Barış Soydan / T24
Kemal Derviş veya Ali Babacan olsa ne yapardı?
Kemal Derviş olsa bugün ne yapacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. IMF ve piyasaların Türkiye’ye yaptığı önerilere bakmak, bunun için yeterli. Derviş, 2001 Krizi’nde Amerika’dan Türkiye’ye “piyasaların” ve IMF’nin adamı olarak gelmişti. Bunu küçümseyici bir şekilde söylemiyorum; 2001’de Türkiye uçurumdan aşağı yuvarlanıyordu ve moratoryum ilan etmemek (“Borçlarımı ödemiyorum” ilanı), emekli maaşlarını ödeyemez noktaya düşmemek için IMF’nin parasına ve mührüne ihtiyacı vardı. (Bu tür krizlerde IMF mührü, “cash” paradan çok, uluslararası yatırımcıların krizdeki ülkeye yeniden güven duyması açısından önem taşıyor.)
“Gidere gider yapma”, “Borçlarımı ödemiyorum” deme seçeneği yok muydu? (Ve bugün yok mu?)
Bu seçenek, daha sonra Yunanistan Krizi’nde çokça tartışıldı. Yunanistan için dünyaya kapıları kapatmanın maliyeti o kadar büyüktü ki, krizin en karanlık günlerinde sosyalist Hükümet bile buna cesaret edemedi. (Bununla birlikte Yunanistan’ın bu adımı yine de atması gerektiğini savunan solcu iktisatçılar -Varufakis gibi- vardı.)
Yunanistan için büyük olan o maliyet, bugün Türkiye için daha da büyük. Küresel ekonomiye bu kadar eklemlendikten, yıllarca Amerikan, Alman, Fransız, İtalyan, İspanyol bankalarından aldığımız borçlarla zevkü sefa sürdükten sonra “Vazgeçtim, Kuzey Kore oluyorum” derseniz, halka bunu anlatamazsınız. Bu seçenek bugünkü koşullarda ancak memleketi derin dondurucuya atmakla mümkün olabilir.
Sonuç: Korkarım, köprüyü geçerken ayıya (piyasalara) dayı demek, en akılcı seçenek.
Kemal Derviş’in bugün yeniden gelme olasılığı yok. Türkiye’nin siyasi dengeleri buna müsait değil. Ama zaten isim önemli değil. Derviş olmuş, Ahmet, Mehmet olmuş fark etmez. Önemli olan, Türkiye’nin cari açığı kapatmak ve 337 milyar dolarlık özel sektör borçlarını döndürebilmek için borç aldığı uluslararası piyasaların güven duyacağı bir ismin dümene geçmesi. Ali Babacan da olabilir, Mehmet Şimşek de.
Ali Babacan bugün olsa ne yapardı?
Kemal Derviş olsa ne yapardı ise Babacan da (Tam yetkili bir Mehmet Şimşek de) onu yapardı.
Öyleyse Kemal Derviş ne yapardı?
Üç aşağı beş yukarı, IMF, kredi derecelendirme kuruluşları ve uluslararası yatırım bankalarının aylardır söylediği şeyleri yapardı.
“Ekonomi aşırı ısındı”, “Enflasyon çok yükseldi” ifadelerini uluslararası yatırım bankası raporlarında ne zaman görmeye başladık, emin değilim. Ama bu kurumların, bezdirme pahasına aylardır aynı uyarıları tekrarladıklarını söyleyebilirim.
Birçoğu yüzlerce kez söylenmiş olan önerileri, İskandinavya merkezli yatırım kuruluşu Nordea Markets’in, Cuma günü Doların baş döndürücü bir hızla yükseldiği dakikalarda yayınladığı rapordan okuyalım:
Türk Lirası’na istikrar kazandırmak için yapılması gereken 4 şey olduğuna inanıyoruz.
Her şeyden önce, birincisi, Merkez Bankası’nın bağımsız davranabileceğine ve Türkiye’de akılcı bir ekonomi politikası izleneceğine dair kesin kanıt gösterilmeli.
İkincisi, Tükiye dış dünya ile ilişkilerini yumuşatmalı. (ABD, AB vs.)
Üçüncüsü, Hükümet piyasalara, kısa süre önce sunulan 2019 mali konsolidasyon planını faiz dışı fazla vererek ve cari açığı azaltarak uygulayabileceğini göstermeli.
Son olarak galiba küresel likidite koşulları da biraz gevşemeli. Her ne kadar bu, Amerikan Merkez Bankası’nın faiz artırımlarına ve bilançosunu normalleştirmeye devam etmesi nedeniyle çok güç olsa da.)
Yukarıdaki görüşlerin çoğu, başta Merkez Bankası’nın bağımsızlığı meselesi olmak üzere, son dönemde epeyce yazıldı, konuşuldu. Ama faiz dışı fazla, ne zamandır ortalarda gözükmeyen bir kavram. Aslında bir zamanlar çok popülerdi ama sonra unutulmuştu.
Faiz dışı fazla, devletin faiz harcamaları düşüldükten sonra harcamalarında fazla vermesi anlamına geliyor. Halk arasında “kemer sıkma” olarak da bilinir. Faiz dışı fazla, 2001 Krizi'nde Kemal Derviş'in en çok önemli verdiği göstergelerden biriydi.
Bunun için, Muharrem İnce’nin söylediği gibi Kanal İstanbul benzeri projelerin rafa kaldırılmak gerekir. Ama anlamlı bir faiz dışı fazla için bunun da yetmeyeceğini, faturası halka çıkacak adımların (İstihdam desteklerinin çekilmesi, yeni vergiler salınması, eğitime, sağlığa yapılan harcamalarda kesintiler gibi) kaçınılmaz olacağını söyleyebiliriz.
Hükümet’in bu yolu seçmek yerine kendi bildiği yolda devam etmesi de çok güçlü bir ihtimal.