‘Gülen ailesinden 80 kişi hapiste’

Gazeteci Kemal Gülen, 15 Temmuz sonrası tamamen değişen hayatını ve yaşadıklarını politurco'ya anlattı. Kemal Gülen, sıkıntı yaşayan tek kişinin sadece kendisi olmadığını, sırf soy ismi Gülen olduğu ve Fethullah Gülen Hocaefendi ile akraba olduğu için 80 kişinin cezaevlerinde tutulduğunu vurguladı.

SHABER3.COM

15 Temmuz birçok kişi gibi gazeteci Kemal Gülen'in de hayatında büyük travmalara sebep oldu. Aynı zamanda Hocaefendi'nin yeğeni olan Gülen, kendi yaşadığı sıkıntıları ve Gülen soy ismi taşıyan akrabalarının yaşadıklarını POLİTURCO.COM'dan Engin Yiğit'e anlattı. 

İşte o röportaj:



Kemal Gülen Türkiye’nin yakından tanıdığı, uzun yıllar televizyon dünyasında özellikle de haber spikeri olarak adından sıkça bahsettirmiş bir gazeteci, sunucu ve hukukçu. Gün olmamıştır ki insanlar onu ekranlarda görmemiş olsun, en kritik haberlerde o ne diyor diye bakmamış olsunlar. O Hocaefendi’nin yeğeni olarak bilinmesine rağmen, ününü yaptığı başarılı habercilik ve gazetecilik çalışmalarından almış olmasıyla da çok takdir görmüştür. 

15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonrası herkes gibi Kemal Gülen’in de hayatı tamamen değişiyor ve vatanında gurbet ve tehcir yaşamak zorunda bırakılıyor. Evinde ailesiyle birlikteyken evleri yakılmak isteniyor, belki fırsatı bulunsa canlarına bile kastedilebilecekleri bir ortam oluşuyor bir anda. Hem Hizmet Hareketi mensubu olmak hem de o dönemde idam çağrıları yapılan Gülen’in yeğeni olmak Kemal Bey için olayı daha da zor bir duruma sokuyor. Sonrasında yerleştiği Kanada’da bir dönem yaptığı geçici işlerden sonra bir fırsatını bulup tekrar en iyi bildiği iş medya işine geri dönüş yapıyor. Kendisi de bir mağdur olsada, diğer mağdurların sesi, soluğu ve ümidi olmaya çalışıyor.  

Kendisi ile Türkiye’de Gülen soy isimli olup, mağdur edilen insanları, akrabalarını ve daha fazlasını bu röportajda konuştuk ve Gülen soy isimli olmak nasıl bir sorumluluk böyle ateşten bir dönemde bunu kendisine sorduk.

Şimdi siz kıymetli okuyucularımızı bu yazı ile baş başa bırakıyorum;

Kemal bey, Politurco ile röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Türkiye’de yaşanan çok ciddi insan hakları ihlalleri ve hukuksal çöküşle birlikte yaşanan mağduriyetler son 6 yılın en çok konuşulan konusu. Bu süreçte mağdur edilen ve sıkça adlarından bahsedilen kişiler ve sosyal gruplar var. Askeri öğrenciler, KHK’lılar, tutuklu gazeteciler gibi... Ama başka bir grup daha var ki sanki çok gündeme gelmiyorlar. Türkiye’de Gülen soy ismini taşıyan ve tutuklanmayan neredeyse kimse yok. Bu konu hakkında sizlerle konuşmak istiyoruz.


Konuya geçmeden önce kendinizi tanıtır mısınız? Sayın Gülen’le akrabalık durumunuz nedir?

Ben Kemal Gülen. 1969 yılında Erzurum da doğdum. Rahmetli Sıbgatullah Gülen’in oğluyum. Kendisi Hocaefendi’nin bir küçük kardeşidir. Hocaefendi ile amca-yeğen ilişkimiz var. 1980’de Erzurum’dan İzmir’e geçtim. 1987’de İstanbul’a geçmiştim, 1988’de İstanbul Hukuk’a başladım. Fakülteyi bitirdikten sonra yeni açılmış olan Samanyolu Televizyonuna başvurdum ve orada çalışmaya başladım. Kapatılacağı zamana kadar Samanyolu’nda farklı görevlerde işler yaptım. Ana haber bültenini sundum, on yedi yıl boyunca. Diğer programlarda da çalıştım belgesel ve radyo gibi… bu zaman diliminde yapımda ve yönetimde görevler üstlendim.

Televizyon kapatıldıktan sonra hukukçu olduğum için diğer mesleğim olan avukatlığa geri döndüm. Ama bu olayları takiben 15 Temmuz meş’um darbe girişimi olunca, bir süre kendi evimde kalamadım. Çünkü evimiz yakıldı. Arananlar listesine girdik. Neredeyse saklanacak bir yer kalmadı.

