Çaralan yazısında uluslararası finans piyasalarında Londra denince akla “uluslararası tefeciliğin” kuruluşları ve temsilcilerinin geldiğini belirterek buraya kadar düşmüş olmanın IMF'den önceki son kapıda bulunmak anlamına geldiğini anlattı:
Yazıdan ilgili bölüm şöyle:
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya önceki gün Londra’ya gitti.
Söylenen, iki önemli yetkili şahsiyetin Londra’ya “Finans çevreleriyle görüşmek”, onlara “Yatırım güvencesinde bulunmak”, “Türkiye’nin güvenli bir yatırım ülkesi olmaya devam edeceği”,... mesajlarını vermek için gittiği şeklindedir.
Şimşek ve Çetinkaya’nın Londra’ya gitme nedeni, Erdoğan’ın Londra ziyareti sırasında “Seçimi kazanırsa Merkez Bankasını kendisine bağlayacağı” anlamına gelen açıklamalarının dünya finans piyasalarında yol açtığı “imaj yıkımını” tamir etmektir!
Yani Şimşek ve Çetinkaya Londra’ya “Cumhurbaşkanı öyle demek istemedi. MB faizleri 300 baz puan artırdık. Eğer gerek görürsek, 150 baz puan daha artıracağını peşinen açıkladık Cumhurbaşkanı da bunların arkasında olduğunu söyledi. Dikkat ederseniz Cumhurbaşkanımız da son günlerde ‘Faiz bütün kötülüklerin anasıdır’ filan gibi laflar etmiyor” demek için gitti!
Peki, Türkiye’nin ekonomiden sorumlu en yüksek koltuklarında oturan bu şahısların Londra’da görüşmeye gittiği, “finans çevreleri”, “yatırımcılar” denilen kişi ve kurumlar kimlerdir?
Bunlar, “uluslararası tefeciliğin” kuruluşları ve temsilcileridir. Bu çevre, faizi nerede yüksek bulursa oraya gider, risk ne kadar yüksekse o kadar yüksek faiz ister!
Bu açıdan bakıldığında çeşitli riskleriyle ve sıcak paraya aşırı ihtiyacıyla Türkiye bu uluslararası finans çevreleri için bulunmaz bir “müşteri” durumundadır. Alabilecekleri en yüksek faizi alana kadar pazarlığa, döviz fiyatlarıyla oynamaya devam edeceklerdir. Bu da “komplo”, “kumpas”, “saldırı”...değil, bu kuruluşların “oyun tarzı”dır!
Bu alanda, uluslararası tefecilerin elini güçlendiren şöyle bir gelenek de var:
Geri kalmış ülkeler döviz ihtiyacını karşılamak için hemen IMF’ye gitmiyor. Çünkü IMF, “stand by” anlaşmasıyla ülke ekonomisini denetime alıyor ve belirli sürelerle denetimler yaparak “stand by”ın devamını bu denetim raporlarına göre yeniliyor. Bu yüzden de bu ülkelerin yöneticileri IMF’yle anlaşma yerine yüksek faizle “serbest tefeci piyasası”ndan borçlanmayı tercih ediyor. Ta ki artık bu çevrelerin borçların geri alınamayacağı endişesini, yüksek faiz iştahını bastırıncaya kadar!
Bugüne kadar yaşananlar göstermektedir ki, ekonomik dengeleri bozulan hükümetlerin Londra’da kapısının çalındığı “tefeci kurumlardan” yüksek faizle borçlanması, IMF’nin kapısına gitmeden önceki son kapıdır!
Erdoğan-Bahçeli ittifakının bütün gayreti, 24 Haziran’a kapağı kazasız belasız atmak içindir. Ancak bunun kolay olmayacağı da anlaşılıyor. Özellikle ekonomik sorunların vatandaşın birinci sorunu haline geldiği, gerek anketler gerekse emekçiler cephesinden gelen tepkilerde kendisini gösteriyor. Bu da döviz-faiz etrafındaki aşırı dalgalanma nispeten kontrol altına alınsa bile Erdoğan-AKP iktidarının ekonomi politikasının halkın gözünde büyük bir itibar kaybı yaşadığını gösteriyor.
İşaretler, AKP-MHP ittifakının hamaset, milliyetçi-dinci sloganlar, ekonomik yağma ve rüşvet dağıtımı etrafında sürdürdüğü kampanyanın eskisi kadar etkili olmayacağını gösteriyor. Bunu, sandıkların yerinin değiştirilmesi gibi, devletin imkanlarının en gerici ittifakın çıkarı doğrultusunda kullanılmasının da değiştiremeyeceği görülüyor.