Medya etiği konusunda uzman gazeteci yazar Ragıp Duran Artigercek.com internet sitesindeki yazısında Cüneyt Özdemir'in son zamanlarda yaptığı iki farklı icraatı gazeteci gözüyle inceledi
İşte Ragıp Duran'ın analizi....
Bir hafta içinde 2 vahim hata çıktı ortaya: Polislere teşekkür yetmemiş bir de gitmiş Savcılığa ihbarda bulunmuş kahramanımız. Kendisini gazeteci sanıyor.
2018 hiç iyi başlamadı. Zaten çok fazla beklentim yoktu. Daha ilk gün şöyle bir mesaj okudum:
cüneyt özdemir?Onaylanmış hesap @cuneytozdemir
Bir yıl önce 39 kişinin terör saldırısında öldürüldüğü bir ülkede bu yıl güvenlik tedbirlerini alıp sabaha kadar görev yapan emniyet görevlilerine teşekkür ettiğim için beni 'yalaka' ilan edenlerle baş başa geçecek bir yıl daha... Her kesim balataları sıyırmış, işimiz çok zor.
Hafif uyanmış, neyle suçlanacağını biliyor, ama yukarıdan bakmaya çalışıyor. Oturdum aşağıdaki iki satırı yazdım:
Ragıp Duran? @ragipduran
Ragıp Duran Retweetledi: cüneyt özdemir
Gazeteci kimseye teşekkür etmez. Haber yapar. Üstelik zaten Emniyet'in görevi değil mi kamu güvenliğini sağlamak? Cizre'de güvenlik görevlilerinin yurttaşlara neler yaptığını yazmayıp İstanbul polisine teşekkür ederseniz isteyen sizi kınar.
Bu mesaj bir hafta boyunca yüzlerce kez retweet edildi. Beklemiyordum. Bir çok insan, gazetecinin ne yapması gerektiği konusunda ek bilgiler, görüşler de yazdı. Kimileri de polise teşekkür eden kişiye kızgınlığını ifade etti. Ekrandan yani medyadan popüler olduğunu biliyordum ama bu kadar hayranı (!) olduğunu bu sayede öğrendim.
Tek tük mesajlarda ise, polisi, Cizre'de yaptıklarını ve sözkonusu kişinin teşekkürlerini takdir eden de çıktı.
3 Ocak tarihli yandaş gazetelerde kahramanımızın bir başka başarısı haber konusu olmasaydı bu tweet hatırlatmasına hiç girmeyecektim.
Polise teşekkür eden yurttaş meğerse bununla yetinmemiş, Savcılığa gidip Fetullah Gülen konusunda ifade verip yüce yargıya yardımcı olmuş.
Bu iki tutum gazetecilikle ne kadar bağdaşıyor?
Gazeteciliğin ruhuna, doğasına uygun mu?
Polise teşekkür meselesini okurlar zaten esas olarak haletti.
Şimdi, temel soru şu: Bir gazeteci, kendiliğinden ya da İddia Makamı tarafından çağrıldığında gidip, Savcılığa tanık olarak ifade vermeli midir?
Bu mesele uluslararası alanda da vakti zamanında tartışılmıştı. (KAYNAK 1) (KAYNAK 2)
Ve bilhassa Robert Fisk'in görüşleri önemli.
Washington Post'un Türkiye muhabiri, Jonathan Randal, Avesta yayınlarından Türkçe çevirisi çıkan 'Bunca Bilgiden Sonra Ne Bağışlaması?/Kürdistan İzlenimlerim' başlıklı kitabı hakkında soruşturma bilahare de dava açıldığında, İstanbul'da hakim karşısına çıkmıştı (2002). Ne yazık ki, dün olduğu gibi bugün de gazeteciler, sanık olarak hakim karşısına çıkmak zorunda kalıyor. Bunu henüz önleyemedik.
Duruşma günü, yayınevinin yöneticisi arkadaşım Abdullah Keskin ile birlikte ben de Randal'ın yanındaydım. Keskin, bu kitabı yayınladığı için 'Bölücülük Propagandası' yaptığı gerekçesiyle daha sonra Yargıtay tarafından mahkum edildi.
Randal, zamanında Yugoslavya'da muhabir olarak çalışmış, bilahare soykırımla suçlanan siyasi ve askeri liderlerle söyleşiler yapmış ve yayınlamıştı.