Meş’um olaydan üç ay sonra Kanada’ya geldim. O tarihten beri Kanada’dayım.

Buraya geldikten sonra Uber şoförlüğü yapmaya başladım. Sonrasında boya badana işleri gibi işler yaptım. Son iki senedir de televizyonculuğa geri döndüm. İlk olarak Raindrops TV’de program yapmaya başlamıştık, şimdi de MC TV’de ana haber bültenine başlamış oldum. Bunların yanı sıra sivil toplum örgütlerinin YouTube’da yaptıkları programların sunuculuğunu da yapıyorum.

Bu şekilde hizmetlerime ve hayatıma devam ediyorum.

Evimizi yakmaya çalıştılar

Yanlış anlamadıysam, evinizin yakıldığını söylediniz biraz önce…?

Evet. Yani 15 Temmuz olayından sonra, 16 Temmuz gecesi, evdeydik ailemle birlikte. Biz de yaşanan olaylarla birlikte ‘Acaba ne olacak?’ diye endişeyle beklerken, bir anda komşular ‘Bahçeden dumanlar yükseliyor!’ diye bizi aradı. Gecenin 12’siydi. Hakikaten, aşağı indiğimizde birinci kattan itibaren evin yanmaya başladığını gördük. Biz üçüncü katta oturuyorduk. O anki durumumuzu tahmin edebilirsiniz. ‘Polis çağırsak ve gelseler bize hesap sorar, yakana değil’ diye düşündük, itfaiye çağırsak ‘aman, yanın içinde!’ diyebilecekleri bir atmosferin içindeydik. Durum böyle olunca, çoluk çocuk bir araya geldik ve hortumlarla yangını kendi imkanlarımızla söndürdük. Bundan dolayı artık evin de güvenli olmadığı anlaşıldı. Ben bir yere, ailem de başka bir güvenli yere geçmek durumunda kaldık.  

Evinizin yakılmaya kalkışılması normal bir ülkede çok büyük bir suç olabilecekken, siz polisi veya itfaiyeyi bile arayamadığınızı söylediniz. Evinizin tanınan biri olmanızdan dolayı mı yakılmaya çalışıldığını düşünüyorsunuz? Kimlerin buna teşebbüs ettikleri hakkında kendi imkanlarınız ile bir bilgi elde edinebildiniz mi acaba?

Açıkçası, bu konuyla ilgili çok detaylı bakamadım. Ama şunu söyleyebilirim. Mahallemizdeki insanlar bizleri çok iyi tanırlardı. Birlikte iftarlarımız, sahurlarımız olurdu. Mahallemizden birisinin bu şekilde bir alçaklığa kalkışacağını düşünmüyorum. Zaten mahalleli haber verdi, sağ olsunlar, ev yanıyor diye. O dönemde bilinen tanınan birçok insanın evi dükkânı yandı ve yağmalandı. Yani, darbenin olduğu ilk hafta, tanınan insanların ya camını penceresini kırdılar veya dükkanını yağmaladılar. Dolayısıyla bizim de ondan bir kaçışımız olmadı. Artık kimdi bilmiyorum… Yargı tesis edildiğinde hukuk karşısında, olmazsa ahirette hesaplaşacağız. Polise de gidip diyemedik ‘bizim evi yaktılar’ diye. Eğer bunu yapsaydık, yanan evle bile belki de hiç ilgilenmeden, ‘biz de tam sizi arıyorduk’ diyecekler ve tutuklayacaklardı. Hani Türkiye’nin karanlık bir dönemine damga vuran faili meçhuller vardır ya, bizim ev de bir faili meçhul olarak yakılmak istendi. Bunu da olayın olması ve sonrasında bu olayın hiçbir polis kaydına girmemesi sebebiyle söylüyorum. Neyse ki evde kamera vardı. O zaman baktık, hakikaten adamın birisi yakmış, aşağıya doğru kaçıyor. Bu şekilde bir görüntü elde etmiştik o zaman. Aynı zamanda şunu söyleyebilirim burada, dönemin Cumhurbaşkanı Erdoğan olayın daha ilk dakikalarında temelsiz bir şekilde ve hukuki veya adli hiçbir soruşturma olmaksızın ‘darbeyi şunlar yaptı!’ deyince, bu işlerin önceden planlandığını ve bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Yani bir gün içinde kim Kemal Gülen’e veya herhangi birine evini yakacak derecede düşman olabilir ki? Belli ki önceden bir zihni hazırlık yapılmış, bu cinayetleri ve suçları işleyebilecek insanlar ayrıca doldurulmuş, yönlendirilmiş. Bunlar kanaatlerim olmakla birlikte, daha sonra gazeteci arkadaşların, sizin gibi kıymetli meslektaşların ortaya çıkardığı kayıtlarla ve belgelerle insanların arasında silahların olaydan önce nasıl dağıtıldığı, darbeden bu kesimin çok önceden haberinin olduğu ve hazırlık yapıldığı anlaşıldı. 

