Hakan Demiray* | Ahval
103 Amiral Bildirisi’nin muhtemel iki anlamı: Kayıkçı kavgası veya yol ayrımı
103 emekli amiral, “Yüce Türk Milletine” ibaresi ile başlayan bildirileriyle siyasetin ortasına adeta paraşütle hava indirme harekatı yaptı.
60’lar ve 70’ler boyunca, küçük cunta gruplarında yer alan muvazzaf askerlerin bildirilerinden sonra 2000’lerdeki kurumsal e-muhtıralara da alışmıştık ama emekli askerlerin bu biçimde sesini yükseltmesi ilk kez oluyor. Hele de denizcilerin!
Bu olay ilk bakışta askeriyenin daha genç yaştaki muvazzafları ile daha kıdemli emeklileri arasındaki ideolojik bölünmeyi açıkça gösteriyor. Nitekim Jandarma Genel Komutanı, ki başında bulunan orgeneral Arif Çetin, cumhuriyet tarihinin en kısa süreli korgeneralliğini (sadece bir yıl) yaptıktan sonra 2017’de orgeneral olmuştur, hemen bir karşı-bildiri yayımlayarak eski silah arkadaşlarına karşı Başkan Erdoğan’ın yanında mevzi aldığını duyurdu.
Peki ama bu amiraller neden ve nasıl giriştiler boylarını aşan bu hava indirme harekatına?
Kıbrıs’ta halkın mukavemetini artırmak için cami yakmaktan çekinmemek gibi “göreneklere” sahip bir devlet aklından haberdar olduğumuz için, en azından bu aşamada, bildirinin:
1- Laiklikten yana tavır alan ve ulusal çıkarları korumaya çalışan amirallerin askeri uzman sıfatlarına dayanarak giriştikleri bir sorumlu yurttaşlık inisiyatifi mi; yoksa
2- Bir danışıklı dövüşün parçası olarak iktidarın ayağına şık bir gol pası veren bir işbirlikçilik mi olduğunu anlamaya çalışmamız gerekiyor.
1’nci Olasılık: Seküler/Ulusalcı kanatla yol ayrımı (%51)
Son aylarda Erdoğan iktidarı kendi tabanına dönük bazı sekter tercihlerle 2016’dan bu yana ilişkide bulunduğu Seküler/Ulusalcı kanat ile yollarını yavaş yavaş ayırmaya başlamıştı. Geçtiğimiz Şubat ayında subay ve general/amirallerin kadro ve atama işlemlerinin kuvvet komutanlıklarından alınıp tek yetkili olarak MSB’ye devredilmesi, 2021 YAŞ’ında Erdoğan-Akar ikilisi eliyle bu kadrolara yönelik köklü bir “temizlik” yapılacağı endişesini doğurmuştu bu çevrelerde.
Dolayısıyla bu çevreler, bu bildiri yoluyla bir kamuoyu oluşturmanın peşinde olabilirler; tıpkı 2007’nin Cumhuriyet Mitinglerinde olduğu gibi.
Bir başka açıdan, tıpkı 15 Temmuz öncesi cemaatçi kadroların tasfiye edileceği haberlerinin onları mobilize etmek için işlevselleşmesi gibi bir durumla karşı karşıya da olabiliriz. Binali Yıldırım’ın ağzından ara ara söylettirildiği gibi “Balyoz’un da Ergenekon’un da bal gibi var” olduğuna inanan iktidar, onları çevrelemek, sınırlandırmak ve hatta tümüyle yok etmek için, çeşitli “agent”lar kullanarak onları kanalize ve mobilize etmiş de olabilir.
Her iki seçenekte de askeri strateji jargonu ile söylersek “temposunu kaybeden ve dönüm noktasından inişe geçen” bir ortaklığın bitiş deklarasyonu olabilir bu metin.
Öte yandan, bu olasılıkta, bir kısmı Ergenekon/Balyoz yargılamaları çerçevesinde hapishane tecrübesi yaşamış ve beraat ettirilmiş, ancak dosyaları sonuçlandırılmayarak 2015’ten beri Yargıtay’da “Demokles’in kılıcı” gibi başlarının üzerinde bekletilmekte olan bu askerlerin, şimdi iyice ilerlemiş yaşlarında ağızlarının tatlarını kaçıracak böyle bir eyleme girişebilmesi ya onlardaki yurttaşlık sorumluluğunun şaşırtıcı yüksekliğine ya da başlarına bir şey gelmeyeceğine ilişkin yüksek yerlerden bir teminat almış olmaları gerekiyor.
İkinci durumda sözünü ettiğim teminat, Erdoğan’ı da sınırlandırabilme gücüne sahip bir odak olmalı. Ancak Bahçeli’nin “rütbeleri sökülsün” açıklamaları, eğer bir “örtü” amacı taşımıyorsa, bu seçeneği boşa çıkartıyor.
Rasim Ozan Kütahyalı’nın twitter’dan yazdıkları da ilginç. ROK, söz konusu amirallerin bir süredir whatsapp grupları ve e-mailler üzerinden bir hareketlenme içinde olduklarını, ve ancak devletin bu haberleşmeleri takip etmekte olduğunu öne sürüyor. Eğer bu doğru ise, ki muhtemelen de doğrudur, şunları da düşünebiliriz:
12 Mart 1971’de giden yolda, Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur, genç devrimci subaylarla yaptığı gizli yazılı haberleşmelerde o denli onlardan görünüyordu ki yazıların altına “Devrimci Karargah Komutanı” ibaresiyle imza atıyordu. Ancak, kesin kanıtlarımız olmasa da Muhsin Batur devletin ilgili birimleri ile paralel çalışarak bu haberleşmeleri paylaşmış ve bu devrimin boşa düşmesini sağlamıştı. Buradan bir akıl yürütürsek, 103 amiralden en az birinin Batur benzeri bir rol üstlenmiş olabileceği anlaşılıyor.
