İslamcılık Halep'i görüp arşını saklamaktır!
Herifin biri sürekli atıp tutarmış…
İyi atıcıymış… Ata ata, etrafına epey de şakşakçı toplamış işin aslı.
“Ben Halep’te bir arşın uzağa atlarım, daha önce de atladım” diyormuş…
Alkışlar kopuyormuş…
Günün birinde aklı başında bir adam çıkmış…
Ve çok filozofik, çok varoluşsal, çok derin, çok basit, çok akıllıca bir soru sormuş atıcıya:
-Atla da görelim!
Atıcı, sanki daha önceden hazırlanmış gibi hiç istifini bozmadan, kendisini alkışlayanların gözünde her daim haklı olacağından emin bir şekilde şöyle demiş:
-Burada olmaz, Ben Halep’te atlarım.
Akıllı adamın pes etmeye niyeti yokmuş ve cevabı yapıştırmış:
-Halep oradaysa arşın burada!
***
İslamcılık, 1800’lü yılların sonunda, bir imparatorluk parçalanırken doğal mecrasında ortaya çıkmış bir düşünce akımı… Doğal mecrası derken tablo şu: Devlet zayıflamış, bürokrasi köhneleşmiş, eğitim sıfırlanmış, vatandaş perişan, ne gidilen yol belli, ne gelinen… Din ve ahlak bağlamından koparılmış. Mehmet Akif’in dediği gibi, “Yalan revaçta, hıyanet her yerde baş köşede.”
“Selam verildiğinde rüşvet değildir diye alınmayan” günler…
O dönemleri anlatan tarihçilerin, romancıların, şairlerin yazdıkları, doğal mecranın aktığı yönü en çıplak haliyle gösteriyor.
İşte böyle bir dönemde, toplum içindeki İslam anlayışının gerilediği, ahlakın çöktüğü günlerde, zevahiri kurtarabilir miyiz düşüncesiyle ortaya çıkmış, “En baştan yenilmiş, yenilgiye doğmuş” bir akımdır İslamcılık.
İnsan odaklı değildir, siyaseti yüceltir.
Toplumu bir şekilde ikna etmek, devleti baş tacı yapmak üzeredir.
Sabırla örmek değil, hazır almaktır o.
Ve en önemlisi, art arda yıkılan sütunlar, uçan çatı, devrilen duvarlardan ötürü, o varoluşsal olarak bir reaksiyon hareketidir. Yani, etkiye tepki…
Bu yüzden, Osmanlı coğrafyasının uzandığı her noktaya sirayet eden İslamcılık, İran’da siyaha beyaz derken, Mısır’da başka bir telden çalmaktadır. Paris’te toplanan Türk İslamcılar da başka bir türkü söylemektedir.
Evet, reaksiyon hareketidir, kendi temellerini kuramamıştır.
Çevresinde olup bitenlere bakar, bir taraf tutar ve ona göre bir hareket tarzı belirler.
Çevresindeki şartlar değişirse o da değişir.
Oldukça pragmatiktir.
Örneğin düşmanın siyaha beyaz diyorsa, o kesin ve kes simsiyahtır artık.
Ama o siyaha, “Evet ya, siyahmış” derse bu kez beyaz olur.
İslamcılık böylece savrulur gider.
***
Aradan geçen 100 yılda değişen bir şey yok. Temel nasılsa bina da öyle savruk.
Halep için bağırıyor bugün İslamcılar.
Her gün biraz daha fazla bağırmaları gerekiyor ki, Halep kalesinin arkasındaki pespayelikleri, ikiyüzlülükleri, alış-verişleri, satışları ortaya çıkmasın.
“Büyük oynayacağız, orası Osmanlı hinterlandıdır, stratejik derinliğimiz Suriye’deki diktatörü yıkmayı gerektirir” diyerek çıktıkları yolda…
Geriye ne Suriye bıraktılar, ne strateji…
Arkasına Rusya, Çin ve İran’ı almış Esed’e karşı silahlandırdıkları muhalefeti sahaya sürdüler…
Olmadı, radikal cihatçılara “Gelin, bu işi bitirseniz bitirseniz siz bitirirsiniz” dediler. O da olmadı.