Ülkedeki oluşturulan bu kan dondurucu bir ortamda sizleri komşularınızın araması ve evinizin yandığını söylemesi de takdire şayan.

Ben komşularımdan hiç şikâyet etmedim. Bugün de şikâyet etmem. Çok iyi ilişkilerimiz vardı. Epeydir görüşemiyoruz ama hâlâ zihnimde o güzel hatıralarımla o komşularımı yâd ederim ben.



Hocaefendi’nin akrabaları ile ilişkileri

Gülen soy isimli insanlara ilişkin konuşmadan önce size şu soruyu sormak istiyorum. Bizler sayın Gülen’i akrabaları hususunda hep ciddi ve onlara karşı herhangi bir ayrımcılık yapılmaması noktasında gösterdiği ilkeli tavrıyla gözlemledik ve biliyoruz. Bu zaviyeden bakınca Sayın Gülen’in akrabaları ve onlarla ilişkileri hakkında neler söylemek istersiniz?

Şimdi, bunu kısaca iki başlıkta ele alabilirim: Birincisi, ‘akraba hukuku’ olarak dinin emrettiği, insanlığın ve beşeriyetin de teşvik ettiği bu değerler hususunda Hocaefendi çok titizdir. Yani akraba hukuku dendiğinde – mesela, aile büyüklerimiz iki, üç yüz yıl önce Ahlat’tan Erzurum’a gelmişler – Hocaefendi bizlere hep derdi: ‘Hani gidip baksanız oralarda akrabalarımızdan birileri var mıdır? diye.  Yani, torunların torunlarının torunları mesabesindeki insanlar. ‘İhtiyaç durumunda olanlar varsa, onları misafir etseniz, ilgilenseniz, çocuklarıyla ilgilenseniz’ derdi ve bu yönüyle akraba hukukuna ben ondan daha fazla riayet eden bir insan görmedim. Bu yönüyle takdiri aşan bir gayreti vardır.  Bizleri de hep o teşvik etmiştir. ‘Uzak yakın, birinci ve ikinci seferberlikte türkiyenin farklı şehirlerine  göçmüş insanlar oldu, mutlaka onlarla da irtibata geçin, ihtiyaçları vardır belki’ derdi. Şunu da belirteyim, bu ‘ihtiyaçlarını karşılayın’ demek şu demek değil. ‘Hizmetin bir yerinden para alın oraya götürün, onların üstüne arsa yapın, şunu-bunu yapın’ değil. Zaten herkes kendi yağında kavruluyor. Bu şu demekti yani, ‘hepimizin yaptığı, kendi imkanlarınızın bir bölümünü de ayırın ve bu tür akrabalarla diyaloglar kurun. Onlar bu hizmet müesseseleri ile tanışsınlar, okula gidemeyen çocukları varsa okula gitmelerine yardımcı olalım. Evlerde müesseselerde yetişsinler ve ahlakları güzel bir nesil olsunlar.’ Bu yönüyle herkesle ilgilenmeyi bütün işlerinin yanı sıra, bir borç bilirdi. Ama akrabalarının yanı sıra – mesela kardeşleri vardı, altı tane erkek ve iki bayan – hiç birisi Hizmet müesseselerinde bir numara olan, bol maaşlar alan ve çok itibar gösterilen insanlar olmadılar. Yani Hocaefendi’nin yanı başında kardeşlerinden birini Hizmet Hareketinin bir biriminin başında göremezsiniz. Hiçbir akrabasını göremezsiniz yani. Birkaç tane, diyelim ki, mesela benim abim, kendisi şu an hapiste, Yamanlar Eğitim Kurumunun müdürü oldu. Ama yani biz akrabalar olarak 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ve devamında oluşan olaylar sonrası, ‘Hocaefendi’ye sahip çıkalım’ diye bir araya geldiğimizde, bu toplantılarda 1000-1200 kadar kişi onun akrabaları olarak bir araya gelmiştik. Bunların arasında 3-5 insan belli müesseselerde gayret ederek bir yerlere gelmişlerdir. Hocaefendi böyle makam mevki veya para dağıtarak akrabalarını âbâd eden bir yol hiç izlememiştir. Kendi ifadesi ile, ‘ben Ömeriyim’ derdi Hocaefendi. ‘Ömeriyim’ demek şu: Hazreti Ömer efendimiz torununu bile tanımamış, yani akrabalarını devlet müesseselerinden hep uzak tutmuş. Böyle bir idari sistem ortaya koymuş. Aynı Hocaefendi de aynı şekilde akrabalarının dinine, diyanetine, eğitimine kendi parasını harcayarak yardımcı olmuş ve ‘Hizmet müesseselerine asla bu insanları torpille alın, işe yerleştirin’ gibi bir durum asla söz konusu olmamıştır. Asla ve kat’a, bir insanı ‘Hocaefendi böyle bir şey istedi’ diye de şahit gösteremezler. Bu kadar da titizdir. Çünkü kendisi derdi ki ‘Hizmet o kadar masum ve temiz ki en ufak bir leke bile kaldırmaz. Böyle bir davranış o kadar insanın teveccüh ettiği bir harekete gölge düşürür.’ Bir seferinde de şu cümleyi kurmuştu: ‘Bir müessesede hasbelkader çalışıyor olabilirsiniz ve bazı insanlar bir çalışıp bir mertebe yükselebilirler ; hani işin doğası gereği, ama sizler bire karşılık on çalışarak bir rütbe alabilirsiniz. Yoksa diğer türlü yanlış anlaşılabilir.’  

