İnsanlığın iftihar tablosu
MEHMET ALİ ŞENGÜL
Allah’ın (cc) Hz. Adem’le (as) başlattığı insanlar, yaratılan varlıkların en mükemmeli, akıl, irâde ve şuurla donatılmış olmasına rağmen; ya akıl ve irâdelerini sû-i istîmal ederek şeytan ve nefse tâbi olup dalâlet ve küfür içine kayacak, böylece dünyâyı kendilerine zindan hâline getirecekler veya Peygamberler rehberliğinde, îman erkânına gerçek mânâda inanıp, inandığı gibi yaşayarak dünyâlarını aydınlatıp, Cennet’in bir modeli olarak huzur ülkesi hâline getireceklerdir.
Allah (cc), bu iki yol ayrımında insanlara son bir defa daha, kullarının dünya ve âhiret saâdetini temin etme maksadına mâtuf, gönüller Sultanı Efendimiz’i (sav) vazîfelendirmiştir
Bu maksatla gönderilen Efendimiz Hz.Muhammed (sav), kendisine kılıç çekip en büyük kötülük yapan insanları bile uyarmak, hakikatlerle vicdanlarını doyurmak, hayat bahşeden mesajlarını sunmak üzere, her türlü sıkıntılara katlanmış, üzerine düşen tebliğ ve temsil vazifesini hakkıyla yapmaya çalışmıştır.
Bu mesaj, herkesi şefkatle kucaklayıp sînesine basmak içindir. Ağacın kökü ne kadar derinlere gitmiş ise, dal ve budak o ölçüde güçlü olacaktır. Temel ne kadar sağlam, altyapı ne kadar sıhhatli ise, dışa bakan yönü de o derece mükemmel ve câzip olacaktır.
İnsanlığın iftihar Tablosu Efendimiz Hz.Muhammed (sav), yirmi üç yıllık peygamberlik hayâtının on beş yılını sürekli baskı, eziyet ve işkencelere maruz kalarak geçirmiş olmasına rağmen, hiçbir zaman kuvvete baş vurmadan, emniyet ve güveni sağlama, insanların ebedi hayâtının kurtulmasına vesîle olma maksadıyla, tebliğ ve temsil yoluyla iman erkânını esas alarak, İslâm’ın temel prensipleriyle insanları Hakk’a dâvet etmiş, tebliğ ettikleri gerçekleri önce hayâtında yaşamış, hiç bir kimseye karşı aslâ düşmanlık, kin ve nefret yolunu tutmamıştır.
Geriye kalan sekiz yılında istemediği halde, kaçınılmaz hâle gelen harplere, tahammül fersah ezâ ve cefâya katlanarak, İslâmiyet’i gönüllere sevdirmiş; Ebû Süfyan, İkrime, Vahşî ve Hint gibi en büyük düşmanlarının dahî îman etmesine vesîle olmuştur.
Allah Resûlü’nün (sav) yaşadığı toplumdaki yerini öğrenmek için yetiştirip terbiye ettiği ve O’nu en yakından tanıyan Sahâbe Efendilerimiz’e, l-i Beytine, hatta kendisini düşman kabul edenlerin yaptıkları en büyük kötülüklere karşı bile, şefkat ve merhametle onlara muâmele etmesine bakmak gerekir.
Bugün içinde bulunduğumuz dünyâdaki insanların; kin, nefret ve düşmanlıklarla birbirlerine yaptıkları kötülükler, zulümler, olumsuzluk ve huzursuzluklar karşısında; O’na (sav), O’nun ahlâkına, ortaya koyduğu prensiplere ve en son din olan İslâm’ın dili Kur’an-ı Mûcizü’l Beyân’a ne kadar muhtaç oldukları açıkca görülmektedir.
