MURAT ÇETİN
Yaz sıcaklarının iyice bunalttığı bir süreçte siyaset yazmak hiç istemedim. Zaten Türkiye o kadar sıkıntılı günlerden geçiyor ki insanımız da artık siyaset okumaktan bıktı. İktidar partileri bir alem muhalefet iktidardan da alem. Hal böyle olunca sizleri hiç olmazsa bu haftalık siyaset okumak zorunda bırakmak istemiyorum. Ama bunun yerine hücrede 7 yılını tamamlayan bir gönül ehlinin önceki gün gelen mektubundaki bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum. 21 sayfalık mektubun sadece Yazman isimli bölümünü aktarıyorum. Yazmak önemli ama yıllardır suçsuz yere hücrede olan bir kişi için yazmak daha da önemlidir. Neden mi? Birlikte okuyalım…
Yazmak
Derdini paylaşanın yoksa derdini sevmekten başka bir yol kalmıyor. O yüzden kendi kendime yazıyor, kendi kendime okuyorum. Umutla ve yaralı bir kuş gibi çırpınarak yazıyorum. Yazarken düşünüyorum, ifade edemediğim duygularımı yazıya dökerek rahatlıyorum. Kendime terapi olsun, yaralarım sarılsın diye yazıyorum. Belki de, en sonunda, kendime uzaktan bakıp sahip olduklarımın değerini ve yaşantımın güzelliklerini görebilmek için yazıyorum.
Hapishanenin kasvetli dünyasında bazen kim olduğumu unutuyorum ve sessizliğin içinde kaybolup gidiyorum. Dışarıda herkes normal yaşantısına devam ederken, ben kendi hayatımın kontrolünü elimde tutmaya çabalıyorum. Belki de işte bu yüzden yazıyorum. Çünkü yazdıkça tekrar hayatımın kontrolünü kazanmaya başladığımı hissediyorum. Yazmak bana zihin açıklığı ve ruh sağlığı getiriyor. Yazmak benim için bulunduğum hücreden tek kaçış yolu, tek kurtuluş umudum. Çevremi kuşatan dünyanın anlamsızlığından, sevgisizliğinden, kendi dertlerimden ve çaresizliğimden ancak yazarak uzaklaşabiliyorum.
Yazarak yaşadıklarımla yüzleşebiliyor, üzerimdeki olumsuz etkilerini azaltabiliyor ve aynı zamanda hem bedenim hem de zihnim için huzur arıyorum. Yaşadıklarım zihnimde darmadağınık şekilde duruyorken, onları alıp kelimelerle şekillendirmek beni rahatlatıyor. Her makaleye başladığımda, içimde yaşadığım kasvetli dünya siliniyor. Kelimelerin arasından açılan bir yolla kendi zihnimdeki gerçek dünyaya ulaşıyorum. Yazarak, sözcüklerin konuştuğu güçlü bir alan oluşturup, içimdeki boşluk duygusunu doldurabiliyorum.
Ne olduğunu anlama, yaşadıklarıma bir anlam yükleme ve elimden çalınan hayatımın kontrolünü geri kazanma sürecinde yazmanın rolünün büyük olacağına inanıyorum. Keşkelerin bir yararı olmadığını biliyorum. Yalnızlığa mahkûm edildiğim o günden bu yana dört ay geçti. Bu aylar hayatımın en parlak ayları değil elbette, ama bir gün özgürlüğüme kavuşursam en değerlileri olacağından hiç kuşkum yok. Bundan sonra, kendi kararlarımı alabileceğim hür bir hayatım olursa, bu tecrübe beni yıkılmaz yapar. Şimdi ayağa kalkmak için, düştüğüm yerden daha güçlü kalkmak için çaba göstermeliyim.
Duygularımın uyuştuğunu, uyuduğunu anlayabiliyorum. Savunmasız kaldım. Bu sefer yaşadığım çaresizlik, öncekilerin hepsini yuttu, bitirdi. Özlem hissettiğim şey olmaktan çıktı, adeta bir parçam oldu. Henüz yıkılmadım. Ama açıkçası son darbeyi bekleyen boksör gibi hissediyorum kendimi. Rakip en iyi vuruşunu yapacak ve beni yere serecek.
Aylardır bir hapishane hücresinde yaşıyorum. Benim dünyam yalnızca plastik beyaz bir masadan, plastik beyaz bir sandalyeden, lavabodan, kahverengi demir kapılardan ve sarı duvarlardan ibaret. Kasvetli, karanlık, çıkışı olmayan bir yer benim dünyam. İçeride her şey anlamsız ve boş geliyor. Böyle bir ortamda, nedenini anlayamadığım bir şekilde yazmak bana ışık oldu.
Yazarak duygularımı yumuşatabilmeyi, daha esnek olabilmeyi ve yaşadığım bu sıkıntıların içinde kendimi, beni bulup rahatlamayı hedefliyorum. Yazarak kendime sürekli rakip ben izin vermedikçe, izin vermediğim sürece, bedenimi yere serse bile, beni iç dünyamda yıkamaz, bu benim seçimim diye telkin ediyorum. Bu sayede içimde bir umut, bir sevinç kıpırtısı var şimdi.
