İnfaz yasası ve düşman ceza hukuku
Oylarıyla seçilmiş olduğu halka, hükümet programında ve meydanlarda yeni cezaevleri açmayı vaat etmiş, iktidarı süresince 200’ün üzerinde cezaevi açmış, yönetme anlayışının temelinde, toplumu kendi ideolojik ve kültürel görüşü doğrultusunda disipline etme, muhalif her kesimi hizaya sokma ve cezalandırma zihniyeti olan bir iktidar olgusu ve gerçeği ile karşı karşıyayız. Hafta başı yürürlüğe giren "Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" bu anlayışın bir sonucunu oluşturuyor.
Türkiye’de mevcut 366 cezaevinde toplam kapasite 230 bin iken, hükümlü ve (çoğu, yalnızca ‘suç şüphesi’ yeterli görülerek, masumiyet karinesinin gereği ve adil yargılanma hakları ellerinden alınmış) tutuklu olmak üzere 300 bini aşkın insan, cezaevlerinde bulunuyor.
Koronavirüs salgını cezaevlerindeki bu insanları büyük bir riskle karşı karşıya getirmiştir! Cezaevlerinde yaşanmakta olan sorunlar, kamuoyuna yansıyan hak ihlalleri iddiaları, ceza ve infaz sisteminden kaynaklı eksik ve yanlış uygulamalar üzerine bir de salgın, bu sorunlara öncelikli bir çözüm bulunmasını acil hale getirmiştir.
Siyasi amaçlı işlem
Ancak, bu İnfaz Yasası (aslında özel af düzenlemesi) sorunlara kalıcı ve etkin çözüm oluşturmaktan oldukça uzak, kendisi bir çok yönüyle başlı başına sorun oluşturan nitelikler taşıyor. Yasa teklifi, ceza ve anayasa hukukçuları, bir çok siyasi parti, üniversiteler, barolar, insan hakları ve sivil kitle örgütleri ile hiçbir şekilde görüşülmeden ve kamuoyu ile paylaşılmadan hazırlanıyor. İçerik ve nitelik itibariyle aslında (belli suç ve suçlulara) özel af getiriyor, bu nedenle de TBMM’ de 3/5 çoğunlukla oylanması gerekirken, bir nevi “hukuku dolanarak” aceleyle yasalaştırılıyor. Bu düzenleme; iktidarın kendi tabanını ve ittifakını tahkim etmek üzere uzun süredir gerçekleştirmeyi istediği ve toplumsal muhalefetin kendini ifade edemeyeceği bir zaman sürecinde ‘salgın koşullarını olanağa çevirerek’ hukukun araçsallaştırılmasıyla gerçekleştirdiği siyasi nitelikli, hegemonik bir işlemdir.
Dolayısıyla bu ‘infaz yasasını’ yalnızca hukuksal açıdan irdelemeye tabi tutmak, aslında durumu gerçek bağlamından bir yönüyle koparma tehlikesini yaratır. Değerlendirmede bu çekince saklı tutularak saptamalar yapılmaktadır.
Düşman Ceza Hukuku Uygulaması
Af çok genel anlamda, egemenlik yetkisinin gereği ve görünümü olarak cezalandırma yetkisinin tekil sahibi olan devletin, suç oluşturan fiiller için ceza verme yetkisinden ya da verilen cezanın icrasını/ infazını kısmen ya da bütünüyle gerçekleştirme yetkisinden vazgeçmesi ve bunu önlemeye ilişkin -siyasal sonuçlar da doğurabilen- hukuksal işlemler yapması olarak tanımlanabilir.
Yürürlüğe giren bu infaz yasası, infaz indirimi ve infaz ertelemesi gibi tanımlarla anılsa da, af yasası niteliğindedir. İçeriği, hazırlanma biçimi, yasalaşma süreci ve amacı itibariyle hukuka, hukukun gerçekleştirmeyi amaç edindiği değer olan adalete aykırıdır. Anayasanın başlangıç ilkelerini, başta kanun önünde eşitlik, yasamanın amacı ve kişi hak ve özgürlüklerinin korunması ile hukuk devleti ilkelerini ihlal etmektedir. Toplum barışını koruma amacına uymamaktadır.
Ceza Kanunu’nun “adalet ve kanun önünde eşitlik” ilkesi (3.Madde) ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun temel ilkeleri ve özellikle “ayrım yapılmaması” ve “ayrıcalık tanınmaması” ilkelerine (2.Madde) ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 14. Maddesinde düzenlenen “ayrımcılık yasağı” ilkesine bütünüyle aykırıdır. Ceza Kanununun “Amaç” başlıklı 1. Maddesi -“Ceza Kanununun amacı; kişi hak ve özgürlüklerini, kamu düzen ve güvenliğini, hukuk devletini, kamu sağlığını ve çevreyi, toplum barışını korumak, suç işlenmesini önlemektir.” “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. Maddesi (2 fıkra); “Ceza Kanununun uygulamasında kişiler arasında ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, siyasal veya diğer fikir yahut düşünceleri, felsefi inanç, milli veya sosyal köken, doğum, ekonomik ve diğer toplumsal konumları yönünden ayrım yapılamaz ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınamaz” diyor!
