Alper Akay / medium.com
İkinci Sahabe Hareketi
Anlamak için kavramlara yüklenen manayı bilmek gerekir. Yazarın veya hatibin, kullandığı kavramlara yüklediği manalar idrak edilmeden, yazılanın veya söylenenin manası ile anlaşıldığı söylenemez. Bu nedenle, okumalarda veya dinlemelerde, hitap edenin kullandığı kavramlara yüklediği manaları idrak etmek gerekir.
AKP’nin kuruluş dönemine denk gelen, Said Nursi ve Gülen Cemaati’ne olan düşmanlıktan vazgeçiş kararım sonrası Nursi ve Gülen okumalarımda kavramlara yüklenen manaları anlamak için epey mesai harcamışımdır. Üzerinde fazla mesai harcadığım Gülen kavramlarından biri de, cemaat için kullandığı “İkinci sahabe hareketi” nitelendirmesidir. Çok iddialı bir nitelendirme olduğunu düşündüğüm bu kavramda öncelikle, darb-ı mesel olmuş “Şeyh uçmaz mürid uçurur.” sözünün tersine çevrilişi dikkatimi çekmişti.
Ağır Bir Hüsn-ü Zan
Doğu toplumları sistemden ziyade lider odaklıdır. Lider bir kurtarıcıdır ve sürekli yüceltilir. Seküler kitlelerde/cemaatlerde de durum böyledir. Hal böyle olunca bir noktadan sonra şeyh uçmasa da müridlerden biri şeyhi uçurur. Derken, kitlesel olarak şeyhin uçtuğuna inanılmaya başlanır. “İkinci sahabe hareketi” söylemi bu anlayışı tersine çeviren ve “müridini uçuran şeyh” gibi bir resmi tasavvur ettiren bir kavram. Şeyhlere gavslık, kutubluk payesi verilme yarışının yapıldığı bir kültürde, ilk defa bir “şeyh” cemaatine büyük bir paye veriyordu.
Bu iddialı nitelendirmeye, Gülen’in hüsn-ü zannı olarak bakıyordum. Nitekim, Gülen bu nitelendirmeyi kullanırken spesifik örnekler de veriyor. Mesela, infak konusunda önce Hz. Ebubekir’den bahsediyor. Sonra, arkadaşı Hacı Kemal Erimez’den bahsederek sahabe ile aynı infak ruhuna sahip olunduğunu belirtiyordu. Yada iffet konusunu ele alıyor. Bir örnek sahabeden ve bir örnek cemaatten vererek iffet konusunda sahabe ufkunun yakalandığını ifade ediyordu. Bir başka veçheden Gülen, cemaatin kısa sürede geniş bir coğrafyada faaliyet gösterebilmesini, sahabenin kısa sürede İslamı geniş bir coğrafyaya yaymada muvaffak olmalarına benzetiyordu. Nihayetinde, sahabe olmanın faziletini dile getirip; cemaati, kısa sürede kazanılan muvaffakiyet ve vasıflardan hareketle sahabenin hemen bir adım gerisinde yer alan, sahabenin iz düşümü bir topluluk olarak nitelendiriyordu. Yani, “İkinci sahabe hareketi”…
Gülen’in bu hüsn-ü zannının ne kadar ağır bir zan olduğunun Gülen müntesipleri farkında mı bilmiyorum. Yolda iki adamın konuşmalarına şahit olan bir imam, adamlardan birinin kendisi hakkında “Şu kadar ibadet ediyor.” şeklindeki hüsn-ü zannını duyunca, adamın söylediği ama o ana kadar yapmadığı o ibadetleri de yapıyor. Mürşid olarak benimsenmiş bir insanın “İkinci sahabe hareketi” gibi ağır hüsn-ü zannı; kanaatimce, müntesipleri sahabeye benzemeye sevk etmeli.
Hüsn-ü Zandaki Hakikat Payı
Gülen’in evsaftan hareketle “İkinci sahabe hareketi” nitelendirmesi yapması anlaşılabilir bir durumdur. Bu nitelendirmeyi anlaşılabilir bir hüsn-ü zan olarak bulsam da bana ifrat gelmişti. Çünkü benzetilenler sahabeydi. Evet, evsaf cihetinden cemaatten Ahmet sahabeden Hz.Osman’ın hemen arkasında yer alabilir. İnfak cihetinden Hacı Kemal, Hz. Ebubekir gibi “Ailemi Allah’a emanet ettim.” deyip tüm varlığını infak ederek Hz. Ebubekir’in hemen bir adım gerisinde yer alabilir. Bunlar hüsn-ü zandaki hakikat paylarıdır. Ancak, “ metâ nasrullâh” denilecek bir çile yaşanmamıştı. “Ve lemmâ ye’tikum meselullezîne halev min kablikum” deniliyordu. Bu nedenle “İkinci sahabe hareketi” olmak için seleflerinin çektiği çilenin çekilmiş olması gerektiğini düşünüyordum.
“Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler, sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Peygamber ve iman edenler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır.”(Bakara 214)
Davayı Teyid Eden Çile
Cemaatin başlangıç döneminde bir takım çekilmiş sıkıntılar, çileler olabilir. Ancak bunlar, imkan dahilinde olana ulaşmaya yönelik çekilmiş sıkıntılar, çilelerdi. Sonraki zamanlarda bu çile de ortadan kalktı. Çünkü artık imkan vardı. Ve tek mesele imkanları rantabl değerlendirmekti. Zifir karanlık bir ortamda “Allah’ın yardımı ne zaman?” denilecek bir çile yoktu ortalıkta.
Kavmi tarafından memleketinden çıkarılmak yoktu. “Eman vermeyin, konuşturmayın” naraları ile eşinin kavmi tarafından öldüresiye taşlanmak yoktu. En büyük düşmanlarından birinin öz amcan olması yoktu. Sırf davandan dolayı damatlarının kızlarını boşaması yoktu. İmanından dolayı seni hapseden annen/baban yoktu. İman ettiğin için kılıcını çekip karşına dikilen amcan, kardeşin yoktu. Kavmin, ailen, akrabaların tarafından dışlanıp, yıllarca Şib-i Ebu Talip’te aç, biilaç “ağaç kökü kemirerek” hayatta kalma mücadelesi vermemiştin. Memleketinden hicret etmek zorunda kalacak bir zulüm yaşamamıştın. Hicret ettiğin diyarlara peşinden eracif yüklü karanlık ruhlar gönderilmemişti. Malın mülkün yağmalanmamıştı. Hayat arkadaşın, yoldaşın, Peygamberin dahi “Ya Aişe, acaba…” diyerek şüpheye düşeceği bir münafık iftirasına maruz kalmamıştın. Önünde müşrik ordusu, arkanda münafık ordusu tarafından çoluk çocuğun ile kuşatılmamıştın.
Çay sohbetlerinden, maklube sofralarından “ikinci sahabe hareketi” çıkmazdı. Şimdilerde hüsn-ü zannı hakikate inkilab ettirecek bir çile kuşattı “ikinci sahabe hareketi”ni.
Selefleri gibi hapse atılıyor, işkence ediliyor, ağır işkenceler altında can veriyorlar.
Selefleri gibi “Eman vermeyin, konuşturmayın” naraları ile öldüresiye taşlanıyorlar.
Selefleri gibi davalarından dolayı anaları, babaları, hanımları, kocaları, arkadaşları, kardeşleri, gelinleri, damatları kılıcını çekip karşılarına dikiliyor.
Selefleri gibi komşuları ve akrabaları tarafından ağır bir boykot ile “ağaç kökü kemirerek” hayatta kalmaya mahkum ediliyorlar.
Selefleri gibi “Ey Mekke! Kavmim beni zorlamasaydı vallahi senden ayrılmazdım” diyerek hicranla terk ediyorlar sevdikleri memleketlerini.
Selefleri gibi memleketlerinde bıraktıkları malları, mülkleri yağmalanıyor.
Selefleri gibi hicret ettikleri yerlerden geri getirip işkence etmek için hicret ettikleri yerlere eracif yüklü karanlık ruhlar gönderiliyor.
Selefleri gibi analarının, babalarının, kardeşlerinin, hanımlarının, kocalarının değil “acaba” demek; iman mertebesinde inandıkları münafık iftiralarına maruz kalıyorlar.
Selefleri gibi önlerinde müşrik ordusu, arkalarında münafık ordusu, zifir karanlıkta çoluk çocukları ile “meta nasrullah” intizarındalar.
Kendilerinden öncekilerden tevarüs ettikleri bu çile, seleflerine halef olduklarının teyididir. Selefleri ile paylaştıkları bu kader, cennete giden yolun kaderidir. İnzal dönemi çilesinden süzülmüş bu çile, ashabın iz düşümü olmanın teyididir.
İkinci Sahabe Hareketi
Kalp, kapısı kırılarak girilecek bir yer değildir. Kimseye zorla kendinizi sevdiremezsiniz. 160 ülkede farklı dilden, farklı dinden, farklı renkten, farklı kültürden birçok insanın gönüllerine girebilmiş insanların, yürüdükleri yolda hakikatten bir parça olmalıydı ki; Allah, yeryüzünde insanların gönlünde bu insanlar için sevgi halk etmiş olsun. Zira öyle diyordu Allah Rasulü; Allah birini sevdi mi, yeryüzünde insanların gönlünde onun için sevgi uyandırır. Bu, cemaatin istikamet üzere olduğuna kanaat getirdiğim bakış açısıdır.
Yaşanılan ve şahid olduğumuz şu çile de, hüsn-ü zan olarak gördüğüm “ikinci sahabe hareketi” kavramının hakikat olduğunun teyididir.
Allah bu çileyi de, bu çileyi çekenleri de zayi etmeyecektir. “Meta nasrullah” diye intizar edenleri müjdelediği gibi “elâ inne nasrallâhi karîb” zaalimlere de müjdeler olsun… Fe beşşirhum bi azâbin elîm…