Randal, o gün sıkıntılı idi. Geçici olarak da olsa bir Türk mahkemesinden kurtulmuştu belki ama Uluslararası Ceza Mahkemesi, kendisini tanık sıfatıyla duruşmaya çağırıyordu. O da gitmek istemiyordu, İlke olarak bir gazetecinin herhangi bir mahkemede tanıklık yapmasını doğru bulmuyordu. Uzun uzun konuşmuştuk.
Meselenin galiba en az iki boyutu var:
Gazeteci haber yapar gidip Savcıya ya da Mahkemeye doğrudan katkıda bulunmaz. Savcı ya da Mahkeme, gerek görürse gazetecinin yayınlamış olduğu bilgileri dosyasına ekleyebilir. Gazeteci, görevi gereği, toplumda çok farklı kesimlerle tanışır, görüşür, onlardan bilgi alır, haber, yorum ya da söyleşiler yayınlar. Gazeteci, kimi zaman, devlete ve yasalara göre yasadışı ya da gayrımeşru olarak tanımlanan kişilerle de görüşür. Ama gazeteci, polis ya da savcı olmadığı için, gidip söz konusu zanlıyı ya da suçluyu yakalamaz, yakalatmaz. Ondan aldığı bilgileri haber yapar. Bu arada diğer tüm haber kaynaklarında olduğu gibi, söz konusu zanlı ya da suçlu bir kişi de olsa, onu da korumak zorundadır. Bu kişinin yakalanmasını sağlayacak bilgileri yayınlamaktan kaçınır. Kuşkusuz bu ve benzeri durumlar için bir istisna var: Gazetecinin, haber amaçlı olarak ilişkide olduğu zanlı ya da suçlu, kamu güvenliği açısından acil ve yakın bir tehlike oluşturuyorsa, gazeteci, susarak, bazı bilgileri saklayarak, suç ortaklığı yapmaz. Örneğin, kısa bir süre sonra bir havaalanında büyük bir bombalı saldırı olacağını söyleyen kişi ile görüşen gazeteci, bu bilgiyi hızlıca doğruladıktan sonra, derhal güvenlik görevlilerine iletmeli. Keza, ''Yarın karımı öldüreceğim'' diyen bir kişi de, gazeteci tarafından, haber kaynağı olduğu gerekçesiyle korunması gereken bir kişi değildir.
İkinci boyut, özellikle Randal'ın üzerinde durduğu mesele: Gazeteci, kim olursa olsun, haber kaynağına güven vermeli. Bir zanlı ya da suçlu ile söyleşi yapıyorsunuz, iş bittikten hemen sonra gidip adamın/kadının yerini-yurdunu, söylediklerini polise veriyorsunuz. Olmaz! Çünkü bu polisin görevi, gazetecinin değil.
Öcalan ile söyleşi yapıp TV kasetlerini gazetesinden/TV'sinden önce istihbarat örgütüne verenleri hatırlayalım. Polislik bir meslektir. İhbarcılık, pis de olsa bir uğraştır. Ama ikisi de gazetecilik değildir. Hele, örneği çoktur, sayısız Devlet adamı, resmi yetkili iktidarda iken gayet iyidir de, Bosna'da olduğu gibi, iktidardan düşünce ya da savaş bitince, resmen sanık hatta suçlu konumuna düşer. Siz, adam, devlet başkanı iken bir söyleşi yapmışsınız ve yayınlamışsınız. Adam sonra iktidardan düşüyor/savaş bitiyor ve savaş suçlusu olarak uluslararası mahkemede yargılanıyor. Savcı sizi çağırıyor. Eğer gidip de, o zamana kadar yazmadığınız bazı bilgileri Savcılığa verirseniz, iyi bir gazeteci olmadığınız ortaya çıkar. Çünkü gazetecilik, bilgi biriktirip/saklayıp, 'yeri ve zamanı geldiğinde' (!) bunları piyasaya sürmek hele yargı, yasama ya da yürütme makamlarına iletmek değildir. Tabi ki haberin oluşma süreci için, haberin mümkün olduğu kadar tüm unsurlarının toplanması ve en nihayetinde doğruluğunun denetlenmesi için, bir süre gerek.
Darbeci askerlerin gizli toplantılarına katılıp, not ya da günlük tutan, bunlar ortaya çıkınca da 'Aaa ben kitap yayınlayacaktım' diyenleri de biliyoruz. Olmaz! Gazeteci, gizli toplantıya katılabilir, ama bunu en kısa sürede uygun bir şekilde haber yapmak ve yayınlamak zorundadır. Aksi takdirde gizli toplantının bir aktörü/unsuru haline gelir.