Îmanından ve peygamberlik vazîfesinden dolayı çok büyük imtihanlara mâruz kalan, ateşlere atılmasından tutunda, eşi Hz.Hacer vâlidemiz ve henüz kundaktaki müstakbel peygamber olan Hz.İsmail’i, Allah’ın emriyle ıssız ve sessiz çöllerde bırakmak zorunda kalmasına ve neticede, ciğerpâresi olan evlâdı Hz.İsmail’i kurban etme emrine kadar; emr-i İlâhideki inceliği kavrayan Hz.İbrahim (as), Allah’a karşı vefânın, sadâkatin zirvesini temsil ederek, gelecek Peygamber ve ümmetlerine örnek olmuştur.
Hz.İbrahim (as), âhir zamanda son bir defa daha insanlığı küfür ve dalâlet bataklığından kurtarma gayreti içinde çırpınacak Nebîler Sultânı’nın müjdesini vermiş, şöyle duâ ve niyazda bulunmuştur: “Ey bizim Rabbimiz! Onların içinden öyle bir Resûl gönder ki, kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki, aziz sensin, hakîm sensin! (Üstün Kudret, tam hüküm ve hikmet sâhibisin!)” (Bakara, 129)
İnsanlığın İftihar Tablosu da, asırlar sonra te’yid sadedinde, “Ben dedem İbrahim’in duâsı, kardeşim Îsa’nın müjdesi ve annemin rüyâsıyım” buyurmuşlardır. (İbni Hibban-Hakim, Müstedrek) )
Hz.Îsa’nın (as), “…Ey İsrâil Oğulları! Ben size Allah’ın Resûlü’yüm. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir Resûlü müjdelemek üzere gönderildim…” (Saf, 6) dediğini bizzat Kur’an anlatmaktadır. Efendimiz (sav) diğer bir mübârek beyânında da, “Benim Kur’an’daki ismim Muhammed, İncil’de Ahmed, Tevrat’ta ise Ahyed’dir” buyurmuşlardır. (Hindî)
Bütün peygamberler Hz. Âdem (as) dâhil O’nu müjdelemiştir. İzinsiz, vakti gelmeden iftar etmek üzere, Allah’ın men ettiği bir şeye el uzatıp zelle yapan atamız Hz. dem (as); bu imtihandan sonra ellerini açıp Allah’a yalvarırken, “adının yanına adını yazdığın Hz.Muhammed (sav) hürmetine” diyerek Allah’dan af dilemiştir.
Çünkü Efendimiz (sav) daha Hz. Âdem (as) yaratılmadan evvel Hâtem-ün Nebî olduğunu şu hâdis-i şerifte beyan buyurmuştur: “Daha dem (as) çamurla toprak arasında gidip gelirken, Allah katında Ben, O’nun kulu ve Hâtem-ün Nebî idim” buyurmuşlardır. (İbn-i Hişam, Taberî)
Kâinatta yarattığı her bir varlığı ulûhiyetine ve rubûbiyetine delil yapıp, kullarının yürüyeceği yollara trafik kuralları gibi işâretler koyan Allah (cc), Hz. dem’le (as) başlayan ve yüzyirmi dört bin peygamber ile devam eden ve neticede Hâtem-ün Nebi, İnsanlığın İftihar Tablosu Efendimiz (sav)’le noktalanan peygamberleri; husûsiyle hükmü kıyâmete kadar devâm edecek en son peygamber olarak Efendimiz’i (sav) tekrar insanlığın şaşırmaması, müstakim yaşaması ve marziyât-ı İlâhi yolunda hakkı tutup kaldırması için İslâm dini ile şereflendirerek göndermiştir.
Kıyâmete kadar tevhîdi temsil edecek olan Allah Rasûlü (sav), nice bâtıl yollarda takılıp kalan ve dalâlette boğulmak üzere iken elinden tutulması gereken insanlara rehberlik yapmıştır. Böylece hidâyete eren, îmâna ve Kur’ân’a hayâtını adayan ümmetine, Kelâm-ı Ezelî olan Kur’an-ı Mûciz-ül Beyan’ı emânet etmiştir.
