Safvet Senih / samanyoluhaber.com
İnsan fıtratı, yapısına uygun fıtrî seslerden mânevî zevk alır, haz duyar… Su şırıltısı, kuş nağmeleri, rüzgarın teması ile yaprakların çıkardığı sesler, yağmurun yağış anındaki zemzeme, insanların iç dünyalarına pek çok mânâlar üfler. Kur’an’ın gönlü coşturan, gözü yaşla dolduran, içimize ferah veren kalbimize lezzet atan bir yönü de vardır. Ve o, dertlere devâdır; maddî, mânevî… “Biz Kur’an’dan, müminlere şifa ve rahmet olan şeyler indiriyoruz.” (İsra Suresi, 17/82) “Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerde olan (sıkıntılara) bir ŞİFA ve iman edenlere bir yol gösterici ve rahmet gelmiştir.” (Yunus Suresi, 57). “De ki; Kur’an, iman edenler için doğru yolu gösteren bir kılavuz ve ŞİFA’dır.” (Fussilet Suresi, 44)
İctimaî ve mânevî hastalıkların tedavisi bir tarafa, Kur’an’ın maddî hastalıklar üzerinde bile deva ve ŞİFA olduğu bir gerçektir. Kur’an harfleri ile insanların duygu ve cihazları arasında sıkı münasebetler, âdeta cıvıldaşma ve kaynaşmalar vardır. Bu da elbetteki Yaratan’ın yarattığını en iyi bildiğine apaçık delillerdendir. Evet, hiç mümkün müdür ki, ihsan ettiği yemekleri insanın midesine göre hazma uygun şekilde ayarlamış, hatta göz, burun ve dil gibi bütün cihazların hoşlanacağı güzellikte, o nimetleri birer sanat şâhikası derecesinde yaratmış olsun da; gönderdiği hârika Kur’an ile kudret mucizesi insanın ince ve derin hisleri arasında münasebet nakışları dokumuş olmasın, imkân var mıdır?
Nasıl ki, fizikte diyapazon ele alınıp birisi titreştiği zaman öbürünün de ihtizaza geldiği, titreştiği görülür, yanı aynı frekansta oldukları içim “rezonans” hadisesi meydana gelir. Aynen bunun gibi âyetlerin de muayyen tekrarları konsantre olmuş bir müminde de “rûhî rezonans”lar meydana getirir, artık âyetlerin tekrarı apayrı bir zevk ve lezzet olur. Normal olarak tekrardan bıkıp usanan insanın iç âleminde bu sefer yeni yeni âlemler keşfolunur; benliğinde başka başka iklimler, çeşit çeşit esintiler kendini gösterir.
Nasıl ki, insan vücudunda sinir ve kasların (düz ve çizgili olarak) vazifeleri ayrı ayrıdır, kontrol mekanizmaları başka başkadır. Elimi irademle uzatırım ama, kalbimin atışları ve reflekslerim irade ve muhakememe bağlı değildir. Hatta başı kesilmiş bazı canlıların ayağına iğne batırılsa, ani bir hareketle ayak hemen çekilir, denilmektedir. Yani bu hareketin şuur ile alâkası yoktur. Buna benzer şekilde insanın bazı hislerinin idrak, şuur ve irade ile alâkası yoktur. Bu bakımdan İlâhî kelâm Kur’an âyetlerinin insanları feyizlendirmesi ve nurlandırması için mânâlarının anlaşılması şart değildir. bilmediğimiz ve keşfetmediğimiz bazı hislerimiz, onlardan gıdalarını, o Arabî kisveler içinde, harflerinin dizilişindeki âhengin İlahî sırları ile alırlar.
İnsan ruhundan kopan nağmelerin de ayrı bir yeri olduğu gibi, kâinatta cereyan eden ince ritme uygun musiki nağmelerinin de insan üzerinde hatta bitkiler üzerinde iyi tesiri vardır. Âhenksizlik ve ses anarşisi diyeceğimiz gürültülerin de ters yönde hem insanlara hem bitkilere kötü tesiri vardır…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle diyor:
“Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim bir hali çok defa tetkik ettim, gördüm ki, o hâl hakikattır. O hâl şudur ki, İhlas Suresini Arefe gününde yüzer defa tekrar edip okuyordum. Gördüm ki, bendeki mânevî duyguların bir kısmı, birkaç defada gıdasını alır, vazgeçer, durur ve kuvve-i müfekkire (düşünme gücü) gibi bir kısım dahi, bir zaman mânâ tarafına yönelir, hissesini alır, o da durur. Kalb gibi bir kısım, mânevî bir zevke vesiler bazu mefhumlar (ifadeler) cihetinde hissesini alır, o da sukût eder ve böylece devam eder. Git gide, o tekrarda yalnız bir kısım lâtifeler (ince, hassas duygular) kalır ki, pek geç usanıyor; devam eder, daha mânâya ve tetkikâta hiç ihtiyaç bırakmıyor. Gaflet kuvve-i müfekkireye zarar verdiği gibi ona zarar vermiyor. Lâfız ve doyurucu lâfız olduğu icmâlî (güzel özetlenmiş) bir meâl ile, isim ve alem (özel isim) bulundukları örfî mânâ (toplumun bilip kullandığı mânâ) onlara kâfi geliyor. Eğer mânâyı o vakit düşünse, zararlı bir usanç verir. Ve o devam eden lâtifeler, taallüme (öğrenmeye) ve tefehhüme (anlamaya) muhtaç değiller; belki hatırlamaya yönelmeye ve teşvike ihtiyaç gösterirler. Ve o cilt hükmündeki lâfızları, onlara kâfi geliyor ve mânâ vazifesini görüyorlar. Bilhassa o Arabî lâfızlar ile, Allah kelâmı, Cenab-ı Hakkın konuşması olduğunu hatırlamak, dâîmî bir feyze vesiledir. İşte kendim tecrübe ettiğim şu hâl gösteriyor ki; ezan gibi ve namazın tesbihatı gibi ve her vakit tekrar edilen Fâtiha ve İhlas Suresi gibi hakikatları, başka lisanla ifade etmek çok zararlıdır. Çünkü daimî memba olan İlahî lâfızlar ve Resulullaha ait lâfızlar kaybolduktan sonra, o daimî letâifin (ince, hassas duyguların) daimî hisseleri de kaybolur. Hem her harfin en az on sevabı zâyi olması… ve huzur-u dâimî bütün namazda herkes için devam etmediğinden gaflet içinde, tercüme vasıtasıyla insanların tâbirleri ruha zulmet vermesi gibi zararlı olur.” (Mektubat, Yirmi Altıncı Mektup, Dördüncü Mebhas)
Kur’an-ı Kerimin kelimelerinin musikisi ve insan ruhunu okşaması ve şifâyap olması ilmen ve tecrübeten sâbit bir gerçektir. Yeter ki, biz onlara yönelelim…