Yazarak kaderi anlamaya, özgürlüğü beklemeye ve umudumu yitirmemeye çalışıyorum. Beni anlasınlar ve içine düştüğüm boşluktan elimden tutup çıkarsınlar diye, üçüne de ayrı ayrı sesleniyorum.
Ey Sevgili Kader;
Aslında sana inanmak, senin inancını kalbimde taşımak bir hapishane hücresinde yaşamama rağmen bana rahatlık ve emniyet duygusu veriyor. Başıma gelenleri, güç yetiremediğim, çare bulamadığım sıkıntılarımı sana havale edince korkularımı yenebiliyorum. Yanlış anlama, seni eleştirmiyorum, tenkit ya da şikâyet etmiyorum. Sadece sana halimi arz ediyorum.
Yaşadıklarım beni ürkütüyor. Yaşadıklarıma dair söyleyecek hiçbir söz kalmadı bende. Sanki bir boşluğa düşmüş gibiyim. Çünkü eski hayatıma beni bağlayan tüm ipler kesildi. Yeni hayatımda ileriye doğru tek başıma yürümek zorundayım. Elimden tutabilecek, sevgi ortamında beni rahatlatabilecek ailem yok. Çevremde elimi uzatacağım ve ondan güzel bir yanıt alacağım hiç kimsem de yok. İşte bu yüzden burada kendimi kaybolmuş, korkmuş, yalnız ve eksik hissediyorum.
Belki de beni sevdiğim insanlardan, ailemden koparacağın gün gelmiştir. Belki de, durup düşünmem gereken bazı şeyler vardır. Belki de, hayatımı gözden geçirme, iç dünyama zaman ayırma vaktidir. Ne dersin, yalnız kalma zamanım geldi mi yoksa?
Özlem duygusuyla sanki yaralanmış gibiyim. Bu yarayı iyileştiremiyorum. Hayatım boyunca beni oradan oraya savurdun, bundan sonra da burada bırakma. Dışarıdayken birçok şeyi boş vermek istedim ama yapamadım. Aldırmayacağım dedim ama fazlasıyla aldırdım. Fakat bundan sonra birçok şeyi boş vererek ve aldırmadan ailemle özgür yaşamak istiyorum. Ailemin yanında olmak, acılarını, sancılarını, sıkıntılarını, mutluluklarını paylaşmak, onlara gelebilecek kötülüklerin önünde kalkan olmak istiyorum.
Burada beni bıraktığın süre boyunca, kendimi iyi hissetmek için elimden geleni yapacağım. Bu senin için yapabileceğim en son şey olsa da…
Ey Sevgili Özgürlük;
Varlığının kıymetini yokluğunda anladım. Zenginliğin kıymetinin fakirlikte, sağlığın kıymetinin hastalıkta anlaşılması gibi. Hapishaneye kapatılmamış biri senin ne olduğunu bilemez. Sen benim güneşimdin. Sen olmayınca karanlık bir boşlukta yaşıyor gibiyim. Bu duyguyu sen anlamazsın. Seni nasıl bir anda kaybetmişsem, yine öyle bir anda geri gel bana.
Fırsat ver, dünyaya özgür bir adam nasıl yaşamalı gösterebileyim. Fırsat ver, herkese senin nasıl değerli ve önemli olduğunu anlatabileyim. Fırsat ver, sana bedenimde hayat vereyim. Seni çok özlüyorum ve bıkmadan, usanmadan gelişini bekliyorum.
Üstümdeki gerginliğin nedenini bir türlü çözemiyorum. Yokluğun mu? Evet, ama buna şimdiye kadar alışmam gerekmez miydi? Seni kaybedeli aylar geçti. Hala susuz kaldığım veya gece nefesimin daraldığı vakitlerde, suyu veya temiz havayı değil de, seni arıyor olmam, normal mi?
Bundan sonraki hayatımın sensiz geçme olasılığını düşünmek neredeyse beni çıldırtacak. Bu esaret, bu oda, ellerime takılan kelepçeler çok canımı yakıyor. Her gün sana sahip olduğum güzel günlerim bir film şeridi gibi gözümün önünde, yeniden canlanıp akıp geçiyor. Sana yeniden kavuşmak, seninle yeniden yaşamak istiyorum. Yokluğun çok acı veriyor. Seni çok özledim. Her gün bana geri gelmeni bekliyorum. Geri gelmen için ne yapmalıyım? Mutlu olmak, kendimi iyi hissetmek için ne yapmalıyım? Neden durmuş gecenin bu saatinde bunları düşünüyorum? Daha beteri, neden bundan kendimi alamıyorum? İçimdeki bir boşluk gibi, her saniye büyüyen hasretin gittikçe dayanılmaz hale geliyor.