Kalplere îmanı sâdece Allah’ın koyduğunu, Peygamberlere bile bu yetkinin verilmediğini, Peygamberler de dâhil bütün mürşitlerin vazîfesinin tebliğ ve temsil olduğunu; Rum sûresi 52. âyette Hz.Allah (cc), “(Habibim) Şunu bil ki sen ne ölülere sesini duyurabilirsin, ne de arkasını dönüp uzaklaşan sağırlara bu dâveti işittirebilirsin.”, Kasas sûresi 56. âyette, “Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin, lâkin ancak Allah dilediğini doğruya ulaştırır. O hidâyete gelecek olanları pek iyi bilir” ve yine Mâide sûresi 99. âyette de, “Peygamberlere düşen sorumluluk sâdece tebliğ etmektir...” ilâhi beyanlarıyla Peygamberler ve mürşitlerin aslî vazifesinin tebliğ olduğuna dikkat çekmektedir.
Kâinatın yaratılış vesîlesi, Efendiler Efendisi Efendimiz (sav), hakkın ve hakikatın gür sesi, kıyâmete kadar hükmü bâkî olan Kur’an-ı Azîmüşşan’ın mübelliğidir. O (sav) olmasaydı, hepimiz rûhen ve kalben ölülerdik. O’nu (sav) tanıdığımız ölçüde mutlu ve huzurlu olmayı, dünyâya niçin geldiğimizi, vazîfemizin ne olduğunu, sorumluluklarımızı, nereye gideceğimizi, nelerle karşılaşacağımızı hep O’ndan öğrendik. Dolayısıyla; O’nun rehberliğinde, yaratılan varlıkların en şereflisi olduğumuzun farkında olarak, hayâtımızı tanzim etmeye gayret etmeliyiz.
Rabbimiz Enbiya Sûresi 107. âyette, “(Ey Resulüm) Biz Seni bütün âlemlere ancak Rahmet olarak gönderdik.” buyurmaktadır. Bununla beraber; Allah (cc) O’nun (sav) hakkında, Fetih Sûresi 8. âyette: “Muhakkak ki Biz seni bir şâhit, bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik”, Bakara sûresi 119. âyette de, “Biz seni sırf Kur’an’la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik.” buyurmaktadır.
Haşir sûresi 7. âyette ise, “... Peygamber size ne verirse onu alın, neden men ederse onu terk edin!... beyânı ile de, O’na (sav) itaat edilmesi gerektiğini öğrenmekteyiz.
Yaratılan varlıkların en şereflisi insandır. İnsanlar içinde de, gerçek mânâda îman eden ve hak yolunu tutan kulların, en son durağı rızâ makamıdır. Merhameti sonsuz Rabb-ül lemin olan Allah (cc) Nebiler Sultânını, liyâkatı olan kullarını o makâma yüceltmek ve yükseltmek için göndermiş ve vazîfelendirmiştir.
Şuarâ Sûresi 3. âyette Cenâb-ı Hakk, (Habibim) “Onlar iman etmiyor diye üzüntüden neredeyse kendini yiyip tüketeceksin”, Kehf sûresi 6.âyette de, “Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!” buyurmaktadır.
Allah’ın lütfedip inananlara tattırdığı îman nîmetini, liyâkatı olan muhtaç gönüllere duyurmak, anlatıp tattırmak için; darılmadan, darıltmadan, dayanarak ve sabrederek, gece gündüz fırsatları değerlendirmek, yangından insan kurtarırcasına gayret gösterip dertlenmek gerekmektedir. Böylesine helâket ve felâketlerin, küfür ve dalâletin beşeriyeti boğduğu bir asırda, bizim nasîbimize düşen vazîfe de budur.
(Yakında -inşallah-kitap olarak okuyucularla buluşacak olan "Hilkat-ı Evvelin Çekirdeği ve Kâinât Ağacının En Kâmil Meyvesi Efendiler Efendisi Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)" isimli eserin giriş makalesinden alınmıştır.)
Mevlid Kandili’nin İslâm âlemi ve bütün insanlık için hayırlar getirmesini dilerim.