Video: Arşiv
Türk-İran ilişkilerinin son 30 yılına çok vakıf bir isim olan Ferdi Türkiye’nin petrol ambargosunu ABD’nin rızasıyla deldiğini ileri sürüyor. Dr. Ferdi’ye göre İran petrol paralarıyla dolu TIR’ların Türkiye’de ‘kaybolduğu’ bu dönemde suçlu İran değil söz konusu paraları ‘hesaba kaydetmeyenler.’ Yeni Hayat’a konuşan Dr. Asgar Ferdi’nin iki ülke ilişkilerine dair tespitleri şöyle:
AKP dış politikada hiç stabil olmadı
AKP özellikle dış siyasetinde stabil mevkiye sahip olmadı. Bölge ve yakın muhit konusunda değişken bir siyaset yürüttü. Genelde saatini yabancı payitahtların saati ile tanzim edenlerin durumu böyle olur. Türkiye’yi dış siyasetini ekonomik çıkar ekseni etrafında kuran bir ülkedir.
İran, Türk ekonomisine para enjekte etti
Türkiye, ABD’den İran’la iş yapmasına göz yummasını istedi. Amerika ve herkes biliyordu ki Türkiye İran ambargosunu deliyor. O dönemde hem İran nefes aldı hem Türkiye kazandı. Bunlar ABD’nin rızasıyla oldu. O dönemde büyük rakamlar döndü. Altın ve döviz dolu tırlar kayboluyordu. İran bankalar satın alıyordu. Üstelik ülkenin bankalarının tam da hortumlandığı dönemde. Ama İran’daki seçimler ile yani Ahmedinajad’ın kaybetmesi ve Ruhani’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle yolun sonu göründü ve balayı bitti. En son Reza Zarrab başımıza çıktı. Arkadaş onlar İran’ın ana sütü gibi helal parasını Türkiye’ye soktular ve Türk bankalarında işletiyorlardı. Yani para Türkiye ekonomisinin damarlarına enjekte edilmişti. Şimdi burada suçlu olan varsa bu İran değil. Bu parayı hesaba kaydetmeyen her kimse odur. Mesul odur.
Türkiye soyunduğu İslam dünyasının liderliği rolününün gereklerini yerine getirmek için masraf etmek zorundaydı. Ortadoğu’da boy göstermelerin masrafları olacaktı tabii. Ama işler hükümetinin gücünü aştığı için kendini kısıtlamak zorunda kaldı. Mesela ‘One minute” daha fazla körüklenmedi. Diğer yandan iç kamuoyunu ikna için de işler yapıldı. Saray dikerek, 16 eski devletin askerini giyindirip kuşandırarak, Sultan Selim köprüsü inşa ederek ve pilotsuz uçaklarının ismini “Çaldıran” koyarak. Biliyorsunuz, Türkiye’deki iktidarın şahsi ahval-ı ruhiyesi meydan okumaya fazla müsait.
AKP’de yöneticilerin çoğu Humeyni’nin takipçisiydi
AKP Milli Görüş’ün devamı değildir bence. Sadece bu kadarını söylemiş olayım ki merhum Erbakan ne son zamanlar Türkiye’de İran İslam Cumhuriyeti’nin lideri hakkında sarf edilen sözleri telaffuz ederdi, ne de İran’a karşı ortak düşmanla ittifakta bulunurdu. Devrimin ilk yıllarında rahmetli Erbakan’ın rikabında İran’a gelen bugünkü AKP liderlerinin çoğu İmam Humeyni’nin yolunun devamcılarıydılar.
Erdoğan’a Tahran’da randevu vermediler…
İran’da her zaman AKP ve Türkiye taraftarı olarak tanınırım. Yıllarca İran ve Türkiye arasındaki sorunların büyümeden çözülmesi için ciddi çaba gösterdim. Haysiyyetimi sarf etmişim, itibarımı, hürmetimi ve nüfuzumu kullanmışım. Babamın cenazesi toprağa verilirken Erdoğan’ın Tahran’da Ahmedinejad ile randevusunun iptal edildiğini öğrenince daha üst bir kabül için temaslara geçmişliğim olmuştur. Ama sağlam müşaviri olmayan veya müşavire ihtiyacı olmadığını sanan siyaset adamlarının hataları telafi edilmez olur.
Maalesef Türkiye diplomasisi, “Nükleer anlaşma, Türkiye’nin bölgesel ve stratejik önemini azaltır.” kaygısına kapıldı. Benzer endişe S. Arabistan’da var.
Oysa her ülke kendi önemini yaşamakta ve taşımaktadır. İran, Türkiye olamaz ve Türkiye de İran olamaz. Türkiye kendi önemini kendi artırır ve ya kendi eliyle düşürebilir. Ambargoların en uç noktasında bile İran’ın bölgedeki ehemmiyeti mahfuzdu. Irak konusunda Amerika müzakereye davet ediyordu ve bir defa da masaya oturdular. Bu, İran’ın bölgede söz sahibi olup olmadığının göstergesidir. Türkiye asla böyle pusulara düşmemeli.
