılıyor da…

Hatta vizyon sahibi kalemlerin muhtemel problemlere karşı hazırlıklar yapması, projeler hazırlaması, tehlikelere dikkat çekmesi alkışlanması gereken fevkalade güzel bir gelişme.

Ama her şeyde olduğu gibi bunda da üslup önemli. İnsanları pataklayarak demokrat yapamazsınız. Demokrasi ve meşveret kültürel bir olgunluk düzeyidir. Bilinç ve şuur meselesidir. Zorla kazanılmaz. Zaman ister. Dikte edilmez. Tepeden aşağı doğru inmez. Aşağıdan yukarı doğru da çıkmaz. Cemaat bütününün toplam demokrasi kültürünü “toplar” ortalamasını alırsınız. Ne seviyede çıkarsa işte Cemaat de o kadar demokrattır. O kadar meşverete saygılıdır.

Eğer alt kadrolar demokrat ise, hakperestçe itiraz edebiliyorsa üst kadro demokrat olmasa bile demokrat davranmak zorunda kalır. Her koltuğu ele geçiren bir süre sonra ‘diktatör’leşiyorsa o yapıyı alttan zorlama olmadan demokratikleştiremezsiniz. O nedenle demokrasi “götürülebilir”, “taşınılabilir” bir şey değildir.

Anlatmak, yazmak, ikna etmek ve insanların şuuruna sabırla işlemek gerekir.

ESASA DAİR

İslam dünyası, birkaç yüz yıldır hak, hukuk ve adaletin tamamen ortadan kalktığı, cehaletin, yobazlığın alıp başını gittiği bir enkaz halinde. Tüm ülkeler, taban tavan, tencere kapak uyumu içinde diktatörlükle yönetiliyor.

Bediüzzaman Hazretlerinden başlatırsak 100 yıldır, Hizmet Hareketi olarak 50 yıldır bu enkaza karşı mücadele veriliyor. Cehalete, her türlü radikal akıma, şiddet ve teröre; ırkçılık ve fanatizme karşı savaş veriliyor.

Bu mantalitede binlerce akademisyen, on binlerce öğretmen ve diğer meslek dallarında insan yetişti. Bunlar şu an dünyanın her yanında varlar. Ve İslam’ın aydınlık yüzünü temsil ediyorlar. Bunu görmeyip büyük bir karamsarlıkla İslam dünyasının perişan haliyle Hizmet’i dövmek pek kadirşinaslık sayılamaz.
ÖNE ÇIKAN HABERLER