Hizmetin temel değerleri insan kayırma üzerine kurulmamıştır. Hak edene hak ettiği kadar burs veya yetki verilir. Yani ben mesela yurtta kalıyordum 80’lerde. Benim yurt param bazen babamın gönderdiği para ile yetişmezdi, Hocaefendi ‘Yurt parasını ödedin mi?’ derdi, ben de ‘Hocam, tamamen ödeyemedik’ derdim, kalan kısmı çıkarır kendi cebinden verirdi. Aynı zamanda kendi kaldığı yurtta olurdu bu. Bana 50 lira verirdi, ben de onu götürür ilgililere teslim ederdim. Yani yurt müdürü diyebilirdi ki, ‘Hocaefendi’nin yeğenleri bunlar’. ‘Bunlar ücretsiz kalabilirler’ diyebilirlerdi. Ama demediler. Hiçbir müessesede… Benim kardeşlerim de kuzenlerin de eğitim müesseselerine, okul ve dershanelere gittiler ve hiçbirimiz bedava gitmedik. Ve torpil de işletilmedi yani. Herkesin tâbi olduğu süreç ne ise, bizler de o süreçlere tabi olduk. Ben de çocuklarımı kolejlere gönderdim ve bu olurken kimse bana demedi, ‘Sen Kemal Gülen’sin, sen Hocaefendi’nin yeğenisin, senin çocuklarını bedava okutalım.’ Hayır, bu hiç olmadı. Müessese müdürleri de Hocaefendi’nin titizliğini iyi bildikleri için bizlere saygı gösterirlerdi ama okul ücreti olarak da faturayı uzatırlar, ‘İşte şu kadar borcunuz var’ derlerdi. Bu konuda Hocaefendi’nin eline kimse su dökemez. Yani hem akrabaları ile ilgilenen ama aynı anda torpilden, adam kayırmaktan da onları uzak tutan ikinci bir insan göstermek zordur. 

Burada genelde duruşu, sizlerden beklentilerini ve bu konuda anlayışını ifade ettiniz. Bu nasıl bir ilişki? Örnekler vererek biraz daha açabilir misiniz?

