Günümüzde, kim olduğumuzun değerlendirilmesinde sıkça yüzeysel ölçütler kullanılıyor; inanç, etnik köken veya siyasi görüşlerimizin, tüm karakterimizi temsil ettiği varsayılıyor. Oysa, asıl kimliğimizi en çok tanımlayan şey insanlığımızdır. Bu, hiçbir önyargıya, ait olduğumuz grupların dayattığı kalıplara sığdırılamayacak bir kimliktir. İnsani değerlerin evrenselliğini merkeze koyarak yaşamak, Hizmet Hareketi gibi insana odaklı bir oluşumda da temel alınan ilkelerden biridir. Bu noktada yaşadığım bir anım, bana kimliğin en önemli unsurunun insanlık olduğunu bir kez daha hatırlattı.
Bir gün, yakın bir arkadaşım sohbet sırasında bana etnik kimliğimi sordu. Kimliğimi söylediğimde şaşırdı ve “Ben seni kendi etnik kimliğimden sanıyordum” dedi. O anda, aramızdaki dostluğun, kimliğim üzerinden kurulduğunu düşündürecek bir mesafe hissettim. Yine de ona tepki göstermedim, çünkü biliyordum ki, toplumda yaygın olan önyargılar bazen en yakın arkadaşlarımızı bile etkileyebiliyor. “Bu duruma çok üzüldün mü?” diye sordum. “Evet,” dedi. “Peki, şimdi ben Zaza değilim desem, Kürt desem, Türk desem, durum değişir mi?” dedim. “Evet,” diye yanıtladı. İşte o an, yalnızca sözde bir değişiklikle bir insanın gözünde “öteki” olmaktan “beriki” olmaya geçebileceğimi anladım.
Bu konuşma, toplumda sıkça gördüğümüz bir ayrışmanın küçük bir örneğiydi. Bazen insanları “bizden” ya da “bizden olmayan” olarak değerlendiriyor, bunu da kimlikler üzerinden yapıyoruz. Arkadaşım bu konuşmada, “Sizinkiler zaten devletin adamıdır” diyerek bir genellemeye başvurdu. Ona, “Şimdi de başkaları bana ‘sen filanların adamısın’ demez mi?” dedim. Sonra ekledim, “En iyisi, ben kimsenin adamı ya da tarafı olmayayım; kendim olayım.” O sırada arkadaşım bana ailesini anlattı: “Benim annem Zaza, babam Kürt” dedi. “Bu daha güzel; iki tarafı da temsil ediyorsun” dedim. Bu konuşma sonrasında sakinleşti ve biraz daha rahatladı. Ona, düşüncelerimi açıkça paylaşmak için izin istedim ve konuşmaya devam ettik.
Ona üç kimliğim olduğunu söyledim. “En temel ve en önemli kimliğim, insan olmaktır; sonra etnik kimliğim ve inanç kimliğim gelir. Bu son iki kimlik, bazen birbirinin önüne takaddüm edebilir, fakat asla insan kimliğimin önüne geçemez.” Bu düşüncemi bir örnekle somutlaştırmak istedim. “Diyelim ki önünde bir trafik kazası oldu. Yaralılara yardım ederken kimliklerini mi sorgularsın, yoksa yardıma ihtiyaçları olduğu için mi müdahale edersin?” Bu örnek onu düşünmeye sevk etti.
Devam ettim: “İnsan kimliğimizi unutmayalım. Diğer kimlikler, insan kimliğiyle değer kazanır; hiçbir şey kaybetmezler.” Günümüzde maalesef etnik ve inanç kimlikleri ideolojik bir araç olarak kullanılabiliyor, insanların birbirine yabancılaşmasına yol açıyor. Bu durumu anlattıktan sonra, “Bu kimlikleri ideolojik olarak kullanmak bizi yalnızca ayrıştırır” dedim. “Oysa hepimiz temelde insanız. Farklı kökenlerden gelebiliriz, farklı inançlara sahip olabiliriz, ancak temel insanlık değerlerimiz bizi bir arada tutar.”