Damadın açıklama yapmaması için twitter hesabını bile kapatanların, haberdar oldukları böylesi bir girişimi isteseler önleyemeyecek olduklarını düşünmek elbette safça olur. Burada bilinçli bir “yol verme”nin de söz konusu anlaşılıyor.
Dolayısıyla birkaç gün içinde “işte o yazışmalar!” “Hainler darbeyi böyle yapacaklardı!” manşetleri ile e-mail ve whatsapp mesaj dökümlerinin servis edildiğini de görebiliriz.
Başka bir deyişle, bu gelişme üzerinden ordudaki seküler/ulusalcı kanadın “şeytanlaştırılması” ve tümden tasfiye edilmesi süreci başlayacak olabilir.
2’nci Olasılık: Danışıklı dövüş (%49)
Danışıklı dövüşten kastım, Erdoğan’ın yaklaşan bir erken seçim öncesi seçmenini konsolide etmek ve yine-yeniden bir mağduriyet kotarmak için giriştiği ve üstelik işlerliği 15 Temmuz’da test edilmiş bir kurmaca: “Bize darbe yapmaya çalışıyorlar!”
Bu olasılığı temellendiren olguları şöyle sıralayabiliriz:
Metnin dilinde, 60’ların Milli Birlik Komitesi’nin, yahut 70’lerin 9 Mart cuntasının bildirilerine benzeyen darbeci bir rezonans var. Bu dilin enjekte edilmesi acemilikten ya da ahmaklıktan değilse ancak kasıttan olabilir. Zira bildiri sahipleri isteselerdi çok daha demokratik görünümlü bir metin ortaya çıkartarak daha geniş bir kamuoyu desteği üretebilirlerdi.
İkincisi, “amiraller” meselesi. Neden generaller değil de amiraller? Deniz kuvvetlerinin daha “butik” örgütsel büyüklüğü, onların bir kanadı ile Erdoğan’ın bir oyun kurmasını pratikte kolaylaştırıyor olabilir. Burada hemen 15 Temmuz gecesi bulunduğu yeri ve ona sufle veren sesin sahibini hatırlayalım; Erdoğan havacıların bir ana jet üssünü ya da karacıların bir kolordu karargahını değil, denizcilerin mekanı olan Marmaris’i tercih etmişti o geceyi geçirmek için.
Ve evet, o sesin sahibi emekli amiral Cihat Yaycı metinde imzacı olarak yer almıyor!
“Neden denizciler?” sorusuna “Montrö konusunun denizcileri ilgilendirmesi nedeniyle” cevabı verilebilir ise de, metne Montrö’dan ilintisiz biçimde sıkıştırılan (hatta yapay biçimde yapıştırılmış gibi duran) tarikatçı amiral ve laiklik vurgusu bu cevabı boşa çıkartıyor.
Mavi Vatan kavramının mucitlerinden emekli amiral (ve imzacı) Cem Gürdeniz’in bundan birkaç ay evvel bir tv kanalında “bakın başkanlık sisteminin nimetlerini gözden kaçırmayalım, parlamenter bir rejimde bunları yapamazdık, ne yaparsak ancak şimdi yapabiliriz” dediğini de hatırlayalım.
Başkan Erdoğan’ın kendileri için bir “nimet” olduğunun farkında olan Cem Gürdeniz’in bu stratejik tutumu açısından bu birkaç ay içinde ne değişmiş olabilir ki?
Tam buradan birinci seçeneğe dönersek, değişmiş olabilecek tek şey Başkan Erdoğan’ın bu kanatla işbirliği yapıp yapmamaya ilişkin kararıdır.
Bu iki seçenekten hangisinin doğru olduğunu kestirmek için maalesef elimizde yeterli veri yok. Şeffaflıktan da mahrumuz. Zira konunun her iki tarafı da işlerini el altından, kapalı kapılar ardında yapmaya epeydir alışmış durumdalar. Dolayısıyla bildiklerimiz, bilmemiz gerekenlerin çok çok az bir kısmını oluşturuyor da olabilir.
Ama erken bir yorum olarak söylemek gerekirse, hangi seçenek geçerli olursa olsun, her iki seçenekte de kazanan Erdoğan olacağa benziyor.
(Yazıyı bitirdiğimde, görevdeki bir uzman çavuşun Facebook’tan şunları yazdığını gördüm. Yazım yanlışlarını olduğu gibi bırakıyorum:
“Çalışarak torpil ve soru çalarak paşa olmuş, göbek büyütmüş görev esnasında fötö, pkk ya ses çıkarmayan, sadece inançlı insanları yok etmeye ant içmiş vatan, millet, din düşmanları Batı uşağı 103 sözde amiral”
Askeri lise ve Harp Okullarının endoktrinasyonundan geçmemiş uzman çavuşlar kişisel çıkarlarına hayli düşkündürler ve bazen olayların kokusunu herkesten önce alırlar!
*Ahvalnews.com yazarı olan Hakan Demiray, eski bir kurmay subay ve siyaset bilimi uzmanı. Uzun süre Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) görev yaptı. Halen ABD’de yaşıyor ve bağımsız bir araştırmacı olarak Türkiye siyaseti, özellikle de güvenlik konuları üzerinde çalışmalar yapıyor.