Hocaefendi akrabaları ile gücü yettiğince ilgilenir. Öncesinde bahsettiğim insanlara yakın-uzak demeden her birinin hâl ve hatırını sorar. Bu insanların ailelerine, çocuklarına selam göndermiştir, ne bileyim, bu insanlara bir ikramda bulunmuştur. Yani onların hayatlarına dokunmuştur. Akrabanın akrabasına, damadın torununa diyelim, hepsine ayırt etmeden dokunmaya çalışmıştır. Hani buna şöyle de bakmak lazım: Akraba hukukunun yanında buna insan kaynağı olarak da bakmak lazım. Burada bir insan kaynağı var ve ona da ulaşmak lazım. Akraba hukuku ile ulaşılabiliyorsa o hukukla ulaşma, başka bir şekilde ulaşma ise o şekilde ulaşma… Akrabalar da insandır. Bu nedenle bütün işlerinin arasında,yazı, sohbet, kitap, seminer, konferans, vaaz vs.. ilgilenebildiği kadar onlarla ilgilenirdi. Kardeşleri, yeğenleri, torunları sayılabilecek bu insanlardan hepsi  Hocaefendi’den razıdır. Yani, ekstra iltifat mı görmüşlerdir? Hayır, iltifat görmemişlerdir. Hani bazıları kendilerini akraba kabul edenler, köyden akrabalarımız var, amcasının çocukları, onların çocukları ve hatta onların da çocukları var. Bu akrabaların belki yarısı Hocaefendi’yi hiç görmemiştir. Ama Hocaefendi bir şekilde onların hayatına tebessümle dokunmuştur, selamla dokunmuştur, onlar da ‘Hocaefendi bizim başımızda, ailemizin büyüğü’ demişler ve ‘bu yolda eğer bundan dolayı başımıza bir şeyler gelecekse, yollar dikenli olacaksa bile’ diyerek kabul etmişlerdir. Çünkü Hocaefendi’ye itimat etmişlerdir. Bilirler ki Hocaefendi hiçbir kötülüğe bulaşmaz, bir kötülük yapmaz ve yapılmasına da izin vermez. İyilikten başka bir şey düşünmez. Ve bu yönleriyle bütün akrabalar razıdır. En azından benim bildiğim tanıdığım, yaşım elliyi geçti, hemen hemen bütün akrabalarla temasım oldu ve ‘ben bir gül kadar Hocaefendi’den rahatsızım’ diyen biri olmadı, ‘Hocaefendi’nin de bana şöyle bir kötülüğü dokundu’ ya da ‘beni ihmal etti’ diyen bir akraba görmedim, duymadım. Bugün darbenin üzerinden geçen onca yıla ve yetmiş-seksen kadar akrabası hapiste olmasına rağmen, onlar bile demiyorlar ki, ‘Ya sen bizi böyle duruma soktun da işte üç yıldır, dört yıldır, bu şekilde hapislerdeyiz’ diye. Hatta orada bile Hocaefendi’ye dua ediyorlar, ‘Allah’ım sen ona sağlık, sıhhat ve afiyet ver’ diye. Şunu söyleyebilirim: Bu muhabbet ve sevgi, Hocaefendi’nin akrabaları ile kurduğu bu ilişkilerin semeresidir.



Türkiye’de Gülen soy isimli olmak

Sizin bahsettiğiniz ve bizim de medyadan takip ettiğimiz üzere, Gülen soy ismini taşıyan insanlar sizce neden hedef haline geldiler? Bu konunun daha çok Hizmet hareketinin son yıllarda yaşadığı malum baskılardan kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz yoksa Gülen soy isminden, yani sayın Gülen’le akraba olduklarından dolayı mı? Veya her ikisi mi?

Ben 1980 darbesi olduğunda daha yeni İzmir’e gelmiştim. O dönemde Hizmet mensubu olmak zordu. Doğal olarak akrabası olmak da zordu. Yani o gün insanlar soruyorlardı. Hâlâ hatırlıyorum, rahmetli babaannemin yaşadığı amcamın evi vardı; polisler ayakkabıları ile içeriye girer ve ona ‘Hacı anne söyle, oğlun nerede!’ derler ve onu hesaba çekerlerdi. Ve kaç kere oldu bu. Hakikaten babaannem de bilmezdi. Hocaefendi o arandığı dönemlerde bile annesini ziyarete gelir, elini öper, duasını alır ve bir şekilde çıkar giderdi. Anne hukukuna da öyle dikkat eden birisiydi. Yani aranıyor, polis ve jandarma arıyor ama o bir fırsatını buluyor, ‘Gideyim anamın elini öpeyim, duasını alayım’ diye. Bu çok değerli bir şey.

Eskiden de bu anlamda zordu. Ben yine çocukluğumdan hatırlıyorum. Hocaefendi’nin arandığı resimler falan vardı. Mesela, otobüs duraklarında onun fotoğrafını teröristlerle birlikte yan yana koymuşlar, irticai faaliyet gibi, ne olduğunu da bilmediğim bir suç yazmışlar. Bazen bakarken endişe ederdik, ‘Acaba bakayım mı?’ diye. ‘Birisi benim Hocaefendi’ye baktığımı görürse, anlarsa ve bana bir şey yapar mı?’ diye çekinirdim. Aranan bir insanın akrabası olmak zordur. Bugün de diyorlar ya, ‘Aranıyorsa, bir suçu vardır’ diye. Hadi biri suçlu olsa, onun akrabalarının bu suçla ne alakası olabilir? Ama öyle değil. Bugünkü fotoğrafı o gün de görmek mümkün: ‘Birisi suçluysa, onun bütün akrabaları da suçludur’.

