Yaşar Tunagür Hocamız 1947’de askerliğini yedek subay olarak yaptıktan sonra İstanbul Tapu Kadastro Müdürlüğüne bir memur olarak tayin olur. Memuriyetine devam ederken meşhur dersiâm Hüsrev Hocanın derslerine de devam eder. Ama hem o iş, hem bu dersler kaldırılacak gibi değildir. Onun için Hüsrev Hoca, sevdiği bu talebesine 1951 yılında İstanbul Müftülüğü Şer’i Sicilleri Mahzeni Tetkik ve Tasdik Memurluğu görevine geçmesiyle ilgili tavsiyede bulunur. O da kabul eder. İstanbul’un eski tapu kayıtlarını çözme işi zordur. Ama Yaşar Hocamız aranan uzman birisidir. Burada iş azdır, Hüsrev Hoca'nın derslerini rahatça takip edebilecektir. Ayrıca Kütübü Sitte (Altı muteber hadis kitabından) Sahih-i Müslim ve Sünen-i Nesai’yi buradan baştan sona inceleme fırsatı da bulmuştur…
Bu yeni işindeki geliri, eski işine göre oldukça düşüktür. Eski Tapu Kadastro içinde 150 lira maaş alırken yeni işinde sadece 25 lira almaktadır. Halbuki sadece evinin kirası bu kadardır. Kısa bir müddet sonra maddî sıkıntılar baş gösterir. Ancak Yaşar Tunagür, hocasına itaat ederek görev değişikliğine gittiğinden İTAATİN BEREKETİNE ve böylece Allah’ın kendisine yardım edeceğine inanmaktadır. Teslimiyetinden ve tevekkülünden taviz vermemektedir. Nitekim birkaç aylık bir sıkıntılı dönemden sonra Allah’ın inayeti yetişir. İşinin dışında gelen eski işiyle ilgili bazı ek işler sayesinde aylığı eski maaşından kat kat artar. Tunagür Hocaefendi, itaatin ve istişarenin bereketini açıkça gösteren bu tecrübesiyle ilgili şu dikkat çekici değerlendirmede bulunur: “Sicillât-ı Şeriyye memurluğuna geçince maaşım azaldı. Kadastroda çalıştığım zaman aldığım 150 lira maaşın çok azını alıyordum. Kadastrodayken maaşım Ankara’dan gelirdi. Bir de günlük ikamet yevmiyesi verirlerdi. Ayda 160 lira elime geçerdi. Sicil memurluğunda 25 lira maaş vardı. Evden itirazlar geliyordu. Dedim ben nasıl yaparım şimdi. Zaten evimin kirası 25 lira idi. Fakat hocamız emretti, Müftü Ömer Nasuhî Efendi de kabul etti. Artık geri dönüş ayıp olurdu. ‘Allah kerimdir’ diyerek hocamın emrinden çıkmayı hiç düşünmedim…
“İki-üç ay geçti baktık olacak gibi değil. Maaş sadece kiraya yetiyordu. Kadastro’dan özel işler gelmeye başladı. Bir ay sonra bir tane daha, iki ay sonra bir iki kişi daha derken böylelikle maddi durumumu düzelttim. Ellerimi açtım ‘Ya Rabbi, bu nasıl bir lütuftur!.. Geniş bir ufuk açıldı bana, zengin oldun ben!’ dedim. Çünkü ben 25-30 liranın hesabını yaparken ayda 600 lira elime geçmeye başladı. Çok sevindik tabii. Tahmin ediyorum İstanbul Valisinin o zamanki maaşı en fazla 200 veya 250 lira civarındaydı.
“Ben de bu durumu gittim Hüsrev Hocaefendiye anlattım. Beni dinleyince ‘Tabii sen hocana itaat ettin… Bu iş, itaatin bereketidir.’ dedi. Benim bu sözden aldığım ders şu oldu. Babanın, büyüğün, bilhassa hocanın bir emri olduğunda mutlaka dinlenilmeli ve itaat edilmeli.