Farklılıkları kabul etmek bizi zayıflatmaz, aksine güçlendirir
Arkadaşım sessizce başını salladı ve “Haklısın, ama insanlar farklılıklar üzerinden değerlendiriyor,” dedi. “Evet,” dedim, “insanların farklılıkları tehdit olarak görmesi, her iki tarafa da zarar veriyor. Oysa farklılıkları kabul etmek, birbirimizi olduğu gibi tanımak bizi zayıflatmaz, aksine daha da güçlendirir.”
Bu sohbetten sonra arkadaşımın bakış açısında bir değişim olduğunu fark ettim. İlk baştaki tepkisinde şaşkınlık ve güvensizlik vardı; fakat konuştukça daha açık bir tavır sergiledi. Bir süre sonra, bu konu üzerinden daha derin sohbetler etmeye başladık. Ortak noktalarımızı, insani değerlerimizi ön planda tutarak birbirimize güvenle yaklaşmayı başardık. Bir gün ona, “İnsanlar etnik ya da inanç kimliklerinden bağımsız olarak değerlendirilmeli. Eğer bunu başarabilirsek, gelecekte insanlar birbirine daha fazla güven duyacak. O zaman toplum olarak daha huzurlu, daha adil bir yapıya sahip oluruz” dedim. Üzgün bir şekilde, “Keşke herkes böyle düşünebilse” diye yanıtladı.
Bu deneyim, insani değerler çerçevesinde birbirimize yaklaşmanın önemini bana bir kez daha hatırlattı. Genç yaşta kaybettiğim bu dostumla kurduğumuz bağ, kimliklerimizden bağımsız olarak bir insanlık bağından ibaretti. Vefatının ardından ona dua ediyor, bu dostluğumuzu hatırlayarak onu anıyorum.
Bu olay bana ait olduğumuz etnik veya inanç gruplarının kendi kimliğimizin ötesine geçmemesi gerektiğini gösterdi. Aidiyetler, anlaşılabilir bir şekilde insanın kendini ait hissetme ihtiyacını karşılar; ancak, insanlık bu aidiyetlerin hepsinin üstündedir. Ne yazık ki günümüzde etnik köken ve inançlar ideolojik birer araç haline geliyor ve insanları birbirine yabancılaştırıyor. Hizmet Hareketi’nin sunduğu perspektif ise, insani kimliğin en öncelikli değer olduğunu savunuyor; bu değerle kurduğumuz dostluklar ise, geride kalıcı izler bırakıyor.
Bu olaydan sonra çevremdeki insanlara daha fazla empati ve anlayışla yaklaşmayı kendime ilke edindim. Her insanın farklı bir hikayesi, farklı bir geçmişi var; bu farklılıkları değil, ortak insani değerlerimizi gözetmeyi öğrendim. Dostluklarımızı bu değerler üzerinde kurduğumuzda, kimliklerimizden bağımsız olarak daha sağlam bağlar kurabileceğimizi fark ettim.
Her şeyden önce insan olmak ve insan kalmak
Sonuç olarak, yaşadığım bu tecrübe bana insan kimliğimin tüm kimliklerimin üstünde yer aldığını yeniden hatırlattı. Bu değerle kurulan dostluklar, kaybedilse bile insanda silinmez izler bırakıyor. Merhum arkadaşımı her andığımda, insan kimliğini ön planda tutmanın hayatı nasıl anlamlı hale getirdiğini fark ediyorum. Her şeyden önce insan olmak ve insan kalmak.
Ruhunun ufkuna yürüyen Muhterem ve Muazzez Hocamızın gönül ve düşünce dünyamızda mayaladığı, insanlığa hizmet aşkıyla durmadan yürümeyi Rabbim bize nasip eylesin. Cennetin zümrüt tepelerinde buluşma temennisiyle, amin