AKP, aşırı Sünni mezhepçiliğe kaydı
AKP kendi antitezine, olmayan bir tez oluşturmaya çalışıyor. Aksiyonunu reaksiyon gösterme siyasetini uygulamak istiyor. Yani katı ve aşırı Sünni mezhepçiliğe kaymış AKP bu eksen değişmesinin sebebini İran’ın mezhepçi tavrına karşılık olduğunu göstermek istiyor. Sünni Hilal yaratıyorlar ve Şii Hilali’nin önünde yaratıyoruz diyorlar. Hangi Şii Hilali’nden bahsediyorsunuz? Nerdeymiş bu hilalin coğrafyası? AKP’nin önceki kongresinde Mursi’yi, Kral Abdullah’ı, Tarık El Haşimi’yi yan yana getirip ‘Sünni Hilali’ diyenlerin aklı mezhepçiliğe takılı kalmış. Türkiye’de her zaman Şii Hilali’nden bir korku halesi yaratılmaya çalışılıyor.
İran gizli servisi o kadar cinayet işlese savaş çıkardı
İstihbarat teşkilatları da dışişleri gibi kendi işlerini yapar. Türkiye istihbaratı da İran’da bilgi toplar. Bu böyledir. Böyle olmuş ve böyle olacaktır. Ama terör, katliam… Bunlar başka şeyler. Oysa Türkiye’de JİTEM filan kimi öldürdüyse ilk İran’ın adı dile getirildi. Yıllarca Uğur Mumcu’nun kardeşi ve kızı bas bas bağırdılar ki “Arkadaşlar Uğur’un katlinde İran parmağı filan yok.” diye. Ama halkın kafasını darmadağın ettik bir komşuyu onca yıl karaladık, özür dileriz diyen olmadı. Hizbullah vahşiliğini de İran’ın başına yıkmadılar mı? Uğur Mumcu, Taner Kışlalı, Abdi İpekci… İran’ın adını faili meçhullerin katiline çıkarmadılar mı? Arkadaş elinde böyle facialı belgeler varsa neden evrensel mahkemelere şikayet etmiyorsun? İran yüzlerce vatandaşını poşetlemiş öldürmüşse neden gereğini yapmıyor da sadece medyayı kullanarak kamuoyunu zehirliyorsun? Bir ülkenin yüzlerce vatandaşını yabancı servisler katlederse bunun ucundan savaş çıkar.
Kürdistan isimli eyaleti öğrenince Özal çok şaşırdı
İran’da Kürdistan isminde bir eyalet olduğunu rahmetli Turgut Özal öğrenince çok şaşırmıştı. Tahran’da birlikte gezerken en büyük otobanın adının Kürdistan olduğunu da gösterdim. Döndü bana “Çok iyi yapmışsınız. Biz bunca yıl inkâr ettik de ne oldu?” dedi. Döndükten sonra bana bir paket gönderdi. İçinde Nevbahar isimli Kürtçe dergi, Zazaca-Türkçe sözlük ve bir musiki kaseti vardı. Bir de not yazmıştı “Kardeşim, ben de Türkiye’de aynı işleri uygulamaya başladım ve bundan kazançlı çıkacağımıza şüphem yok.” diye…
Osmanlı gözünü açtı ki Yeniçeri bile Alevi olmuş
Osmanlı 16 sefer düzenledi ve Tebriz’in kaymağını toplayıp esir aldı ve İstanbul’a tehcir etti. Bizim bulduğumuza göre kubbelerde halifelerin ismini iri hatlarla yazdıktan sonra küçücük gizli ve gözlerden uzak noktalarda Şii remzi olan ‘penc teni al-i aba’ (Muhammed (AS), Ali, Fatıma, Hasan, Hüseyin) isimlerini yazmışlar. Bu kitabelerden çok vardır. Safeviler göçebe aşiretlerin arasına ozanlar göndererek Aleviliği tebliğ ettiler. Osmanlı gözünü açınca gördü ki Yeniçeri bile Alevi olmuş.
Devlet, tüm imkanlarıyla Gülen hareketi’nin yaptıklarını yapamaz
Fethullah Gülen hakkındaki kitabımı hâlâ yazmaya devam ediyorum. Gülen Efendi ismi kolaylıkla yanından geçip geçilecek bir isim değildir. Son olaylar ve siyasi maceralar bir yana, kendisinin bütün dünyada öğretim ve eğitim alanında yaptıkları öyle kolayca değerlendirilemez. Bu yapılanların ne İslam dünyasında ne diğer temeddün havzalarında yapıldığının sabıkası -örneği- yoktur. İnsanlar ve çok bilgin adamlar bir şirketi veya bir okulu ve hatta bir evi ve aileyi idare edemezken binlerce insanı bunca modern yapı ve dokuyla aynı zamanda dini erkana ve usule dayalı bir araya getirmek ve bu kadar fedai ruhiyle çalıştırmak sıradan iş değildir. Bunun için çok üstün bir zekadan ilave başka kabiliyetlerin de karışımı gerekiyor. Kendisine karşı her türlü şüphe ve şaibeye inanıp kabul etsek, yani güç ve karar odakları tarafından geniş çapta desteklendiğini farz etsek bile meselenin sıra dışılığı değişmez. Bir devlet bile tüm diplomatik ve maddi ve bürokratik kaynaklarıyla bu gibi geniş kapsamlı bir işi yapamaz. Ben Sovyetler mekanında nereye gittim ise Sibirya’da uç noktalarda, mesela Saha Cumhuriyetlerinde bile iki gencin o ülkeyi yüzük gibi parmağına taktığına şahit oldum. Bu tabii ki incelenmesi ve öğrenilmesi gereken bir fenomen.
Kaynak: Yeni Hayat Gazetesi