HÜSEYİN ODABAŞI
Devletin imkanlarını kullanan azınlık fakat etkili bir yapının üzerimize geldiği bu sıkıntılı süreçte Türk milletinin Hizmet Hareketi’nin arkasında durmadığını düşündüğümüzden dolayı çok kırgınız ve dolaysıyla üzgünüz.
Şöyle Doğu’dan Batı’dan; peygamberlerin, ilim adamlarının, felsefecilerin, dahi bilim adamlarının hayatına baktığımızda çoklarının arkasında halk desteğinin olmadığını görürüz. Neden? Çünkü halkın çoğu, alışık olmadığı şeylere tepki gösterir, itiraz eder. Yenilikler, yeni sesler ve yeni sözler hazımsızlık yapar. Bunun böyle olduğunu insanları yaratan Allah söylüyor: “Yazıklar olsun o kullara ki kendilerine gelen her resul ile alay ettiler.” (Yasin, 30)
Sadece alayla kalsa iyi. Acayipliği ve garipliğinden dolayı söyledikleri hazmedilemeyen bazı peygamberler de öldürüldü. Hemen büyün dünyanın tanıdığı Hz. İsa’nın fundamentalist Yahudilerce öldürülmek istendiği ve çarmıhlara sevenleriyle beraber gerildiği herkesin malumu. Hz. Zekeriya’nın testereyle biçildiğini söylememe gerek var mı? Hz. İsa’nın hoş görüsünü, Hz. Zekeriya'nın da “mal yığarak kenz yapmayın; haksız kazanç sağlamayın” nasihatini hazmedemediler.
Peygamberimize (sav) karşı zaten olan bu hazımsızlık Efendimiz’in (sav) vefatından sonra bu defa şaşılacak şekilde Müslümanlar arasında peygamber varislerine karşı devam etti. Şaşılacak şekilde diyorum çünkü Peygamberimiz’in (sav) mesajına karşı Ebu Cehil gibi kimselerin Velit Bin Muğire ile yapmış olduğu bir diyalogda olduğu gibi hazımsızlığa girmesi müşrik olmalarından ötürü normaldi. Fakat Müslüman bir toplumda kendinden olan ulemaya karşı hazımsızlık besleyip zarar vermeleri ise insan aklına sığmayan bir durumdur. Demek bu gibi olayları mümin müşrik bağlamında değil de daha çok topluluğun sosyal davranışları noktasından ele almak gerekir. Yani sosyolojik bir vaka gözüyle bakılmalı. Demek toplum kendi içinden de olsa aklının almadığı, davranışlarına uymayan hal hareket ve tavırları reddediyor, algılamakta zorlanıyor ve hakkı teslim etmesi de bayağı uzun bir zaman alabiliyor.
Rivayet odur ki Hz. Ömer bir valisini azleder. O da sebebini sorar. Hz. Ömer de; “Herhangi bir kusur veya yaptığın hatadan dolayı seni azletmedim. Fakat sendeki bu aşırı zekanın halka baskı ve fitne unsuru olmasından korkuyorum” cevabını verir.
Fitne sadece kötü niyet ve kötü davranışla meydana gelmez. Yaptığınız iyi davranışlar da yanlış anlaşılmalara sebep oluyorsa bu da vebali size olmasa da fitne cümlesinden mütalaa edilir. Fitne dönemlerinde nasıl davranmamız gerektiğini belirten hadislere bir de bu gözle bakmak gerekir. Efendimiz (sav) bazı sahabelerine; “fitne dönemleri geldiğinde kılıçlarınızın kınını kırın ve evinizde oturun” demiştir. (Ebu Davud, Fiten 2, (4261)
Fitne dönemlerinde görüntü ve gerçek birbirinin içine girer. Üstadımız “avam zahire bakar aldanır” diyor. Yani bazı ispritizmaciların (bir tür kahinlik) sözüne kanar da onların hal hareket ve davranışlarının muhakemesinden bigâne kalır. Halbuki bir insanın davranışları sözlerinden çok daha kıymetli ve belirleyicidir. Ziya paşanın dediği gibi; “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."
Bu bakımdan Deccal, Süfyan kılıklı zalimlerin sadece konuşmalarına bakarsanız onları birer Mesih sanırsınız. Fakat onların sünnet -i seniyeye uymayan davranışlarına ve zalimane icraatlarına baktığımızda ise şeytan olduklarını anlarız. Miyar budur, ölçü budur. Fakat bir insanın eserinin ve davranışlarının ne manaya geldiğini çözümleyebilmek yüksek bir akıl, muhakeme ve basiret ister. Bu bakımdan kitap okumadan evvel o insanı oku denmiştir. Hocaefendi’nin en sık yaptığı tembihlerden biri de çağı ve zamanı doğru okuma konusudur. (Kırık testi, İbnü’l-Vakt) İnsanımızı iyi tanımak gerekir. “Sen ne söylersen söyle, söylediğin, karşındakinin anladığı kadardır.” demiyor mu Hz. Mevlâna.
