AHMET AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Hz. İbrahim Aleyhisselam, mesele tebeyyün ve tavazzuh edinceye kadar bile müşrik olan babası için istiğfar etti: “Kâfir olarak ölüp cehennemlik oldukları kendilerine belli olduktan sonra, akraba bile olsalar müşriklerin affedilmeleri için istiğfar etmek, ne Peygamberin, ne de müminlerin yapacağı bir iş değildir. İbrahim’in babası için istiğfarı ise, sırf ona yaptığı vaadi yerine getirmek için olmuştu. Fakat onun Allah düşmanı olduğu kendisine belli olunca, onunla ilgisini kesti. Gerçekten İbrahim çok yumuşak huylu içi yanık pek sabırlı idi.” (Tevbe Suresi, 9/114)
Hz. İbrahim Aleyhisselam, ziyaretine gelen misafirlerinin yoldan çıkmış ve o zamana kadar kimsenin işlememiş olduğu bir cürüm içine düşmüş Lût kavmini cezalandırılmak için görevli melekler olduğunu anlayınca şefkat duygusu ile yanıp tutuşarak önlemeye çalıştı: “Vakta ki, İbrahim’in kalbinden korku geçip gitti ve ona (doğacak oğlu ile ilgili) müjde geldi, hemen tuttu Lut kavmi için Bizimle mücadeleye başladı. Çünkü İbrahim, çok yumuşak huylu, bağrı yanık, yufka yürekli ve kendisini Allah’a teslim eden bir kuldu.” (Hud Suresi, 11/74-75)
Dikkat edilirse, 76. âyet “Ya İbrahim! Vaz geç bu işten. İşte Rabbinin (Lut Kavmine) helâk emri geldi çattı ve hiç şüphe yok ki, onlara, geri çeviremeyecekleri bir azap geliyor.” buyurulmasına rağmen, Hz. İbrahim Aleyhisselamın bu halim-selim, yufka yürekli, içi yanık hâli de takdir ediliyor. Her halde burada bir ders ve ibret vardır.
Aslında Hz. İbrahim Aleyhisselamdan alacağımız çok şey vardır. Sekizinci Söz’de muhteşem temsilin İbrahim Aleyhisselamın suhufundan alındığını unutmayalım. Üstad Hazretleri bu fihristte söylüyor…
Ayrıca İbrahim Suresindeki şu dualarına da dikkat edelim: “Bir de İbrahim, bir vakitte şöyle demişti: ‘Ya Rabbi! Burayı belde-i emîn (güvenli bir belde) kıl, beni de evlatlarımı da putlara tapmaktan uzak tut. Ya Rabbi! Doğrusu o putlar insanların bir çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbî olursa, o bendendir. Kim bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafursun, Rahimsin. Ey bizim Rabbimiz! Ben zürriyetimden bir kısmını Senin mukaddes mabedinin (Ka’be’nin) yanında ekin bitmez bir vâdide yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı gereğince kılsınlar diye böyle yaptım. Ya Rabbi! İnsanların bir kısmının gönüllerini onlara doğru yönelt, onları her türlü ürünlerden rızıklandır ki, Sana şükretsinler. Ey Rabbimiz! Biz ister gizleyelim, ister açığa vuralım, yaptığımız herşeyi bilirsin. Zaten göklerde ve yerde Allah’a gizli kalan hiçbir şey yoktur. Hamdolsun Allah’a ki, hayli yaşlı olmama rağmen bu ihtiyarlık hâlimde İsmail ve İshak’ı bana ihsan etti. Şüphesiz ki, Rabbim duayı kabul buyurur. Ya Rabbi! Beni de neslimden çoğunu da namazı devamlı olarak ve gereğince kılan kullarından eyle! Duamı lütfen kabul buyur Ya Rabbi!” (İbrahim Suresi, 14/35-40)
Bu dua kabul olmuştur. Mekke bölgesi, Tîn Suresinde ifade edildiğine göre “Bu Emin Beldeye yemin olsun” denilerek o kadar yüksek bir konuma yükseltilmiş ki, hem güvenli belde oluyor hem de “Allah’a yemin olsun ki,” denilircesine “Bu Emin Beldeye yemin olsun ki” diye buyuruluyor…
Dua ettiği ve insanları Ezan okur gibi çağırdığı o ürün yetişmez beldeye dünyanın her tarafından insanlar akın akın geliyor… Sağnak sağnak mahsüller getiriyor. Büyük bir ticaret, fuar ve kongre merkezi teşkil ediyor.
