Safvet Senih -Samanyoluhaber.com
Hüyem, develerin tutulduğu bir çeşit hastalıktır ki, bu hastalığa yakalanan develer bir türlü suya kanmazlar… Kur’an-ı Kerim bundan yalancı sapkınlar hakkında bilgi verirken bahsediyor: “Belli bir günün belli bir vaktinde mutlaka toplanacaklardır. Sonra siz, ey sapkın yalanlayıcılar… Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz. Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız. Üstüne de kaynar su içeceksiniz. Susuzluk illetine (hüyem hastalığına) tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz. İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur.” (Vâkıa Suresi, 56/50-56)
Aslında Vâkıa Suresi için şöyle rivayetler var: “Kim Vâkıa Suresini her gece okursa, ona ebediyyen fakirlik isabet etmez.” (Feyzü’l-Kadir, VI, 201) Yine İbn-i Merdûye’nin Enes (r.a.)’den yaptığı rivayete göre Resûl-i Ekrem (S.A.S.) şöyle buyurmuştur: “Vâkıa Suresi, bolluk-zenginlik suresidir, onu çocuklarınıza belletiniz.” Deylemî de Enes (r.a.)’den şu haberi rivayet etmiştir: “Kadınlarınıza Vâkıa Suresini öğretiniz, zira, o bolluk suresidir.”
Bu sure kıyamet gerçeği ile başlar. Sonra âhirette insanların sınıf sınıf oldukları anlatılır. Bunlardan amel defterlerini sağ taraflarından alacak Ashab-ı Meymenenin mutlulukları, Ashab-ı Meş’emenin bedbahtsızlıkları ele alınır. Bir de önde olan öncüler yani Essâbıkûne’s-Sâbıkûn olanlardan bahsedilir.
“İşte onlar mukarrabûn (Allah yanında yakınlığa, en yüksek makam ve mertebeye erdirilmiş kimseler) dur. Nimet cennetlerindedirler. (…) Cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı olarak onların üzerinde yaslanırlar. Çevrelerinde ebedî cennet çocukları dolaşırlar. Maîn menbalarından akan içeceklerle doldurulur testiler, ibrikler ve kadehler (Cennet hizmetçileri tarafından kendilerine servis edilir.) Bu içecekler ne başlarını ağrıtır ne de akıllarını giderir. (dünya içkilerine benzemez.) Yaptıklarına karşılık kendilerine, beğendikleri meyveler, canlarının çektiği kuş etleri (…) verilir… Orada boş bir söz ve günaha sokan (yalan, haram, gıybet ve iftira gibi) bir lâf işitmezler. Duydukları söz, yalnız ‘selam’, ‘selam’dır. Ashab-ı Yemîn, nedir o Ashab-ı Yemin!.. Dalbastı kirazlar… Meyve dizili muzlar… Uzamış gölgeler… Fışkıran sular; pek çok meyve arasında… Hem de tükenmeyen ve yasaklanmayan… Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler. Biz (dünyadan gelen kadınları Cennette) yeniden inşâ ettik. Onları bâkireler yaptık… Hep yaşıt sevgililer… İşte o Ashab-ı Yemin için.”
“Ashab-ı Şimâle gelince, nedir o Ashab-ı Şimâl! (Amel defterini sol taraflarından alacak olan bu insanlar ise) İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içinde, kapkara dumandan bir gölge altındadırlar. Ki, ne serindir, ne de faydalı… Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefahate dalmışlardı. Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı. Ve diyorlardı ki: ‘Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?’ De ki: ‘Öncekiler ve sonrakiler, belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır.”
İşte bu yalancı sapkınlar, bu uğursuz bedbahtlar, bir ateş, içlerine işleyen bir hararet içinde, bir kızgın su, cehennem suyu içinde, zifirden bir gölge kömür ve kurum gibi kararıp duran, sisli, boğucu bir gölge içinde olacaklar. Çünkü onlar dünyada kendilerine mühlet verilmişti. Onlar ise ‘şımartılmış nefislerine’ düşkün ve hiçbir şeye aldırış etmeyen kimselerdi. O Büyük Günahta ısrar ediyorlardı. Evet, ŞİRK, büyük bir ZULÜM’dür. (31/13)
Karınlarını bir zakkum ağacından doldururken öbür taraftan da kaynar bir su içecekler… Hem de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içecekler.
Merhum Elmalılı M. Hamdi Yazır, âyette geçen “Şürbe’l-hîm” ifadesini izah ederken diyor ki: “Hîm, ehyemin veya heymâ’nın çoğuludur. Hüyem hastalığına tutulmuş deve demektir. Hüyem, deveye ârız olan bir susuzluk illetidir ki, bu hastalığa yakalanan deve suya bir türlü kanmaz. İşte onlar da bu deve gibi zakkumu yer, kaynar suyu içer içer ama asla kanmazlar. Bu onlara o ceza günü sunulacak ziyafettir. Aslında bu bir nüzul yani misafir gelince kahve veya kahvaltı gibi ilk sunulan yiyecek ve içeceklerdir. Konuklara ilk defa böyle şeyler takdim edilince, artık daha sonraki azabın nasıl daha şiddetli olacağı düşünülmelidir.”
Şimdi bu âyetten çıkaracağımız ders ve ibretle birlikte “Allah’ın indirdiği kitaptan bir şey gizleyip onu birkaç paraya satanlar (uydurma fetva verenler) var ya, onlar karınlarına ATEŞ’ten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz ve onları temize çıkarmaz. Onlara son derece acı bir azap vardır. İşte onlar HİDAYETİ bırakıp dalâleti, mağfireti bırakıp AZABI satın almışlardır. Bunlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklı imişler!” (Bakara Suresi, 2/174-175) “Onlardan bir çoğunun günaha, BAŞKASININ HAKKINA TECAVÜZ ETMEYE, HARAM YEMEYE YARIŞIRCASINA KOŞTUKLARINI görürsün. Yaptıkları ne kötü şey! Bâri, ONLARIN MÜRŞİDLERİ ve FAKÎHLERİ, onların günah olan şeyler söylemelerini ve haram yemelerini önleselerdi ya! Ama heyhat! Bunların yaptıkları da ayrıca bir çirkin!” (Mâide Suresi, 5/62-63) âyetleri üzerinde de düşünmemiz gerekir. Bu âyetler önceki ümmetlere, ehl-i kitab hakkında inmiştir diye işin içinden sıyrılamayız. Kur’an bize inmiştir. Onlar hakkında verilen bilgiler doğrudan bizi ilgilendirir.
İnsanların mallarına-mülklerine el koyanlar, rüşvet alanlar… “Namaz boynumuzun borcu, Rüşvet Türkiye’nin harcı” diyenler, dini hüküm ve yasakları iyi düşünmelidirler. “Elcezâü min cinsi’l-amel” prensibine göre, “Onlara bir yudum su bile vermeyin” diyenler… İnsanları açlığa-susuzluğa mahkûm edenler, onlara yardım edenleri bile hapislere tıkanlar… Böylece ölüme mahkûm etmek isteyenler iyi düşünmeliler…
Hüyem illetinin sadece müşriklere mahsus olduğunu da düşünmeyelim. O âyetler önce bizlere bakıyor… Ders ve ibretimizi iyi alalım…