Uluslararası sistem çok parçalı bir yapıya doğru genleşirken, “yükselen bir güç” olarak Çin yerleşik sistem için giderek daha önemli bir problem alanı haline geliyor. Başını ABD’nin çektiği sistemik güçlerin Çin alerjisi ideolojik bir tahkimata doğru yönelmiş durumda. Çin ise hem içeride hem de dışarıda giderek daha milliyetçi bir tona yönelen yeni bir söylem geliştiriyor. Dışarıda kendisi için jeopolitik anlamda son derece kritik olan Tayvan sorunu ile cebelleşen Çin içeride ise “Şemsiye Hareketi”nden (Umbrella Movement) beri politik bir huzursuzluk içinde olan Hong Kong için bir çözüm arıyor. Hong Kong ise 1984 yılında imzalanan ortak deklarasyonla 50 yıllığına koruma altına aldığı ve anakara Çin’de bulunmayan haklarının aşınacağı ve ortadan kalkacağı korkusunu yaşıyor.
İngiltere’nin 99 yıllığına kolonyal bir düzen içerisinde yönettiği Hong Kong 1997 yılında Çin’e devredildi. Hong Kong’un Çin için ne anlama geldiğini anlamak, “bir ülke, iki sistem” modelinin ayrıntılı bir incelemesini ve İngiltere ile Çin arasında imzalanan Çin-İngiltere Ortak Deklarasyonu’nun tahkikini gerektiriyor. Ortak deklarasyonla Hong Kong’un kendi para birimini, yasal ve parlamenter sistemlerini ve insanların var olan hak ve özgürlüklerini elli yıl boyunca koruması sağlanmakla beraber, geliştirilen “bir ülke, iki sistem” modeli, kapitalist sistemin korunduğu melez bir yapılanma ortaya koymuştu. Bununla birlikte Hong Kong Özel İdari Bölgesi doğrudan Çin Halk Cumhuriyeti’nin yetkisi altında olacak ve yüksek derecede özerkliğe sahip olacaktı. Merkezi Halk Hükümeti’nin sorumluluğunda olan dış ilişkiler ve savunma işleri haricinde, Hong Kong Özel İdari Bölgesi yürütme, yasama ve bağımsız yargı yetkisine sahip olacaktı. Fakat bütün bu taahhütler, suçluların iadesini öngören bir yasa tasarısıyla birlikte ciddi olarak tartışılmaya başlandı.
Hong Kong yerel hükümetinin suçluların iadesi amacıyla 3 Nisan 2019 tarihinde meclise getirdiği anlaşma ciddi protestolara neden oldu ve Çin ile küresel aktörler arasında önemli bir sürtüşme alanı haline gelmeye başladı. Protestoların ardından söz konusu yasayı süresiz olarak askıya almasına rağmen, Hong Kong Özel İdari Bölgesi’nin yöneticisi Carrie Lam protestocular tarafından istifa etmesi gereken bir hedef haline getirildi. Onun hedef alınmasının sebeplerinden biri de Carrie Lam’in Pekin tarafından desteklenen bir yönetici olduğuna duyulan inanç.
Yasaya gösterilen ani ve sert tepkinin altında yatan bir diğer önemli sebep ise söz konusu yasanın kapsamının genişletilerek siyasi muhaliflerin de yasa kapsamına alınması korkusu. Bu nedenle yasanın tamamen iptal edilmesini talep eden göstericilerin (Hong Kong’un İngiltere’den Çin’e devredilmesinin 22. yıldönümünde) Tamar’daki yasama meclisi binasına girmeleri ve şiddete varan hareketleri, durumun giderek radikalleştiğini gösteriyor.
Hong Konglu Chan Tong-kai’nin Tayvan’da kız arkadaşını öldürmesinin ardından gündeme gelen iade yasasının sadece adlî suçları kapsayacağı açıklansa da, Hong Kong’da sokakları dolduran kalabalıklar bu yasanın siyasi muhaliflere doğru genişletileceği endişesini taşımaya devam ediyor.Hong Konglu muhalif milletvekili Claudia Mo’nun gösteriler sırasında insanlara hitaben “Şemsiye Hareketi’nin sonunda ‘geri döneceğiz’ dememiş miydik? Ve şimdi geri döndük!” demesi, aslında Şemsiye Hareketi ile günümüzde devam eden iade yasası protestolarının nasıl bir devamlılık ilişkisine sahip olduğuna da iyi bir örnek teşkil ediyor.