O zaman toplumun hal hareket ve davranışlarına uymayan konulara hiç girmemeli miyiz? İşte bu da ayrı bir tefrit olur. Mümkünse onun (halkın) öğrenme ve algılama kapasitesinin üzerine çıkmamak gerekir. Eğitimde sabır dediğimiz şey tamda bu noktada geçerlidir. Aynen bir insanda olduğu gibi. Her yaş grubuna anlatılacak konular aynı da olsa ağırlığı farklı farklıdır. Mesela matematiğin aynı konusu liseye başka üniversitelilere başka şekilde ve tonda anlatılır. Çünkü Üstadımıza göre toplumların da sebavet (çocukluk), delikanlılık ve yaşlılık dönemleri vardır. Aynen bir insan gibi. Evet işte eğitimi gerçekleştirecek olan bu noktadaki sabır, muhatabın ruhen ve bedenen büyümesini ve zihnen gelişmesini temin edecek bir mahiyete ermesi için çalışarak beklemek demektir.
Tüm bu anlatılanların eşliğinde Türk toplumunu Hizmet Hareketi ile bir teşrih masasına yatıracak olursak Türk toplumunun Hizmet Hareketi’nin mantık ve felsefesini anlayıp tam da hazmettiğini söyleyemeyiz. Kendinden kaynaklanan bir hareket olmasına rağmen çeşitli uyumsuzlukların ve anlaşılamayan konuların varlığını kabul etmek zorundayız.
Mesela eğitim seferberliği ne kadar Türk toplumu tarafından doğru anlaşıldı? Dînî bir cemaatin fıkıh, kelam, tefsir değil de fizik, kimya ve matematiğin okutulduğu fen okullarının açıyor olmasını Türk insanı çok da kavrayamadı. Okulları beğendi. Çocuklarımız iyi bir eğitim alsın diye bu okullara rağbet de ettiler ancak bu tür bir faaliyeti dinimizle pek de bağdaştıramadılar. Halbuki Allah'ın teşri emirleri kadar dünyada muvaffak olabilmek için “tekvini emirlerinin” de belletilmesi gerekiyordu. Fen okullarının kâinatın ruhuna koyulmuş olan bu tekvini emirlere riayet için önemli olduğu konusu sosyolojik olarak Türk milletinin özellikle dindar kesiminde hazmedilemedi yani anlaşılamadı.
Türk toplumu yurt dışına açılmayı acaba nasıl gördü? Üstüne üstelik eğitim seferberliği adına yurt dışına açılmayı da Türk insanın çok anladığı kanaatinde değilim. Aşırı olan ve yanlış algılanan milliyetçilik duygusu sebebiyle vatanını terk edip yad ellerde bir ömür sürecek kadar yapılan hayat fedakarlığını manasız buldu. Çünkü Türk milletinin şuur altında bu fedakarlığın “vatanı terk etmek” olarak algılanmadığını söyleyemeyiz. Halbuki toplum şuurunda, vatanı terk etmenin “vatan hainliğine” yakın bir çizgisi vardır.
Fedakârlık. Nesillerin eğitimi için de olsa bu denli maddi fedakarlığa gerek var mıydı? Menfaatçiliğin bu denli kol gezdiği bir toplumda himmet ve burs adı altında servet boyutundaki fedakârlık ve destek normal dindarlık algısını darman duman etti. Bu denli infak olmaz olsa da sadece Allah evi olan camilerin inşası için olabilirdi. Türk toplumu servet boyutunda bir desteğin neslin eğitimine harcanmasını ve bu işe destek verenlerin maddi bir menfaat gözetmediklerini idrak edemedi. “Allah rızası için vermek” için cami çıkışı fakirlere yardım etmek yeterli değil miydi? Hele bu konuda laik kesimin ve ehl-i dünyanın halinden hiç bahsetmek istemiyorum.
Konu başlıklarını böyle uzatmak mümkün. Mesela devletin derinlerinde bir yapının amansız düşmanlığını Temmuz Hadisesi olana kadar Türk milletine anlatamadı, varlığını kabul ettiremedi.
Ve son 7 seneden beri ciğerimizi delip geçen hadiseler karşısında ise bütün bir Anadolu maalesef karanlığa gömüldü. Hizmet insanlarından 1 milyon 570 bini adli işlem gördü. 100 binden fazla insan vatanını milletini ağlaya ağlaya terk etmek zorunda kaldı. 100 bini aşkını ise hapishanelerde çile doldurdu, dolduruyor.
Susmakla bu zulmün alevlenmesine ateşin her yanı sarmasına vesile olan bu necip millete biz ne diyelim nasıl muamele edelim? Örneğimiz yine Resulullah'tan, Şefkat peygamberinden olsun. 70 sahabesi Uhud’da kendi kavmi tarafından şehit edilen Efendimiz (sav) yanağının yarılması karşısında dediği gibi diyelim. Bir peygamberin yanağını yaran dişlerini kıran bir kavmin Allah’ın azabına çarpılma ihtimaline karşı şefkat peygamberi korktu ve Rabbine şöyle yalvardı: “Allah'ım sen bunları affet, zira bilmiyorlar” (Reşit Haylamaz, Efendimiz, cilt 2, sf;149)
Allah'ım sen istikbalin sahabesi olacak olan o anki zalimleri helak etme zira ne yaptıklarının farkında değiller. Allah'ım geleceğin fatihlerini çıkaracak olan bu necip milleti içinde bulunduğu bu sefaletten ve zulümden dolayı mazur gör zira iyiyi ve kötüyü şu an ayır edecek durumda değiller. Amin!