Randal örneğine dönelim: Savcı sizi çağırdığında, 'Ben bütün gördüklerimi, topladığım bilgi ve yorumları, haber ve söyleşilerimde yazdım, yayınladım. Bunlar arşivlerde mevcut ve kamuya açık bilgilerdir. Okur, araştırmacı ya da Savcı, isteyen herkes bu bilgilere ulaşabilir. Yazdıklarım dışında Savcılığa verilecek ek bilgim yoktur. Davetinizi bu nedenle redetmek durumundayım' diyeceksiniz.
Gazeteci olarak adınız 'Bu muhabir biz iktidarda iken geldi benle söyleşi yaptı sonra da biz muhalefete düşünce, gitti Savcılığa olur olmaz şeyler anlattı' diye çıkarsa, haber kaynaklarınız azalır hatta kurur. Çünkü gazetecinin haber kaynakları, iktidar olsun başkası olsun, gazeteciye güvenmek ister. Sorun sadece eski iktidar sahipleriyle sınırlı değil. Herhangi bir kaynak, size güvenip, size demeç ya da söyleşi veriyor, siz de verilen tüm bilgileri, sadece habercilik amacıyla kullanmalısınız.
Patrick Champagne, 'Double Dépendance' (Çifte Bağımlılık) başlıklı son kitabında, 'Profesyonel Gazeteci' için 'Özerk, Bağımsız Gazeteci' karşılığını öneriyor. Polisten, Savcıdan, diğer iktidar mahfillerinden ''Bağımsız''...
Bizim örneğimizde, sözkonusu kişi, Pennsylvania'lara kadar gidip Gülen'le söyleşi yapmış. Olabilir. O zamanlar gözde biriydi Gülen, çünkü iktidarda idi. Sonra durum değişti. Gözden düştü. Ama söyleşi artık bir kere yapılmış. Galiba biraz da onun ezikliği var. Söyleşi sırasında yanındaki bir meslekdaşının Gülen'e bir sorusu/uyarısı ve Gülen'in cevabı hakkında gidip savcılığa ifade vermiş.
Gülen'in cevabı şık olmasa da, suç oluşturmuyor: STV'deki bir dizi hakkındaki şikayet konusunda, Gülen bizzat ilgileneceğini söylemiş.
Kanal D'deki bir dizi hakkındaki olası bir şikayet konusunda büyük bir ihtimalle Aydın Doğan da aynı cümleyi sarfedebilirdi. Doğan için suç değilse Gülen için de suç değil bu açıklama.
Toparlıyorum. Şu üç soru önemli:
Savcılığa ifade veren kişi, bunu kendi yayınladığı söyleşide de belirtmiş mi?
Belirtmişse, ne diye gidip Savcılığa tanık olarak, özel olarak ifade veriyor? Savcılık söyleşi metnini, TV söyleşisi ise kaseti bulur kullanırdı.
Belirtmemişse, o zaman ve bugün, Gülen'in bu ifadesini suç ya da kusur olarak algılamışsa, neden söyleşisinde belirtmemiş?
Sonuç olarak, gazeteci olduğunu söyleyen bir kişi, 150'ye yakın meslekdaşı yazıları ve görüşleri nedeniyle hapislerde iken, çalıştığı kurumda en az 10 kişi yine görüşleri nedeniyle işten çıkarılmışken, hapse girmemek ya da işinden olmamak için olsa gerek, gidiyor polislere teşekkür ediyor, Savcılığa tanık olarak ifade veriyor: ''Ben sizdenim, ben de sizin karşı olduğunuz kesime karşıyım'' mesajını veriyor iktidara. Şan, şöhret, para derken, hepsi bir anda kayıverir altınızdan, hissedemezsiniz bile. Galiba şahsiyet eksikliği de var. Değil mi? Geniş bir TV izleyici kitlesi bu kişi hakkında şimdiden notunu vermiş görünüyor. Onu savunanı, onu destekleyeni görmedim.
Mesleğimiz için Ahmet Şık gibi bir rol model varken, bunun yaptığını görmezden gelemeyiz, affedemeyiz.
İnsan Kaynaklarına önerim: Televizyoncu ya da gazeteci kadrosundan çıkarın bu kişiyi. İçişleri Bakanlığında ya da Adalet Bakanlığında Basın Halkla İlişkiler ya da İspiyoncu kadrosu yok mu?