Bugün de akrabalar aynı şeye maruz kalıyorlar. ‘Hizmet Hareketine omuz veriyorlar, destek veriyorlar’ ve ‘Hocaefendi’yi satmadılar, arkasından kötü söz söylemediler onca yaşanan mağduriyetlere rağmen’ diye.  Onu bahane ettiklerinden dolayı bizler evlerimizi yuvalarımızı işte bu şekilde kapatmak zorunda kaldık. Çocuklarımız yurt dışına gitmek zorunda kaldı, hali hazırda hapiste yatanları var. ‘Bu insanlara daha fazla nasıl kötülük yaparız?’ diye her birini ülkenin farklı noktalarında en ücra köşelerinde hapse koyarak, kadınları ve çocukları ‘bir hafta bu şehirde, diğer hafta başka şehirde, sonra da başka şehirde’ diye süründürmelerine rağmen, akrabalarından kimse kalkıp bir şey demedi. Hizmet Hareketi mensubu oldukları için ve ona omuz verdikleri için böyle bir zorlukla karşılaşıyorlar. Bu zorlukları çıkaranlar ise bu zalimlikleri ve kötülükleri Hocaefendi’ye hususi olarak eziyet etmek, işkence etmek için ekstra bir gayretle yapıyorlar.

Biraz önce siz de ifade ettiniz, bugün Türkiye’de birinci dereceden akrabalarından hapiste olmayan kimse yok. Kardeşim beş sene yatıp, daha yeni hapisten çıktı. Çıktı ama hâlâ Yargıtay süreci falan var. Bir suçları var mı? Yok. Hiç kimsenin bir suçu yok ama cezasını çekmiş olduğu halde tahliye edilmeyen, tahliye edilip bir hafta sonra tekrar savcının itirazı üzerine Hocaefendi’nin bu akrabaları tekrar tutuklanarak ona işkence etmeye çalışıyorlar. İşte ‘biz böyle yaparsak, o üzülür’ diye. Bu insanları tutuklayarak, tahliye etmeyerek, bırakıp tekrar tutuklayarak, yüksek cezalarla yargılayarak Hocaefendi’ye işkence etmeye çalışıyorlar. Bu zorluğu yaşıyor akrabalar. 

Onlarla aynı durumda olan başka insanlar tahliye olabiliyor belki, ama bu kişiler Gülen soy ismine sahip oldukları için – ki birçok kez soy isimleri de farklı olabilir, mesela damatlar – onların tarafından akraba olan ve farklı soy ismi olanlar da serbest bırakılmıyorlar. Mesela eniştemin kız kardeşi hâlâ içeride. Ne alakası var? Ama işte ‘Gülen ailesinin bir ferdinin kız kardeşi’ diye hâlâ içerde. Size şunu diyebilirim, bu bayanın hiçbir şeyle alakası yok. Kendisi de bir terzi. Ne okullarda okumuş ne çalışmış... Bununla zannediyorlar ki hani ‘Biz akrabalarına zulmedersek Hocaefendi’ye eziyet etmiş oluruz’.

Tabii, Hocaefendi üzülüyor, kederleniyor, ağlıyordur… Elinden gelen bir şey varsa yapıyordur ama hani ‘Akrabama, yeğenime, kardeşime eziyet ediyorlar; o zaman ben de bu zalimlere boyun eğeyim’ falan diyecek hâli de yok. Onun zaten çıktığı yol, kardeşleri de başta demişler zaten, ‘Yürü! Yol senin, biz arkandayız’ diye… ‘Burada hapiste olmak da var, sürgünde olmak da var’ diye her şeyi göz önüne almış insanlar.

Hocaefendi’nin akrabalarının ona verdiği destek

17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları ve sonrasında gelişen olayların ardından Gülen ailesi olarak topluca bir açıklama yapmıştınız. Bu konuyu anlatır mısınız?

90’lı yıllarda Hizmet Türkiye’de parlayan bir yıldızdı. Bütün iktidar ve muhalif partiler dâhil hemen herkesin Hizmetin herhangi bir programına gitmesi ve gelmesi o kadar doğaldı ki! Mesela, Hocaefendi ile o dönemde sayın Turgut Özal, sayın Tansu Çiller, sayın Bülent Ecevit görüştü. Bakanlar, iş adamları… Yani Amerika’ya kadar gidip gelen insanlar, Hocaefendi ile görüşmek veya onunla yol yürüyen arkadaşlarının yanında görünmek çok değerliydi. O günlerde aileden olmak bu kadar açık bir mağduriyet sebebi değildi. Yani Allah var hani ne diyelim. O dönemde, az önde görünen insanlara gelip ‘Hocam, Hocaefendi’ye selam söyleyin, bir emri falan var mı?’ falan diyen bir sürü kişiyle karşılaştık. Hocaefendi de kendine olan bu teveccühü kırmazdı. Bir selam götürürsen bir hediye ile mukabele ederdi, ‘Sizler de falanca şu hediyeyi götürün’ derdi.

