HÜSEYİN ODABAŞI
Bunker siyaseti korku siyaseti demektir. Bunkerler Arnavutluk'u, Arnavutluk da halen daha Enver Hoca’yı zulümleriyle hatırlatmaya devam ediyor. Geçen ay bazı dostlarla beraber Arnavutluk’a ziyarette bulunduk. Enver Hoca’nın ölümünden (1985) ve rejiminin sona ermesinden yıllar geçmiş olsa da bunkerler bize Enver Hoca’nın kendisi ve rejimi hakkında fikir veriyor.
Bu tür kötü hatırlatma veya hatırlanmayı Sadi Şirazi’nin Bostan ve Gülistan’inda anlattığı bir hikayesine benzetiyorum. Orada anlatıldığına göre adamın biri öyle bir iş yapayım ki insanlar beni öldükten sonra dahi hatırlasın, unutmasınlar diye tutmuş zemzem kuyusuna küçük abdestini yapmış, iyi mi! Zalimler veya ahlaksızlar da yaptıklarıyla hatırlanabilirler. Fakat nasıl hatırlandığımız daha önemlidir. Evet Enver Hoca’yı da hatırlıyoruz fakat Sadi'nin hikâyede anlattığı zemzem kuyusunu kirleten kötü bir zat gibi zalim olarak hatırlıyoruz.
Enver Hoca, Arnavutluk'un olur olmadık yerlerinde karşımıza çıkan yedi yüz bin adet bunker yaptırdı. “Eşek ölür kalır semeri; insan ölür kalır eseri.” Bir devletin başkanı olma gücüne sahip olmuş birinin daha hayırlı eserler bırakması da mümkündü. Fakat her insan kendi karakterine göre eser bırakır.
Enver Hoca korku siyaseti takip etmek için, bunker adında sığınaklar yaptırdı. “Her an düşman işgaline uğrayabiliriz” duygusunu halka pompalamak içindi bu bunkerler. Enver Hoca, bir milleti dikta ile idare edip sömürmek için düşman korkusu ile kendine muhtaç ve mecbur etti. “Düşman çok ve her taraftan saldırabilir dolaysıyla benim himayeme mecbursunuz” demeye getirdi. Tabi bir milleti basit bir sözle veya soyut bir propaganda ile düşmanın amansız ve imansız olduğuna inandırıp dolaysıyla kendi idaresine mecbur ve mahkûm hale getiremeyebilirdi. Bunkerler gibi somut ve görünür çalışmalara, projelere ihtiyaç vardı.
Aslında sığınaklar düşman saldırısı ihtimaline karşı korunmak için her millette veya devlette olağan tedbirlerdendir. Mesela, Çanakkale'yi geçilmez kılan Hamidiye tabyalarını hatırlamamak mümkün mü? Yıllar önce bir Çanakkale ziyaretimde İkinci Abdülhamit'in tavsiye ve tensipleri ile yapılan bu sığınakları gördüm ve etkilendim. Çünkü düşman her türlü hücumuna rağmen stratejik noktalara yapılan bu tabyalardan dolayı Çanakkale Boğazı’nı geçemedi.
Daha sonra tahttan indirilecek olan İkinci Abdülhamit, kendi idaresi zamanında, askeri bir sezide bulunarak ilerde hasbelkader İstanbul’un düşman işgaline engel olmak maksadıyla Çanakkale’nin Boğaz girişlerine tabyalar yani sığınaklar yaptırdı. Sultan Abdülhamit fotoğraf çektirterek sığınakların nerelere ve nasıl yapılacağını bizzat ayarladı, tarif etti. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlının boğazını sıkmak için harekete geçen İngilizlerin öncülüğündeki itilaf devletleri, boğazı geçerlerken özellikle bu Hamidiye sığınaklarından açılan topçu ateşleri sayesinde boğazın serin sularını boyladılar.
Fakat bu Enver Hoca’nın bankerleri ile İkinci Abdulhamit'in Hamidiye tabyalarını aynı kefeye koyamayız. Çünkü Hamidiye tabyaları gerçek düşmanlara karşı halkını savunmak için, Enver'in Bunkerleri ise halkına korku salmak ve onları baskı altına almak için yapıldı.
Günümüzde bunkerler yok fakat bunker, korku siyaseti olarak varlığını devam ettiriyor. Bir devleti idare ederken korkunun payını inkâr edemeyiz. Fakat bu korku haydutlar, hırsızla namus bilmeyen ve ahlaksızlarla sınırlı olmalıdır. Aksi takdirde ilim ve fazilet sahiplerini sindirmeye kalkmak o devleti devlet yapan temellerin dibine dinamit koymak demektir. Mesela üç tarafı denizlerle 4 tarafı düşmanlarla çevrili bir ülkemiz var, diyerek bir strateji belirlemenin bunker siyasetinden farkı yoktur. Bugün Türkiye'de olan budur. İç veya dış düşman olduğundan fazla abartılarak millet sindirildi ve korku imparatorluğu maalesef kuruldu.
Bunker siyaseti demek bir milletin veya devletin tamamen kapanması ve dış dünyadan koparılması demektir. George Orwell’in “Hayvanlar Çiftliği” kitabında ele aldığı gibi dünyaya kapalı sistemeler diktatörlerin işine gelse de halkın bütün hayat damarlarını kurutur.
Tüm bu bunkerlerden ancak demokrasi ve hukuku halk olarak özümseyerek ancak kurtulabiliriz. 700 bin bunkerde değil daha ilk bunker başımıza bir çorap gibi örülmeye başlandığında gözümüzü açıp diktatör tıynetli idarecilere destek vermekten vaz geçmeliyiz. Bunker siyaseti ile halkın hayat damarlarını kesen bu tür idarecilerin zulme giden yolları nasıl taş taş döşediklerinin bilincinde olmalıyız. İlk taşı döşese de ikinci taşı döşemesine demokratik çerçevede müsaade etmemeliyiz.