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun infazda temel ilke başlıklı Madde 2. /1) “Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır” diyor!
Anayasa’nın Kanun Önünde Eşitlik başlıklı 10. Maddesi – “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir…” diyor!
Ancak yasa kapsamında, cezaevinde bulunan tutuklu ve hükümlüler arasında ayrım yapılmakta ve tutuklular kapsam dışında tutulmaktadır. Yalnızca suç işleme şüphesi altında olan, henüz suçu ispat edilmemiş bulunan, hukuken masumiyet karinesinden yararlandığı kabul edilen, hakkında herhangi bir hüküm verilmemiş olan insanların cezaevinde tutulmaları; buna karşılık suç işlediği ispatlanmış ve buna dayanarak cezası kesinleşmiş, cezası infaz edilmekte olan –belirli suçlar dışındaki suçlardan hükümlü olan- kişilerin cezaevinden tahliyesi ya da izinle salıverilmesi öngörülüyor!
Virüsten kurtarılacaklar, virüse teslim edilecekler
Bu kapsamda açık ve kapalı cezaevlerinden 45 bin hükümlünün tahliye edilmesi ve açık cezaevlerinde bulunan 45 bin hükümlünün de izne çıkarılması planlanıyor. (İzinden sonra, bu kişilerin geri dönüşlerini nasıl sağlanacağı, bunların izlenmesi için nasıl bir takip sistemi oluşturulacağı, cezaevlerinden firar edip, firari iken insan öldürenlerin -Ceren Özdemir’in öldürülmesi suçunda olduğu gibi- bile yakalanmasında eksik kalan bir sistemde bunun nasıl sağlanacağı soruları ortada duruyor!) Yasanın 53. Maddesi ile getirilen Ek 9. Madde kapsamında tahliye edilecek ya da izine gönderilecekler arasında, toplum güvenliğini bozan, infial yaratan, toplum sağlığını için tehlike oluşturan ve toplumsal vicdanı parçalayan suçlardan hükümlü olanlar; adam öldürenler, yaralayanlar, dolandırıcılar, uyuşturucu kaçakçıları, Emine Bulut’un ve diğer kadınların katilleri, cinsel saldırı suçluları, çocuk tecavüzcüleri, Ali İsmail, Ethem, Berkin, Ahmet, Abdullah’ın, Soma, Ermenek’te ölen madencilerin, Aladağ’da yanan kız öğrencilerin, Çorlu tren kazasında ölenlerin sorumluları da var! Bu düzenleme ile bu faillerin toplum için bir tehlike oluşturmayacaklarına, “virüsten öncelikli olarak korunacak” olduklarına karar verilmiş oluyor!
Ancak ve fakat; herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmemiş, şiddet çağrısında dahi bulunmamış, yalnızca anayasada tanımlanan hakkını kullanarak düşüncesini ifade etmiş olanlar, toplumun haber alma hakkının gereğini yerine getirmiş, yazmış, konuşmuş bulunanalar, haklarında herhangi bir kesinleşmiş hüküm olmadığı halde içeride tutulmaya devam edecekler. Gazeteciler, siyaset yapma hakkını kullanan, halkın oyuyla seçilmiş siyasetçiler, avukatlık mesleğini icra ettiği gerekçesiyle hukukçular, insan hakları savunucuları, akademisyenler ve öğrenciler ‘toplum için tehlike’ oluşturacaklarına, bir anlamda “virüsten kurtarılmaya değer olmadıklarına karar verilenler”, içeride kalmaya devam edecekler.
Adaletsizlik virüsü
Bu durum, tam anlamıyla Alman hukukçusu Günter Jcobs’un tanımlamış olduğu “Düşman Ceza Hukuku” uygulamasıdır! Bu kapsamda siyasal kavramının temeli olan antagonizmanın (rekabetin/çelişmenin) unsurları olarak, ancak “hasım” şeklinde adlandırılabilecek (muhalif) kişilere ve siyasi öznelere; vatandaş ceza hukuku yerine, “düşman ceza hukuku” uygulanır. Bu kişiler, “toplumsal sözleşmeye” aykırı davrandıkları iddiasıyla, “hukuksal bir statü ve siyasal bir etkinlik alanı” olan yurttaşlık alanından dışlanır (hukuksal bir özne olarak hak ve yetkileri olan, siyasal etkinlik yetkisi bulunan) yurttaş olarak değil, hak öznesi olmaktan soyutlanmış, kişi ve yurttaş hakları ve özgürlükleri bulunmayan salt bedensel bir varlığa indirgenir ve mücadele edilmesi gereken birer düşman olarak en uygun yöntemlerle bertaraf edilmesi gereken “tehlikelere” dönüştürülür… İnfaz yasasıyla ortaya çıkan durum budur.
Bu duruma uygun bir kavrayış ve duruş geliştirmek tüm toplumun görevi. Korona salgını bir şekilde geçecektir, ancak “adaletsizlik virüsünün” kalıcı olmasını engellemek buna bağlı. Unutmayalım “hayatın karşıtı, ölüm değil, kayıtsızlıktır”.
Neval Oğan Balkız- HABERSOL