Malum 17-25 Aralık süreci yani 2013 ve bundan da önce yaşanmaya başlayan ve hükümetin Hizmete siyasi baskı yapması gibi nedenlerden dolayı yaşanan gerginlik akrabalara da yansıdı. Ta o dönemden beridir akrabalar arasında işlerinden edilen insanlar, terfileri verilmeyen insanlar, öğretmenlerse yerlerinden yurtlarından edilmeye başlananlar var. Mesela bir şehirde öğrenci olan ve yurtta kalırken, ‘Hocaefendi’ye akraba’ diye iki kız öğrenci tutuklanmıştı. Hâlâ hapisteler, o dönemden beri.

Hocaefendi’nin akrabalarını ve yakınlarını bulundukları şehirlerdeki yetkililer bilirler. Siyasetçiler de tanıyorlardı. Korucuk köyüne gittiğiniz zaman, Erzurum’a gittiğiniz zaman ya da başka şehirlerdeki akrabalarını herkes bilir. Nasıl? Bu insanlar hep birlikte yedi-sekiz sene Hizmet etmişler. Türkçe olimpiyatları olmuş, oralara akrabalar da gitmiş, siyasetçiler de gitmiş, bürokratlar da gitmiş. Oralarda da bu akrabalar bu insanlarla ‘Bakın, sizleri Hocaefendi’nin akrabası, kardeşi gibi falan kişilerle tanıştıralım’ diye birileri tarafından tanıştırılmışlar. Antrparantez şunu da söyleyeyim: Hiçbir akrabamız bu tür tanışmalardan, ekstra bir istifade etmenin yolunu aramamış. Yani, ‘Ben belediye başkanı ile tanıştım, herkese ihsanda ikramda bulunuyor bu insanlar, ben de gideyim bu tanışıklığı vesile yapayım’ dememişlerdir, ‘bunu ranta çevirelim’ diyen bir tane akrabamız yoktur çok şükür. Mesela halam, Hocaefendi’nin kız kardeşi, neredeyse ömrünün sonuna kadar kirada oturdu. Babam, amcam ya kirada veya mütvazı bir evde yaşadılar ve vefat ettiler. 

Ama ne oldu, 17-25 Aralık’tan sonra devleti yönetenler bu tanışıklıkları suiistimal etmeye başladılar. Çünkü böyle yaparak Hocaefendi’yi hedef haline getirmek istediler. Hocaefendi’nin kardeşleri, iki kardeşi, Çağlayan matbaasında çalışıyorlardı. Birisi hâlâ hapiste. Kutbettin amcam yıllardır tek başına içeride. Hastalanmıştı, çıktı, ameliyat oldu iki üç ay önce ve tekrar alıp götürdüler ve hücre gibi tek başına bir yere koydular. Bakıma görüme ihtiyacı olmasına rağmen... Hâlbuki onun gibi insanların kahir ekseriyeti ile belli zaman yattıktan sonra diğerlerinin yanına çıkarılmaları lazım. Ama bu oldu mu? Hayır. ‘Seni kardeşinden dolayı burada tutup, ona manen eziyet edeceğiz; sen de bundan huzursuz ol’ diyerek bu kötülükleri yapıyorlar.

Bir kardeşi vardı vefat etti. Allah rızası için orada birileri aldı götürdü ve defnettiler. Bu amcam hapse girmedi ama gaybubette öldü. Diğer türlü yakalasalar işkence edecekler… İki defa kanser olmuş birisi. Birçok rahatsızlıkları vardı. O hastalıkların tedavisi devam ederken bir de duyduk ki vefat etmiş. Birileri alıp götürüp defnediyor. Bu arada gidip devlet kurumlarına da normalde kısıtlanan anayasal hakları gibi nedenlerle, ‘Şu kişi de öldü’ gibi – vazifeleri olmasına rağmen – endişelerinizden dolayı bir şey diyemiyorsunuz. Şimdi gidilse, Gülen soy isimli ve Hocaefendi’nin kardeşi olan biri için ölüm raporu istense verilmeyebilir. Toplumda öyle bir öfke ortamı oluşturuldu ki, bırakın belgeyi, bizlerde ‘Acaba cenazeye el koyarlar mı?’ endişesi oluşuyor. Bunu yaptıkları için ve örnekleri olduğundan cenazenizi bile saklayarak defnetme durumunuz oluyor ve mevtayı alıkoyabilecekleri endişesi yaşıyorsunuz. Amcamızın vefatıyla durum böyle olunca – ben uzaktayım, mekânı Cennet olsun – nereye defnedildiğini de bilmiyorum. 