RADİKALLEŞEN “DİJİTAL KAMUSAL ALAN”
2014 yılında “Şemsiye Hareketi” olarak adlandırılan ve Hong Kong sokaklarını dolduran kalabalıklar da benzer protesto gösterileri düzenlemişti. Protestolar sırasında insanların sosyal medyayı kullanması nedeniyle “dijital kamusal alan” kavramından bahsedilir olmuştu. 2014 yılındaki protestolar, Çin’in 2017’deki doğrudan seçime, yalnızca Pekin’in önceden onayladığı bir aday listesi üzerinden izin vereceği yönündeki karara tepki olarak başlamıştı. Polisin attığı biber gazından korunmak isteyen protestocuların şemsiye kullanması nedeniyle bu protestolar “Şemsiye Hareketi” olarak adlandırılmıştı.2014 yılının Eylül-Aralık ayları arasında 79 gün süren Şemsiye Hareketi eylemleri sırasında, özellikle sosyal medyanın ciddi bir katalizör işlevi gördüğü düşünülüyor. Sosyal medyanın “isyancı bir kamusal alan” yarattığı önermesinden hareket eden bu tez, bir bakıma Şemsiye Hareketi’ni Arap Baharı’nın Asya’daki versiyonu olarak tanımlıyor. Hareketin en önemli özelliklerinin bir liderinin olmaması ve herhangi bir hiyerarşisinin bulunmaması olduğu söylenebilir. Bunların yanı sıra, harekete katılanların herhangi bir ideolojik kabulünün olmadığını da söylemek mümkün. 2014 yılındaki olaylarda özellikle Facebook ve Hong Kong forum sayfaları ön plana çıkarken, günümüzdeki gösterilerde ise Telegram gibi sosyal medya uygulamalarının kullanıldığı görülüyor.
AĞ TABANLI SOSYAL HAREKETLERİN HONG KONG KİMLİĞİNİN İNŞASINA KATKISI
Sosyal medyanın giderek gelişmesi ve genişlemesi, yeni neslin bir ağ nesline (net generation) dönüşmesine neden oluyor. Bu süreç de yeni bir dijital kamusal alanın ortaya çıkmasına neden oldu/oluyor. Yeni seferberlik biçimi olarak tanımlanan bu yeni olgunun bir başka özelliği de gençliğin aktif katılımı, hareketin momentumunu koordine etmek ve sürdürmek için kişiselleştirilmiş dijital ağların kullanılması. Söz konusu yeni nesil, çevrimiçi ve çevrimdışı kimlikleri arasında bir fark görmüyor.
Sosyolog Manuel Castells’in önerdiği “ağ bağlantılı sosyal hareket” (networked social movement) terimi ise özellikle Hong Kong’da ortaya çıkan olayları anlamak açısından elverişli bir kavram seti sunuyor. Ağ bağlantılı bir sosyal hareket, geçmişteki sosyal hareketlerden kesinlikle farklı. Şemsiye Hareketi de bir tür ağ bağlantılı sosyal hareket olarak görülebilir.Şemsiye Hareketi’nin aynı zamanda bir Hong Konglu kimliğinin oluşumunda da önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Kolonyal dönemde İngiliz emperyalist kültürü Hong Kong’u güçlü bir şekilde etkilemişti. 1950 ile 1970 arasında siyasi dengesizlikten dolayı Çin’den gelen insanlar bir Hong Konglu kimliği geliştiremedi. Dolayısıyla devir teslim öncesinde herhangi bir Hong Konglu kimliği yoktu. “Hongkonger” veya “Hong Kongese” gibi terimler ancak 2014 yılında Oxford sözlüğüne girebildi.