Şimdilerde anlaşıp sıkı fıkı oldukları Rusya, 3 yıldır müzakere etmek için kapılarını aşındırdıkları Esed, Halep’te katliam yapıyor. Siviller yine dolgu malzemesi, kanlar yine İslamcı edebiyatın sosu.
Hava bombardımanı yapan Rusya için, daha iki ay önce “Halep’te nereleri vurmamalarını istediğimize dair koordinat paylaşımı yapacağız” açıklaması yapan bakan da çok İslamcı.
“Bizim sabrımızı taşırmayın, Şam’a 3 günde gireriz” diyen Erdoğan da.
Rusya’ya atarlanırken birden süt dökmüş kediye dönen rejim, Rusya ve Esed’e karşı hiç sesini çıkarmıyor artık. Oysa nasıl gürlerlerdi meydanlarda….
“Eyyy, Rusya!” diye bağırdığında tek adam, İslamcı kitleler dalgalanır, açılmayan Viyana kapıları açılmış gibi olurdu…
İyi gaz alırdı, doğrusu… Arşını burada gösteremezdi ama Halep’teki atlama hikâyelerini iyi anlatırdı.
Sıkıcıydı.
İslamcı liderler böyle çevre şartlarına kolayca uyum sağlayabilir de İslamcı kitle yapamaz mı?
Hem kuyruğu dik tutup, hem rezaleti, yenilgiyi, mağlubiyeti nasıl uyuturuz konusunda uzmanları vardır.
Eğer Rusya katliam yapıyor ve bizim İslamcı liderimizin de Rusya ile arası iyiyse, tabanın gazını nasıl alırız?
Elbette Rusya’ya çokça bağırarak, Halep’e konvoylar kaldırarak, medyada sürekli katliam görüntüleri paylaşırken liderlerimizin adını hiç geçirmeden…
“Eyyyy İslamcı, Rusya’ya niye diz çöktün?” demeden…
“Hani Şam’a giriyorduk?” diye sormadan…
“Savaşın ortasında bıraktığın mültecileri Avrupa masasında meze yaptın, kurban pazarındaki koyunlar gibi sattın…” cümlesini kurmadan…
Arşın hesabını hep saklayıp, her daim Halep’i göstererek, kitleleri uyuşturmayı iyi bilir İslamcılar.
Çünkü İslamcılık, Halep’i gösterip arşını saklamaktır.
Çünkü İslamcılık, İsrail aleyhinde sloganlar atıp önüne gelen herkesi Siyonist ilan ederken İslamcı liderin sarayında İsrail marşı okutması karşısında aşağılık bir suskunluğa saplanmaktır.
İslamcılık, İsrail 10 Türk vatandaşını öldürdüğünde yeri göğü yıkmak…
Ama tapınma derecesinde layüsel gördükleri liderleri İsrail’le anlaşıp bunu ballandıra ballandıra anlattığı zaman kafasını başka yere çevirmektir.
Ve tek adam, katliam yapan İsrail komutanlarını Türk mahkemelerinde akladığında onun adını anmadan savcıya ve mahkemeye ateş püskürecek kadar mide bulandırıcı olmaktır İslamcılık.
Bugün beyaz dediğine siyah,
Siyah dediğine yarın beyaz deme iki yüzlülüğüdür İslamcılık.
İlkesizliktir.
Belirsizliktir.
Kitleleri savaş bitene kadar uyutmaktır.
Cepheye kaybeden olarak başlamak, hep kaybedeni oynamak…
Ama bunu oynarken dünyanın en asil kumandanı edasını takınarak pespayeliğin dibini bulmaktır.
***
İslam dünyası için belki biraz daha zaman var…
Ama Türkiye için şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz:
Bu pespayelik ve rezaletin boyutu Halep’i de aştı, arşını da geçti.
Ve “Sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” irfanının mayalandığı Anadolu bu aldatmacaya aydığında. Bir daha sittin sene bu topraklarda herhangi bir İslamcı iktidar görmeyeceğiz.
aktif haber