Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şunları söyledi:
Bir gün geldi, bunlardan bazılarında kusurlar oldu. Dolayısıyla mesele, “medrese” şeklinde ele alındı; “Ulum-i diniye, burada tedris edilmeli!” dendi. O güne kadar, medresenin yanında aynı zamanda tekke, zâviye ve halvethanelerin fonksiyonu da edâ ediliyordu; bir gün geldi, medrese ile tekke ve zâviye de birbirinden ayrıldı. Bu müesseselere, “Bakın başınızın çaresine, bakın başınızın çaresine!” dendi; bunlar talak-ı selâse ile tatlîk edildi. Hatta Doğu Anadolu’da ifade edildiği gibi, talak-ı selâse ile de değil “üçten dokuza” boşandı. Tekvinî emirlerin mütalaaya alınması, Kur’an’ın satırlarında kainat kitabının okunması; ayların, güneşlerin, yıldızların, zemin yüzünün, otun, ağacın, haşerâtın, oksijenin, karbondioksitin, havanın, çağlayan suların, yağan yağmurun, tebahhuratın; bütün bunların doğru okunması da bir yönüyle mektebe emanet edildi.
Talak-ı selâse ile boşanma duygusu yavaş yavaş Hicrî beşinci asırda başladı. İstanbul fethedilince, bir yönüyle, güç ve kuvvetin de tesiriyle “Yahu böyle de oluyormuş!” filan denilerek yavaş yavaş uzaklaşma da başladı, bunlar birbirinden daha da uzaklaştı. Sonra, son iki ve üç asra gelince, birbirinden tam uzaklaştılar. Tekke ve zâviye, babadan miras gibi bazı kimselere miras kalmaya başladı; medrese, hocaların elinde, satırlara/paragraflara emanet edildi; mektepte, fünûn-i müsbete, sadece Batı filozoflarının düşüncelerine göre işlendi veya tâbir-i diğerle, Materyalizme, Natüralizme, Pozitivizme “Alın, bunlar size emanet!” falan dendi. Ayrıldı, birbirinden koptu. Böylece devr-i Risâletpenâhi’de içli-dışlı, bir hakikatin üç yüzünden ibaret olan o vâhid parçalanmış oldu. O, parçalandı; dolayısıyla Müslümanlar da kalacakları yerde kaldı ve onlar da paramparça oldular.
Bu itibarla, yeniden bir araya gelmenin yolu, “kalb ve ruh insanları ile içli-dışlı olma”ya bağlıdır. Onlar, kafayı çalıştıracak, hikmete râm olacak; kalbi ve ruhu çalıştıracak, onlar ile oturup kalkacak ve Allah’ın izni ile, bu talak-ı selâse ile boşanmış şeyleri de bunca zevc-i âherden sonra yeniden bir araya getireceklerdir. “Yahu yeter, Allah aşkına, bu kadar zevc-i âher! Bir tanesi yetiyordu bir araya gelmek için; fakat üç asırdan beri, belki otuz defa zevc-i âher yaptınız. Yeter, Allah aşkına; birleşin ne olur!..” diyeceklerdir.
Fakat bilmem ki, sizin nesliniz bu birleşmeyi görecek mi?!. Cenâb-ı Hakk’ın inayeti, her şeyi en kısa zamanda yapabilir; damlayı derya yapar, zerreyi güneş yapar. Allah, bir vâhidin üç yüzünden ibaret olan bu üç hakikati, sizin elinizle bir araya getirmeye muvaffak kılsın! Âlim görünen, bilen görünen cahillerin tasallutundan, tahakkümünden, fikrî galebesinden sizi halâs eylesin!..