ÇİN’İN KÜRESEL REKABETİNDE HONG KONG’UN YERİ
Çin’in ABD ile devam eden gerilimli ticaret müzakereleri ve giderek daha fazla parçalanmaya yüz tutmuş uluslararası sistem, Çin açısından işleri daha da zorlaştırıyor. ABD ile tarife sorunlarını çözmeye çabalayan ve öte yandan “Kuşak ve Yol” gibi devasa bütçeli projelerini ayakta tutmaya çabalayan Çin’in istediği en son şey, içeride uğraşmak zorunda kalacağı sorunlar olacaktır.Fakat Çin Hong Kong’daki protestolar nedeniyle hem ABD ile hem de özellikle İngiltere ile ciddi bir “münakaşaya” girmiş durumda. İngiltere ile mevcut olan derin ekonomik bağlar bile Hong Kong tartışmalarının ateşini düşürmüyor.
İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt Çin’in 1984’te yayımlanan Çin-İngiliz Ortak Bildirgesi’ne uymadığı için bunun sonuçlarına katlanacağı uyarısında bulunarak “Hong Kong halkının arkasındayız ve uluslararası yükümlülüklerin yerine getirilmesini bekliyoruz” dedi. Bunun üzerine Çin’in Londra Büyükelçisi Liu Xiaoming “Bazıları Hong Kong’u hâlâ İngiliz yönetimi altında sanıyor” diyerek tepkisini göstermişti. Hatta Xiaoming bir adım daha öteye giderek “Bay Hunt’a sormak istiyorum: İngiliz sömürge dönemindeki Hong Kong’da herhangi bir demokrasi var mıydı? Hong Kongluların protesto etme hakkı bile yoktu” diyerek iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden oldu. İngiltere doğrudan Çin yatırımı alan Avrupa ülkelerinin başında geliyor. Üstelik iki ülkenin ticari ilişkisi de üst düzeyde.Öte yandan ABD ile var olan ilişkiler de, ticaret savaşlarının ardından, Hong Kong protestolarıyla birlikte yeni bir teste tabi tutuluyor. Cinping ve Trump’ın Osaka’daki G20 Zirvesi’nde buluşmasının hemen öncesinde Çin basınında çıkan bazı makalelerde görülen “ABD’nin Hong Kong kartını bir pazarlık unsuru olarak kullanmaması gerektiği” şeklindeki söylem, Çin tarafında Hong Kong sorununun uluslararası taraflarca maniple edildiğine duyulan inancı göstermesi açısından önemli.Ayrıca Çin tarafının ulusal egemenlik, ulusal güvenlik ve kalkınma gibi temel çıkar alanlarında taviz vermeyeceği anlayışının yerleşik olduğunu söylemek mümkün. Ancak “bir ülke, iki sistem” modelinin nasıl yürütülebileceği sorusu giderek daha fazla önem kazanıyor.
ŞİMDİ NE OLACAK?
Hong Kong’un Çin’e devredilmesinin 22. yıldönümünde meclisi işgal eden protestocuların duvarlara yazdığı şu slogan dikkat çekiciydi: “Bize barışçıl gösterilerin işe yaramadığını öğrettin”. Bu aynı zamanda, söz konusu protestoların ve bu protestolar içinde filizlenen dinamiklerin şiddete dönük bir zemine kaydığını da gösteriyor.Hong Konglu yöneticiler, yasanın süresiz askıya alınmasına rağmen sokaklardan ayrılmayan kalabalıkların ne istediklerini anlayamadıklarını söylüyor. Oysa bu yeni durumu, Hong Kongluların kimlik sorunlarının “kabarması” olarak okumak mümkün.Şemsiye Hareketi’nden bu yana gelişen dinamik, bir taraftan ağ tabanlı olarak karmaşık bir çizgi izlerken, bir taraftan da bir Hong Konglu kimliği geliştirerek söz konusu hareketin yaşam süresini uzatmaya çalışmakta. Bununla beraber, söz konusu hareketlerin “barışçıl çerçevede yapılan bir yıpratma savaşına” dönüşme endişesi de giderek artıyor.Uzayan protesto gösterilenin hem polis güçlerinin hem de protestocuların stres seviyesini yükseltmesinin, tüm Hong Kong şehrinin “psikolojik sağlığını” kritik bir aşamaya getirdiğini söylemek mümkün. Polisin ve protestocuların uzun süredir karşı karşıya gelmesi kentteki stres seviyesini arttırırken, şehrin yönetilmesini ve güvenliğinin sağlanmasını da giderek zorlaştırıyor.