İMTİHANI KAYBETME SÜRECİ
Müslümanlar için, aşkı şevki kaybetme, atâlete ve beta’lete düşüp perişan hâle gelmenin bir sebebi rahat yaşama meyli ve hayat tutkusudur. Üstadın bu mevzuda kullandığı tabir “cellâd-ı sehhâr” yani sihirbaz cellattır. Çürütür, öldürür de kimse farkına varmaz, bu cellad-ı sehhârın…
Üstad Hazretleri, “Bile bile, severek dünya hayatını âhirete tercih ederler.” (İbrahim Suresi, 14/3) âyetini izah ederken diyor ki: “Bu acip asrın dünya hayatını, ağırlaştırması ve yaşamak şartlarını ağırlatması, çok etmesi ve zarurî olmayan ihtiyaçları, görerek, tiryaki ve mübtelâ etmekle (bilhassa reklamlarla), zarurî ihtiyaçlar derecesine getirmesiyle, hayatı ve yaşamayı, herkesin her vakitte en büyük maksat ve gayesi yapmıştır. Onunla, dînî, ebedî ve uhrevî hayata karşıya set çeker veya ikinci, üçüncü derecede bırakır. Bu hatasının cezası olarak öyle dehşetli bir tokat yedi ki, dünyayı başına cehennem eyledi.
“İşte bu dehşetli musibette, ehl-i DİYANET dahi büyük bir vartaya düşüyorlar ve kısmen anlamıyorlar. Bu cümleden olarak. Ben gördüm ki, ehl-i DİYANET, belki ehl-i TAKVÂ bir kısım zâtlar bizimle gayet ciddi alâkadarlıklar peyda ettiler. O bir-iki zatta gördüm ki, DİYANETİ (Yani dindarlığı, dini yaşamayı) ister ve yapmasını sever, tâ ki, dünya hayatında muvaffak olabilsin, işi rast gelsin. Hatta TARİKATI, keşif ve keramet için ister. Demek âhiret arzusunu ve dîni vazifelerin uhrevî meyvelerini dünya hayatına bir dirsek, bir basamak gibi yapıyor. Bilmiyor ki, âhiret saadeti gibi dünya saadetine de vesile olan dînî hakikatların dünyevî faydaları, yalnız tercih ve teşvik edici birer sebep derecesinde olabilir. Eğer illet (gerçek ve ana sebep) derecesine çıksa, ve o hayırlı ameli yapmaya sebep o fayda olsa, o ameli iptal eder; en azından ihlâsı kırar ve sevabı kaçırır.
“Bu hasta, gaddar ve bedbaht asrın belâ ve vebasından, zulüm ve zulmetinden en tecrübe edilmiş bir kurtarıcı, Risale-i Nur’un ölçüleri, kriterleri ve muvazeneleriyle, neşrettiği nur olduğuna 40 bin şâhit vardır. Demek Risale-i Nur’un dairesine yakın bulunanlar içine girmezse, tehlike ihtimali kavidir.
“Evet ‘Bile bile, severek dünya hayatını, âhirete tercih ederler.” (İbrahim Suresi, 14/3) âyetinin işaretiyle, bu asır, dünyaya ait hayatı, âhirete ait hayata, Müslümanlara da bilerek, severek tercih ettirdi.” (Kastamonu Lâhikası, 64. Mektup)
Üstad Hazretlerinin 1940 yıllarında ortaya koyduğu bu gerçeği şimdilerde bu süreçte çok açık bir şeyde gördük. Toptan imtihan olduğumuz bu enteresan süreçte, o kadar çok kaymalar görüldü ki, insanın, hayretten hayrete düşmemesi mümkün değil!..’ İman, bu kadar mı ucuz? Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Veda Hutbesinde, Müslümanın birbirlerine malının canının, ırzının haram olduğunu açık açık ifade etmesine rağmen, bir kısım İslamın temsilcisi olarak ortaya çıkan insanlar, bu hükümleri bile bile çiğnediler, fetva verdiler, güle oynaya bağıra çağıra ilan ettiler. Dedemizden kalan mallarımıza, mülklerimize çöküp, kursaklarına Cehennem ateşleri doldurdular. Bu kadar korkusuzca, bu kadar lâubalî tavırlarla İslâm adına yapılan bu işlerin, bu çirkin ve korkunç günahların karşısında, kalemlerini dünyaya satan bazıları da mazlum ve mağdurları müdafaa etmek şöyle dursun, can evlerinden vuracak şekilde ifadeler kullanarak saldırdılar. Bilmiyorlar ki, Cenab-ı Hak, bir hikmete binaen, muvakkaten izin verir. Sonra Aziz-i züntikam olarak bazılarından dünyada, bazılarından da intikamını âhirette feci şekilde alır… Hiç kimsenin âhı hiç kimsede kalmaz. Bu kainatta herşeyi en ince hesaplarla Adl ve Mukaddir isimleriyle ortaya koyan Cenab-ı Hakkın ahsen-i takvim üzere yarattığı insanlar arasında bu adâlet ve hakkaniyeti uygulamaması mümkün değildir. Cürümlerin ve cezalarının büyüklüğünden bu durum dünyada görülmüyorsa, âhirette mutlaka tahakkuk edecektir. Zaten bu husus âhiretin varlığının aklî delillerindendir.