Hz. Hızır’la yolculuğa çıkmak meşakkatli ve ağır imtihanları kabullenmektir.
“Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocuğuna rastladılar ve (Hızır) onu öldürdü. Mûsâ atılıp: ‘Ne yaptın? Masum ve günahsız bir canı, kısas hükmü ile bir can karşılığında olmaksızın mı öldürdün? Doğrusu görülmemiş derecede fena bir iş yaptın! ” (18/74)
İlm-i ledün ile mücehhez Hz. Hızır, kaderin hikmetli hükümlerini infaza memurdur. İşin hakikatini şöyle izah eder:
“Öldürdüğüm çocuğa gelince: Onun ebeveyni mü’min insanlardı. Fakat o çocuğun ileride onları azgınlığa ve küfre sürüklemesinden korktuk. Diledik ki bunun yerine Rableri kendilerine temizlikçe daha hayırlısını, merhametçe daha yakınını versin.” (18/80,81)
‘İYİLİK’ İYİDE Mİ KÖTÜDE Mİ?
İbn-i Kesir tefsirinde İbn Abbâs’tan naklen şu açıklama var:
“Yani anne ve babanın çocuklarına olan sevgileri, onları ku¨fre su¨ru¨klemesinden korkmuştuk. Katâde der ki: Çocuğun anne ve babası çocuk doğduğunda sevinmişler, öldu¨ğu¨nde u¨zu¨lmu¨şlerdi. Halbuki çocuk yaşasaydı; bu, kendilerinin felâketi olacaktı. Öyleyse herkes, Allah’ın kazasına rızâ göstersin. Çu¨nku¨ Allah’ın mu¨’min için kazası sevmediği şeylerde sevdiğinden daha çok hayır olabileceği şeklindedir. Sahîh hadîste vârid olur ki; Allah, mu¨’min için ne hu¨kmederse mutlaka bu, onun için hayır olur. Allah Teâlâ Bakara sûresinde de şöyle buyuruyor: -Bir şey hoşunuza gitmediği halde sizin için hayırlı olabilir.”
Surede bahsi geçen anne ve baba Allah’ın himaye ve inayeti altında olmalı ki, Allah onları “azgınlık ve küfre” sürükleyecek bir “sebeb”ten muhafaza ediyor. Bu “sebep” ayette erkek çocuk olarak zikrediliyor. Çocuğun tuğyan veya küfrüne dair sarih bir ifade yok. Yani Hz. Hızır’ın çocuğun canını almasındaki asıl gaye salih amellerle Allah’ın hıfzına girmiş ebeveynin ahiretini korumak. Çünkü çocuk dünya imtihanının temel bir unsuru. İki sayfa öncesinde buna işaret de var:
“Mal mülk, çoluk çocuk… Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir. Ama baki kalacak yararlı işler ise Rabbinin katında, hem mükâfat yönünden, hem de ümit bağlamak bakımından daha hayırlıdır.”(18/46)
Ayette “emel/ümit ve sevabın hayırlısı” nın ahirete yönelik olduğu vurgusu var. Baktığımız ayette de çocuğun “daha hayırlı ile tebdili” söz konusu. (18/74)
Belki de ebeveynin o çocuğa aşırı sevgisi, aşırı düşkünlük ve inhimakı, aşırı sahiplenmeleri onları Allah’ın kurbiyetinden uzaklaştıracaktı.
EKSİLTİLENİN YERİNE
Allah bir müminindeki ona zarar verebilecek olan bir “nimeti” lütfuyla geri alıyor. Ama “hayırsız” şeyi eksilttiğinde o nimetin yerini boş bırakmıyor. Hem yerini birebir dolduruyor hem de yerine koyduğu önceki nimetten daha hayırlısı oluyor. Adetullah böyle. Ayette Allah’ın erkek çocuğu alarak yerine salih bir erkek çocuk veya kız çocuk verdiğine dair de sarih bir ibare yok. Bahsedilen şey “daha hayırlısı, merhametçe daha yakını” ile “tebdil” etmek. Yani ille “çocuk yerine çocuk” olmayabilir.
Bu, aileye Allah’ın bir inayeti. Hadis-i şerifte çocuğun mümin fıtratı üzerine olmadığı kaydı var. O halde Allah o salih ebeveyne rahmeti olarak sevdikleri çocuğu günaha girmeden alıyor. Hz. Bediüzzaman Çocuk Taziyenamesi’nde şöyle ifade eder:
“… Mü’minlerin kable’l bülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını; ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en lâtîf bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını…. müjde veriyor…” Tabiatı bozuk olup vefat edenler için ise şöyle denir: “…O çocuğa ne mutlu! Şu dünyada kalsaydı, kimbilir ne şekle girerdi!”
VELAYETİ KATLAMAK
Böylece çocuğu yaşasa “şaki” olabilecek bir çocuğun masumken vefat ettirilmesi hem o çocuğa hem de ailesine bir lütuf oluyor. Tabi bu demek değil ki vefat eden her çocuk ileride şekavete girecek. Ve yine demek değil ki şekavete girecek olan çocuğun ailesi Allah’ın inayet ve hıfzından uzaktır. Kimi Allah’a merbutiyeti kavi aileler vardır ki şaki bir çocukla ağır imtihan yaşar ve bu imtihanı kazanarak velayetlerini katlarlar.
Bediüzzaman elim acı ve ıstıraba karşı teselli eder:
“Gerek peder ve gerek valide, veledini bütün dünya gibi severler. Veledi elinden alındığı vakit, eğer bahtiyar ise, hakikî ehl-i iman ise, dünyadan yüzünü çevirir, Mün’im-i Hakikîyi bulur. Der ki: ‘Dünya madem fânidir, değmiyor alâka-i kalbe.’ Veledi nereye gitmişse, oraya karşı bir alâka peydâ eder, büyük mânevî bir hal kazanır.” (Çocuk Taziyenâmesi, 17. Mektup)
Bu hâl, halet bir nimettir. Belki de ayette ifade edilen “tebdil”le kastedilen budur. Kehf suresi semboller ve temsillerle ifade edilen hakikatler örgülenmiş. Kesin hüküm vermenin, çıkarımlar yapmanın yanlışlığı hep vurgulanmış. Bu sebeple surede tekrar edilen “Rabbiniz daha iyi bilir.”(18/19) “…en iyi Allah bilir.” (18/22) “… en iyi Allah bilir.” (18/26) ayetlerine sığınırız.
Evlad sahibi olmamayı da bu anlamda düşünebiliriz. Ağır hatta çok ağır bir imtihan. Ama kaderin hükümleri zaman üstü cereyan eder. Allah belki de bizim yoldan çıkmamıza sebep olacak “nimet” görünümlü bir “nikmet”i daha baştan bize vermez. Ama o “vermeme”nin yeri boş kalmadığı gibi mutlaka daha “hayırlısı” ile doldurulur.
“Hızır çeşmesine doğru” yola çıkanların “nimetlerin elden alınması” emsali imtihanlar yaşamaları ve Allah’ın dünyevi veya uhrevi “daha hayırlısı”nı vereceği inancıyla itminan içinde hareket etmeleri o yolun bir zaruretidir.