Ben, hasret hislerine takılmadan, sinelerindeki vatan sevgisini hizmet aşk u şevkiyle bastırarak sırf Allah rızası için dünyanın dört bir yanına açılan o karasevdalıları hatırımdan hiç çıkarmadığımı ifade etmeliyim.
Ellerimi hemen her kaldırdığımda dualarımda onları zikretmeye çalışıyor, Cenâb-ı Hak'tan onları hususî inayet ve sıyanet seralarına almasını niyaz ediyorum.
Mesela, arkadaşlarınız kalkmış Afrika'ya kadar gitmişler. Şuuraltı müktesebatın getirdiği bazı önyargıları, ihtimal verilemeyecek kadar kısa bir zaman içinde aşmış ve oradaki talebeleri kendi kardeşleri olarak bağırlarına basmışlar. Zannediyorum bu, hem Allah hem de insanlar nezdinde çok büyük önem arz eder. Çoğunu şahsen tanımadığım, eskiden tanıdığım birkaç tanesi varsa onları da ancak koordinatlarla hatırlayabildiğim o arkadaşları, değişik vesilelerle, nur akıttıkları o olukların önünde görünce gözüm ve gönlüm takdir hisleriyle doluyor ve bir yâd-ı cemil olarak dualarımda hep yâd etmeye çalışıyorum. Bütün bunları birden mülâhazaya alınca öyle inanıyorum ki, onların say ü gayretlerinden hâsıl olan sevabı dünyada tartacak bir kantar yoktur; onu ancak ahirette Allah'ın mizanı tartar. Sadece Afrika'ya değil, dünyanın değişik yerlerine giden diğer arkadaşlarınıza da siz bu nazarla bakabilirsiniz. Cenâb-ı Hak, bizleri ve o arkadaşlarımızı ihlâs ve samimiyetten ayırmasın. Hakkımızdaki hüsnüzanlara lâyık eylesin.
Güzellikleri Herkese Ulaştırmalıyız
Bunun gibi, nasıl ferden ferda bende, başkalarında o arkadaşlarımızdan gelen güzel haberler ciddi bir heyecana vesile oluyor, içimizi ferahlatıyor, serinletiyorsa umumun ihtiyacını da nazar-ı itibara alarak o güzellikleri geniş kitlelere ulaştırmakta büyük fayda olduğu kanaatindeyim. Toplumumuzun bu tür bir motivasyon ve rehabilitasyona aç ve muhtaç olduğu âşikârdır. Hep kötülük düşünen, kötülük plânlayan, kötülükle oturup kalkan insanların sebebiyet verdiği kasvetli havadan ve anguazlardan, sıkıntılı ruh hâllerinden sıyrılabilmek için heyecanlarımızı tetikleyecek, ümitlerimize fer verecek haberleri duymaya ya da görmeye hepimizin ihtiyacı var. Yoksa bir taraftan kirli plan ve kirli teşebbüslerin meydana getirdiği kasvetli ve negatif atmosfer karşısında karamsarlığa kapılıp ümitsizliğe düşme; diğer taraftan kendimizi rahat ve rehavete salma, ülfet ve ünsiyetle heyecanlarımızı yitirme ve birer heyecan yorgunu hâline gelme hepimiz için mukadder sayılır.
Hafizanallah, bir kere hayatın geçici ve câzibedar güzellikleri, rahat ve refah içinde yaşama arzusu bizi çekip –Erzurumluların tabiriyle– “gırgap” ederse çoğumuz kendimizi düşünür hâle gelir, nasıl daha rahat yaşarım endişesine kapılır ve kabrin ötesinde bize faydası olmayan daha başka dünyevîliklere yelken açarız. Hayır, muvakkat hayat böyle beyhude tüketilmemeli, onunla ebedî hayatın planı, projesi yapılmalı, blokajı atılmalıdır. Allah, ömür ve imkân verdikçe de o temelin üzerine bir şeyler inşa etmenin yolları aranmalıdır.
Ayrıca insana, insan olduğundan dolayı alâka duymak, elden geldiğince onun hüzün ve sevinçlerini paylaşmak ve belki de en önemlisi onun akıbetini, ahiretini düşünmek bir insanlık borcudur. Çünkü insan, Hakk'ın fevkalâde donanımla yaratıp yücelere namzet kıldığı üstün bir varlıktır. Zaman zaman değişik sürçmeler yaşasa da, toprağını bulmuş tohum gibi, uygun bir atmosferle karşılaştığında tekrar niçin yaratıldığı ve neye namzet olduğunu hatırlayacak ve o istikamette yürümeye çalışacaktır. Dolayısıyla ilgi ve teveccüh onun tabiî hakkı sayılmalıdır. Hangimiz böyle bir alâkaya muhtaç olmadığımızı söyleyebilir ki!
İnananlar Birbirinin Dostudur
İnananlara gelince, Kur'ân'ın ifadesiyle onlar birbirinin velîsi yani dostudurlar. Dolayısıyla biri, diğeri olmadan, ona yaslanmadan uzun süre ayakta kalamaz. Yine Kur'ân-ı Kerim, bize dualarımızda diğer mü'minleri hatırlama edebini de talim buyurur. Bu edepledir ki biz sâir inananları hatta yerine göre diğer insanları da dualarımıza dâhil etmeye çalışırız. Efendiler Efendisi'nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurlu beyanlarında da mü'minler yekvücut bir ceset olarak tavsif edilmiştir. Onlar kurşundan yapılmış, malzemeleri birbirini takviye eden bir bina gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azasındaki arızayı vücuttaki diğer azaların hissetmesi gibi, inananlardan birini üzen bir mesele de diğerlerini dilgir eder/etmelidir. Nitekim Allah Resûlü de (aleyhi ekmelüttehâyâ), “Müslümanların derdiyle dertlenmeyen, onlardan değildir.” (Hâkim) buyurmak suretiyle bu hususa dikkatlerimizi çekmiştir. Evet, mü'minlerin dertleriyle ilgilenme, insana hakiki insanlığı kazandıran çok üstün bir vasıftır.
Bu sebeple gerek yurtdışında gerekse yurtiçinde ülkemizin ve dinimizin geleceği için her türlü fedakârlığa katlanarak hizmete omuz veren insanları hayırla yâd etmek, fazilet ve meziyetlerinden bahsetmek ve nihayet dualarımızda sık sık onları zikretmek bizim için öncelikli ve çok önemli bir vefa borcudur. Bu borca karşı durgun davranmak vefasızlığın; hislerimiz, heyecanlarımız ve beyanlarımızla her ellerimizi kaldırışımızda onlar için Cenâb-ı Hak'tan ihlâs, samimiyet, sıhhat, afiyet ve muvaffakiyet dilemek de vefanın gereğidir.