“Ankara’da profesör bir dostum vardı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Elektronik Mühendisliğinde görev yapan, İngiltere’de okumuş yüksek mühendis bir zat. Çok enteresandır, hâfızdı aynı zamanda kendisi. Babası da eski Tatvan Vâizi ve çok değerli bir hoca idi. 1965’ten sonra Ankara’da Diyanet’te bulunduğum sırada ben onlara ders ve sohbet ediyordum. O profesör arkadaş bir gün bana, ‘Ben hangi işe başlarsam başlayayım, mesela elektronikle ilgili bir işe başlasam bile muhakkak gider babama sorar, istişare eder, fikrini alırım, çünkü istişare Allah’ın emridir. Babam elektronikle ilgili benim yapacağım işi ne bilsin. Ama bana muvafakat eder, oğlum aklının yattığı gibi yap der, ben de aklıma yattığı gibi yaparım. Bu beni bugüne kadar getirdi ve ben profesör oldum. Her işimi babamla istişare ettim, benim işimden anlar anlamaz o başka. Ama mutlaka bir tavsiyesi olur, bunu şöyle yap, bildiğin gibi yap veya en azından acele etme, der. Bu bile bana yeter de artar’ dedi.”
Mehmet Ali Şengül Hocamız, 1966’dan önce yani M. Fethullah Gülen Hocaefendi İzmir’e gelmeden önce, İzmir’de bulunan Yaşar Tunagür Hocamız'la ilgili bir hatırasını anlatırken diyor ki: “Bir gün Yaşar Hocamın yanına gittim ve ‘Hocam beni Mısır’a gönder ben Arapça ve dînî ilimlerde kendimi geliştirmek istiyorum.’ dedim. Benim böyle dediğimi duyunca ‘Sen ciddi misin?’ dedi. ‘Evet, ciddiyim, gitmek istiyorum.’ dedim. Hiç unutmam şöyle bana baktı ve ‘Oğlum burası daha iyi, senin aklın böyle şeylere çok ermez, şimdi oraya gideceksin, seni atacaklar köyün birine, orada tanıdığın yok, bildiğin yok, çok sıkılacaksın, çok bunalacaksın, sen iyisi mi burada kal, hem burada senin gibi talebelere ihtiyaç var’ dedi. Ben ısrar edince, ‘Hem sonra, oraya gitmek bedava olmaz; para lâzım’ dedi. Ben de gittim, Kemeraltı Caddesinde ayakkabıcılık yapan tüccar bir ağabeyim’e, ‘Abi ben Mısır’a okumaya gideceğim bana biraz borç para verir misin?’ dedim. ‘Olur, hâfızcığım’ diyerek üç bin lira çıkarıp verdi. Ben parayı alınca doğruca Yaşar Hocama gittim. ‘Efendim ben parayı buldum’ dedim. Parayı görünce ‘İşte şimdi çattık belaya!’ diye takıldı bana. O sırada Osman Kara Hocamız geldi. ‘Şu hemşehrine bir lâf anlat!’ dedi. O da ikna edemeyince Yaşar Hocamız bana ‘Oğlum bak, ben seni seviyorum, sen gel söz dinle burada kal, büyüklerin lâfını dinlemek iyidir, kalırsan pişman olmayacaksın.’ dedi. Meğer, İzmir’e kendi yerine Fethullah Gülen Hocamızı getirmek istiyormuş, bizim onunla hizmet etmemizi, onun yanında yardımcı olmamızı arzu ediyormuş. O zaman onun sözünü dinledim, üç bin lirayı da iade ettim. Allah razı olsun böylece Hocaefendiyi tanıdım, onun yanında bulunma, ondan ders okuma lütfuna nâil oldum.”
Bütün bunlar istişareye uymanın bereketi!..
Abdullah Aymaz