HÜSEYİN ODABAŞI
6 Şubat'ta saat 4 sularında en az 10 ili kapsayacak şekilde 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki depremle ciddi bir felaket meydana geldi. Aslında Suriye’de Mısır’da Lübnan'da Kıbrıs'ta kadar hissedilen bu depremle Ortadoğu'nun kalbine sanki atom bombaları atılmış gibi hasar oluştu.
Kışın ortasında meydan gelen bu depren insanımızı tamamen aciz ve zor durumda bıraktı. Evlere girseniz artçı depremler ana depremi aratmayacak şekilde devam ediyor. Sıkıntıya maruz kaldığımızda emniyet ve güvenin temsilcisi olan evler artık bir dev oldu ve korkunun kaynağı haline geldiler. Dolaysıyla hava şartlarının kötülüğünden dolayı dışarısı da evlerimizin içlerinden daha tehlikeli ve korkunç...
Bu çaresizlik karşısında ancak Rabbimize dua edip yalvarabiliriz. Çünkü musibet zamanları sair ibadetlerde olduğu gibi dua ve yardımlaşmanın vakitleridir. Erkan ı hamse dediğimiz ibadetlerin bir vakti vardır. Öğlen namazının vakti girince o namazı eda etmek her müminin üzerine farz olur. Kur'an-ı Kerim de bu gerçeğe işaret etmek için “Namaz size vakitli olarak farz kılındı” (Nisa, 103) denir. Oruç ve Hac da böyledir. Hemen her ibadetin bir kendine uygun bir vakti ve zamanı olduğundan o vakit gelince o ibadetin eda edilmesi gerekir.
Dua etmek de diğer ibadetler gibidir ancak zamanı muayyen belirli değildir. Dua için Peygamberimiz (sav) “ibadetlerin özü” olduğunu ifade eder. Dolaysıyla diğer ibadetlerin yerine getirilmesinde bir zamanı olduğu gibi bela musibet ve ihtiyaçlarımızın arttığı zamanlar da dua ibadetini yapmak için zamanı ve vakitleridir.
Diğer ibadetlere göre öz hükmünde olduğundan üstelik zamanı tam sınırlı ve dar da değildir. Daha musibet geçse de duanın harareti azalsa da tamamen ortadan kalkmaz. Yani dua ibadetlerin özü olması hasebiyle icrası ifası musibetle sınırlı değildir. Denebilir ki biz Hizmet Hareketi olarak son 8 seneden beri zulme ve muhacerete maruz kaldık. Bir kısmımız hapislerde gaybubetlerde ve gurbet illerinde sefalete duçar olduk. Hiç kimse gözümüzün yaşına bakmadı. Derdimizi kimse dinlemedi. Meriç'in sularına gömülen bebelerimiz oldu, kimse merhamet etmedi. Bu anlatılanlar doğrudur. Fakat bize Peygamberimiz (sav) gibi davranmak düşer. Uhud Savaşı’nda başını dişini yaranlara karşı Peygamberimiz “Allah'ım onları affet zira bilmiyorlar” diyordu. Çünkü Efendimiz (sav) biliyordu ki bir peygamberin kanını yere akıtan bir kavmi Allah cezasız bırakmayabilirdi.
Allah Resulü Mekke’nin tavrına rağmen onlara yardım eli uzattı
Ve dahası; bir zaman Peygamberimiz (sav) ümmetini ve kendisini vatanları olan Mekke'den sürüp gurbet illere gitmelerine sebep olan düşmanları yani Mekke halkı kıtlığa maruz kaldı. Ve Peygamberimiz (sav) yardım tertip edip kendine düşmanlık yapan ama kendi milleti olan bu Mekke site devletine develerle yardım gönderdi. Bazı azılı düşmanlar bu erzak yardımını kabul etmek istemese de Ebu Süfyan Efendimizin (sav) bu civanmert ve cömertliği karşısında çok duygulandı ve senakar sözler söyledi:
“Allah kardeşimin oğlunu hayırla mükafatlandırsın. Çünkü o akrabalığın gereği olanı yerine getirip bizi gözetti.” demiş ve bunların hepsini alarak Mekke’deki fakirlere dağıtmıştı.
Yolumuz Peygamberimizin (sav) yolu olduğuna göre insanlık görevimizi yerine getirmek adına biz de depremzedelere yardım edecek ve Türk milletinin acısını yüreğimizde paylaşıp mazluma ve mağdura kol kanat germeye çalışacağız. Dua etmek tamam. Fakat Efendimizin (sav) yaptığı gibi sağlıklı ve güvenilir yollardan depremzedelere yardım da ulaştırmalıyız. Örneğin Time To Help’in hesabından maddi yardımlarda da bulunabiliriz. Allah halkımızın ve müminlerin yardımcısı olsun! Amin...