Hz. İbrahim Aleyhisselamın Şuara Suresinde bir duası bulunmaktadır: “Ya Rabbi! Bana hüküm ve hikmet ver ve beni hayırlı kulların arasına dâhil eyle. Gelecek nesiller içinde iyi nam bırakmayı, hayırla anılmayı nasip eyle bana… Naim cennetlerine vâris olanlardan eyle beni, ya Rabbi.” (Şuârâ Suresi, 26/83-85)
İbrahim Aleyhisselamın bu duası da kabul olmuştur. Hz. İbrahim, hem Hz. Yusuf’un dedesidir… Hz. Yusuf Aleyhisselam ile getirdiği Tevhid hakikatı Mısır’a ulaşmış ve bir dönem oraya hakim olmuştur.
Hz. İbrahim hem Hz. Musa’nın dedesidir. Musa Aleyhisselamın getirdiği Tevrat, İsrail oğullarının kitabı ve kanunu olmuştur.
Hem Hz. Davud ve oğlu Süleyman’ın dedesi… Davut Aleyhisselama gelen Zebur hidayet ve hikmet rehberi olmuştur.
Hem Hz. İsa’nın dedesidir. Getirdiği İncil, milyonların irşadına vesile olmuştu.
Hem de Hz. Muhammed Aleyhisselamın dedesidir. Kur’an-ı Hakim’de çok yerde ismi yâd edilmektedir. Ayrıca kendi namına İbrahim Suresi diye bir sure mevcuddur.
Ayrıca Müslümanlar olarak bizler Efendimiz Muhammed Aleyhisselamın tâlimiyle bütün namazlarımızın son oturuşlarında mutlaka Hz. İbrahim Aleyhisselamın ismi geçen salli ve bârik dualarını okuyoruz… Hatta orada akıllara takılan bir soruya Üstad Hazretleri cevap veriyor. Şöyle ki: “Teşehhüdün âhirinde: ‘Allahım! Hz. İbrahim’e ve Hz. İbrahim’in âline merhamet ettiğin / onları mübarek kıldığın gibi Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammedin âli’ne de her zaman ve her yerde merhamet / mübarek eyle.’ deki teşbih, teşbih kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü Muhammed Aleyhisselam İbrahim Aleyhisselamdan daha çok rahmete ve berekete mazhar ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir?”
“Cevap: Hz. İbrahim Aleyhisselam gerçi Hz. Muhammed Aleyhisselama yetişemiyor. Fakat İbrahim Aleyhisselamın âli (İsmail, İshak, Yakup, Musa ve İsa gibi…) peygamberlerdir. Muhammed Aleyhisselamın âl-i beyti ise evliyalardır. Evliya, enbiyaya yetişemezler. Efendimizin Âl-i Beyti hakkındaki bu da parlak şekilde kabul edilmiştir. Üç yüz elli milyon içinde Âl-i Muhammed’den yalnız iki zatın; yani Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’in (r.a.) neslinden gelen veliler, mutlak ekseriyetle, hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pirleri ve mürşidleridir. Böylece “Benim ümmetimin âlimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir:” (Münavî, Feyzü’l-Kadir) hadisinin mazharlarıdırlar. Başta Cafer Sâdık (r.a.) Gavs-ı Azam (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) olarak herbiri, ümmetin büyük bir kısmını hakikat yoluna ve hakikat-i İslâmiyete irşad etmişler böylece bu âl hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleri olmuşlardır.”
İnşaallah bizler de hiç olmazsa mânevî âl-i beyt olmaya gayret edelim…