İşte Ahmet Bozkuş'un samanyoluhaber.com internet sitesinde yer alan, "Bir yol var biliyorum" başlıklı yazısı:
Üniversitede okurken yaz tatilinde kitap okuma kampına gitmiştik. O zamanlar bu faaliyetin suç olarak kabul edilmediği bir dönemdi demek ki! Her gün en fazla kitap okuyan ödüllendiriliyordu. Kuran, Risale, Siyer... Ekibin içinde bana kalırsa dünyanın en hızlı kitap okuyan insanı olan bir arkadaş vardı. Kendisine biz “Hızlı Gonzales” diyorduk. Gerçek ismini de zaten kullanmayalım, çok kitap okuduğu için azılı bir suçlu muamelesi görmesin şimdi.
Hızlı Gonzales, her gün favoriydi ve her gün kazanıyordu. Anadilinin Arapça olmasının avantajıyla ezip geçiyordu adeta bizi. Tabii sadece Arapça bilmesi değildi onu başarılı yapan. Adam, okuyordu!
Bir yerden sonra kendi aramızda bir toplantı yaptık ve her gün içimizden birinin Hızlı Gonzales’i geçmesi için işbirliği yapmaya karar verdik. İşbirliği derken, herkesin okuduğu sayfa sayısını toplamaktan bahsetmiyorum tabii ki. Bir arkadaşımız sürekli kitap okuyacak ve birkaçımız, o rahat rahat kitap okusun diye onun yemeğini, çayını yanına getirecek... Gerekirse sırtını kaşıyacak, terini silecek... Diğer taraftan da birkaçımız Hızlı Gonzales’in dikkatini dağıtmak için yüksek ve berbat bir sesle ilahi söyleyecek, kapıları sık sık açıp kapatacak, Hızlı Gonzales’in cep telefonunu gizli numaradan çaldırıp kapatacak filan... Çok sağlam bir plandı ama ne yazık ki işe yaramıyordu. Adamın dikkatini dağıtmak için anlattığımız fıkralar israf oluyor, çoraptan top yapıp maç yapma davetlerimiz geri çevriliyordu.
Yapacak bir şey kalmamıştı artık. Hiç istemediğimiz bir yere gidiyordu durum ve nihayet oy birliğiyle bir karar verdik. Ertesi sabah yurtta uyanan herkes Hızlı Gonzales’in sesini işitiyordu:
“Arkadaşlar, benim kitaplarım nerede?”
“Ya hu mübarekler şakanın sırası değil!”
“Keşke arkadaşlar böyle yapmasalar...”
Kendi kaşınmıştı. Meselenin bu noktaya gelmesini hiçbirimiz istemezdik elbette. Artık kitapları yoktu ve doğal olarak kaybetmişti. Yurttaki arkadaşlardan bir kısmı Hızlı Gonzales’in başına gelenlere üzülüyor ama bizden korkusundan sesini çıkaramıyordu. Bazıları da Hızlı Gonzales’in muhakkak bir suçunun olduğunu, başına gelen bu sıkıntının sebepsiz olamayacağını, özeleştiri yapması gerektiğini açık yüreklilikle dile getiriyordu. “Fazla merhametli gidiliyor!” diyen olmamıştı ama...
Biz kazandığımız zaferin de etkisiyle her zamankinden daha rahat ve daha yavaş okuduk. Akşam oldu, herkesin kaç sayfa okuduğu listeye geçirilecekti ve biz çok keyifliydik. Hepimiz okuduğumuz sayfa sayısını söylemeye başladık. Zaten bizim çok okumak diye bir derdimiz de yoktu. Tek amacımız Hızlı Gonzales’in birinci olamamasıydı ve bunu başarmak üzereydik. Ama hiç beklemediğimiz bir şey oldu. Okuduğu sayfa sayısı yine herkesten fazlaydı!
Bütün planlarımızı suya düşüren bir hamle yapmıştı Hızlı Gonzales. Elindeki bütün kitapları almıştık oysa. Onun başkalarından kitap almasının da önüne geçmiştik. Her şey tamamdı bize kalırsa. Lakin unutmuştuk Hızlı Gonzales’in hafızasında yüzlerce sayfa Kur’an-ı Kerim olduğunu. Ezberden okuyarak geçmişti yine bizi. Ve biz kaybettik...
Niye mi anlattım bu uzun hikâyeyi?
Kalemlerinizi, defterlerinizi, kitaplarınızı çalabilirler ama sizin yazı yazma kabiliyetinize dokunamazlar.
Betonlara, asfaltlara, demir kapılara geçebilir hükümleri ama kalplere, beyinlere, ruhlara dokunamazlar.
Namaz bile ima ile kılınabiliyorken hangi güç engel olabilir hayal kurmanıza, ümit beslemenize, tebessüm etmenize...
Gülümseyin...
Tebessümlere kayyım atayamazlar!