Sakın abarttığımı düşünme. Benim için hayat seni yaşadığım, seni soluduğum anlardı. Yalnızlığımı kemiren sessiz gecelerde hep, ne zaman geri geleceğini düşünüyorum. Bunun ne demek olduğunu bilir misin sen? Bilemezsin, hiçbir zamanda bilemeyeceksin. Bu yazdıklarımı bir duygu patlaması olarak görme. Aylar geçti, seni düşünerek ve hayal ederek yaşayabiliyorum. Sen benim bir parçamsın. Seni hak ettiğimi biliyorum. Bir hücrede solmayı ve ölmeyi kendime yakıştıramıyorum. Ben seninle birlikte yaşlanmak ve seninle birlikte ölmek istiyorum.
Ey Sevgili Umut;
Sen olmadan uyuyamıyorum, yemek yiyemiyorum, yürüyemiyorum. Aslında sen olmadan yaşayamıyorum. Şimdi anlıyorum ki; seni kaybetmiş olanın başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Biliyor musun? Artık Allah’a beni belalardan, musibetlerden koruması için dua etmiyorum. Böyle zamanlarda beni, sensiz kalmaktan koruması için dua ediyorum.
Sana dair bütün hislerimi, sana neden bu kadar çok ihtiyaç duyduğumu, milletimizin kahramanlık destanını yazan Mehmet Akif Ersoy, “Ruha ümitsizlik denilen o lanetli hastalık çöktü mü, artık vücutta hareket imkânı, çalışma imkânı, gayret gösterme imkânı kalmaz,” diyerek anlatmış zaten. Bu sözün üzerine ben, sana ait başka ne söyleyebilirim, bilmiyorum. Başını, sonunu düşünmeden sadece yazıyorum.
Neden yazıyorum, biliyor musun? Rahatlamak ve seni kaybetmemek için. Bugün cumartesi gecesi… Biraz önce televizyonda bir film izledim. Öylesine, herhangi bir film… Sadece zaman geçsin diye. Birkaç saati daha kurtarmak için.
Sana ihtiyacım var, beni bırakma. Bunu daha basit ve daha anlaşılır nasıl söylerim, bilmiyorum. Seni kaybedersem kendimi kaybederim. En karanlık anlarda bile aydınlığa çıkabilirim, yeter ki içimde sen ol.
Ne gecenin ne de düşüncelerimin karanlığı içimdeki seni görmeme engel olabilir. Seni görmemi engellemek, seni elimden almak, kalbimden sökmek için neler yaptıklarını bir bilsen. Ama nafile, bunu başaramayacaklar. Hiçbir güç seni benden çalamaz, içimde seni yaşatmama engel olamaz. Seninle yaşamaya devam edeceğim, ölene dek…
Bir yandan üzüleceğim, bir yandan sevineceğim, düşüneceğim, seveceğim, yazacağım, yiyeceğim, içeceğim, uyuyacağım, yaşayacağım ve seni kaybetmeyeceğim. Ne zaman olursa olsun, aileme kavuştuğum andan itibaren, onlarla her saati bin yıl gibi yaşayacağım.
Bu süreçte hiçbir şeyin resmini çekemiyorum. Resim çekemiyorum ama yaşadığım duyguları yazarak onları kendim ve çocuklarım için ölümsüzleştirebileceğimi düşünüyorum. Eşim, çocuklarım ve tüm ailem uzakta olsa bile, defterim yaşadığım yoğun duyguları benden alıp beni rahatlatmayı bekleyen bir dost gibi boş sayfaları ile hep yanımda olduğu için, beni yargılamadan dinlediği için yazıyorum.
Yazmak, sıkıntımı biraz olsun hafifletiyor. Buradaki sevgisiz hayatla baş edebilmemi sağlıyor, olaylara açıklık getiriyor ve bu dikenli yolda bana destek oluyor. Hatta sadece bunun için yazıyorum. Başımdan geçenleri, duygu ve düşüncelerimi tıpkı bir roman gibi yazmayı seviyorum. Ne söyleyebilirim daha başka, söyleyeceğim her şeyin abartı hanesine yazılma ihtimali çok yüksek…
Yazıyorum, çünkü yazarken nefes alıyorum. Yazıyorum, çünkü yazmak benim için acılarımı iyileştiren, öfkelerimi yatıştıran bir ilaç oluyor. Yazıyorum, çünkü hayatla kurduğum bağ, kaderi anlamaktan, özgürlüğü istemekten, umudunu kaybetmemekten ve yazmaktan geçiyor. Yazıyorum, çünkü yazarken yaşadığım hayatı, şu hücrede yaşadığım hayattan daha hakiki, daha sahici ve daha renkli buluyorum. Ve yazıyorum, çünkü yazarken hayatıma tekrar sahip çıkabiliyorum.
Bu yazdıklarım, kadere, özgürlüğe ve umuda bu seslenişim bir yakınma değil, tam tersi. Yazmaya başlayınca hayaller kurmaya başlıyorum. Yazmaya başlayınca hayaller de kurmaya başlıyorum ama aklımdaki kelimeler yetersiz kalıyor. Hayallerimi ve duygularımı anlatmaya yetişemiyor. Yazmak, düşünmenin, sevmenin, hissetmenin, özlemenin hazzını ve hüznünü bir arada yaşatıyor bana. Yazmak benim için buradan kurtulmak, nefes alabileceğim, heyecan duyabileceğim, kendimi bulabileceğim yeni bir dünya oluşturmak demek.”