İlahi bir emanet
MEHMET ALİ ŞENGÜL
İnsan, diğer yaratılanlardan farklı olarak akıl ve irâde sâhibi olması itibariyle mes’uliyet ve sorumluluk taşımaktadır. İnsan öncelikle, yaratılış gâyesinin ve hedefinin farkında olması, bunun şuur ve idrâki içinde olması gerekir.
İnsanın en önemli vazîfesi, Rabbini tanıması ve tanıtmasıdır. O’nu (cc) sevmesi ve sevdirmesi, harika sanatlarıyla kendini tanıtan Sâni-i muhteşemi nazara vererek, O’nun rızâsını kazanmasıdır.
Bu sorumluluğu üzerine alan her insanın, muhataplarına karşı inandırıcı olması ve güven telkin etmesi gerekmektedir. Ayrıca kendisi, aile efrâdı ile birlikte, hayru’l halef nesillerin, gelecek asırlara göre daha iyi yetiştirilmesini sağlamak, Kur’an ve Sünnet rûhuyla beslenmelerine yardımcı olmak da vazîfeleri arasındadır.
Bugün İslâm coğrafyasında okuma yazma nisbeti en düşük seviyededir. Nerdeyse kitapsız hale geldik/getirildik. Bundan dolayı gerçek İslâm ruhundan mahrum kaldığı için müslümanlar, ifrat ve tefrit içinde boğulmakta, insanlığa İslâm’ı sevdirme yerine nefret verilmektedir.
Müslüman kimliği ile İslâm’ı temsil edenler, tebliğ ve irşad görevini vazîfe edinen mürşitler, inandıkları ve anlattıkları gerçekleri önce kendileri samîmi olarak yaşamaları ve örnek olmaları gerekmektedir. Cenâb-ı Hak Bakara sûresi 44.âyette, “ Halka iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz yoksa?”, Saf sûresi 2. ve 3.âyetlerde de, “ Ey iman edenler! Niçin yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?”“Yapmayacağınız şeyleri söylemek, Allah katında çok çirkin bir davranıştır” buyurmaktadır.
Onun için, husûsiyetle günümüzde sevgiye, şefkate, itimat ve güvene susamış milyonlarca nesiller var. Bu müstakbel nesillere sahip çıkacak, kırık kalpleri tamir edecek, samîmi, hasbî, fedakâr, havâri soluklu, Sahâbe ruhlu hakikat erlerine o kadar ihtiyaç var ki, hiç bir devirde bu kadar ihtiyaç hissedilmemiştir.
Şimdiye kadar Allah’ın lütfettiği imkanlar iyi değerlendirilseydi, çok yaralar sarılmış, nice engeller aşılmış olacaktı. Ne varki dostların vefâsızlığı, düşmanların acımasızlığı, hayırlı işlerin zararlı mânileri eksik olmadığından dolayı; zâlimler, münâfıklar, fâsık ve facirler, ihânet ve menfaat şebekeleri, mazlum ve mağdurları ezmekte, ilim-irfan yuvalarını bütün kaynaklarıyla kurutmaya çalışmakta, yuvaları dağıtıp, çocukları anne-babalara hasret hale getirmektedirler.
Suçsuz hiçbir adlî vak’aları olmayan bu insanların, denizlerde, nehirlerde boğulmalarına ve hapishanelerde şehit olmalarına sebep olmanın yanında, itibarlarıyla oynayıp kendi ülkelerinde yaşama haklarına engel olunmakta, sefil ve dilenci durumuna düşürülmektedirler.
Bütün bunlara rağmen; hal ve kalpleri, tavır ve davranışları samîmi, inandırıcı, yaşamadan daha ziyâde yaşatma idealiyle yanıp tutuşan, ikbal, makam, şan ve şöhrete tevessül ve tenezzül etmeyen, hasbî, fedakâr kahramanlara ihtiyaç vardır.
İnandığı gibi yaşamaya gayret eden ve gerçeklere tercüman olan gözü yaşlı, kafası aydın, vicdanı uyanık, muhâkeme ve muhâsebe şuurunda derinleşmiş, Hakk’ın hatırını âlî tutan, kalbî ve rûhî derinliğe ermiş, evvelâ kendi insanına, bilâhare bütün beşeri şefkatle bağrına basacak bağrı yanıklara ihtiyaç vardır.
Günümüzde yaşanan böylesine korkunç bir bâdireden sonra, samîmi, fedakâr ruhlar, yeni bir diriliş projesiyle gelmeli; suçlayarak, eksik ve kusur arayarak değil, tekliflerle gelmelidirler.
‘Kardeşim! Kader hakkımızda böyle takdir etti. Gel, beraber ağlayalım, dâvânın derdini beraber paylaşalım. Ben sana nasıl yardımcı olabilirim?’ deyip; musîbetzede arkadaşları beraber bağrına basmalı ve mes’uliyetleri beraber paylaşılmalıdır ki, Allah hoşnut olsun, melekler duâ etsin, hizmet bereket bulsun.
Günümüzde dış görünüş itibâriyle- istisnalar hariç- âdeta İslâm (müslümanlık), hayâtın dışına itilmiş gibi bir manzara görünmektedir. Fakat buna mukabil, kaderini dâvây-ı İslâm’a adamış öyle küheylanlarda vardır ki, havâriler ve Sahabe-i kiram efendilerimiz gibi; hiç bir tercih hakkı olmadan, beklentisi bulunmadan, şu dünya gemisinde nesillerin küfür ve dalâlet vadilerinde boğulup gitmemeleri için, bütün güç ve kabiliyetlerini o gemiyi ve nesilleri sahil-i selâmete çıkarabilme gayreti içinde, en ağır şartlar altında çalışmakta ve seferber olmaktadırlar.
Bu dâvây-ı İslâm, ihsan-ı İlâhi tarafından omuzlarımıza konmuş İlâhi bir emânettir. Bunu iyi değerlendirir, neslin îmanının kurtarılması mevzuunda hep beraber seferber olunur ise; -İnşâallah- Allah engelleri kaldırıp ikrâm-ı İlâhi ve ihsân-ı İlâhi ile mükâfatlandırır, yolları açar, sâhil-i selâmete ulaştırır.