Ama Hocaefendi de bunu dünyaya ilan edip, ‘İşte bize bunları yapıyorlar!’ diye akrabası işkence de görse söylemiyor. Tabii Hocaefendi bu ıstırabı çok derin yaşıyor. Ama tıpkı, nasıl ki ekonomik meselelerde akrabalarının önünü açmıyor, bu türlü mağduriyetleri de ekstradan gündem yapmıyor ki diğer arkadaşları – Burada kendi yorumumu söylüyorum; Hocaefendi’den böyle bir şey duymuş değilim, ama – ‘vay akrabalarına daha fazla üzüldü’ veya ‘ağladı’ derler diye anladığım kadarıyla dikkatli; ama üzülmüştür, ağlamıştır, içi hepimizden çok yanmıştır.

17-25 Aralık’tan sonra böyle birçok akrabaya da bu süreç sirayet etmeye başladı. Mesela emekli olmuş birisi, hop onu da aldılar içeriye. Amca çocukları, onların çocukları mesela bir yerde – bir kolejde veya dershanede – öğretmen, onları da aldılar. ‘Neden?’ dendiğinde ‘Bunlar Gülen, yani akrabaları, bunları almamız lazım!’ boyutuna getirdiler işi. Nasıl bir intikam duygusudur bu, bilmiyorum.

Mesela camilerde de ayrışmalar oluşmaya başladı. 17-25 Aralık sonrasında örneğin. Rahmetli babam camiye gidiyordu, aynı zamanda mevcut siyasi partinin tabanı da CHP’ye oy verenler de gidiyordu, ama babam her zaman yan yana duran adamların kendisinden uzak durmaya ve yan yana gelmemeye çalıştıklarını söylerdi. Bu insanlar zamanında ondan borç isteyen, çocukları için ‘Yardım edebilir misiniz?’ diyen insanlardı. Eğer babam öldüyse bu adamların yüzünden öldü. Bu şeylere kahırlanırdı böyle. Sadece işten güçten değil yani. Sokağa çıkıyorsun; babamı herkes tanır, Hocaefendi’nin kardeşi olması hasebiyle tanır. Amcalarım da aynıdır. Ama bir anda tanınmayan ve düşman olunan insanlar haline geldiler. Yani yaşaması zor bir durum, yaşayabilenler de ya hapishanede ya da yurt dışında yaşıyorlar şimdi. 

Tabii bu arada ilmiyle, rehberliğiyle, aksiyonu ve yaptığı hizmetlerle dünyaya mal olmuş bir İslam âlimi var.  farklı din mensupları tarafından kabul görmüş ve hatta hakkında akademik araştırmalar yapılan, yazdığı eserlerin bazılarının üniversitelerde ders kitabı olarak okutulduğu biri. Hocaefendi ciddi şekilde 17-25 Aralık sürecinde hedefe konuldu. Burada şeytan taşlanır gibi taşlanan bir insan var ve diğer tarafta da onun akrabaları var. O güne kadar herkesin alkışladığı, herkesin ‘Hocayla bir randevu alalım, bir görüşelim’ dediği, bunu da ya ikbal beklentisi veya belki de iyi niyet ile yaptıkları bir yerde, bir gün geldi, taşlanmaya başlandı. 

Şimdi durun kalabalıklar! Ya siz bu adamın dün kapısında halayık olmaya namzettiniz. ‘Kapısında sıraya girelim, duasını alalım’ diye arkasından koştuğunuz bir insana bunu neden yapıyorsunuz? Hocaefendi kendisine atılan taşları karşılamaktan veya cevap vermekten âciz değil de nezaketi, belki de kendine biçtiği misyon, hizmet misyonu, insanlara bir şey söylemesine mâni oluyor. Bu durumda olan bir insanı savunacak biri lazımdı. ‘Bunu yazarlar yapabilir, hukukçular yapabilir ama bizler de akrabaları olarak bir şeyler yapmalıyız’ dedik. Hocaefendi ailemizin büyüğü, ama herkes neredeyse kendisine ağza alınmayacak hakaret ve küfürlerle her gün küfrediyorlar. Bu yetmezmiş gibi iftiralar da atılıyor ‘sahte peygamber’ gibi ve daha neler neler. Ve bu söylenen şeyler kendisinin de şiddetle reddettiği şeyler, hatta iffetine küfretseler bu kadar ağır olmayacak iftiralar atılıyor bir yandan da. Bizler de ailesi ve akrabaları olarak bir araya geldik, ‘bari hiç olmazsa, biz de varız diyelim’ dedik ve yaptığımız açıklamada ‘Ona bir şey yapacaksanız, önce bizim cesedimizi çiğneyin geçin’ dedik. ‘Önce bizim izzetimizi ve nefsimizi kırın ama bizim yanımızda aile büyüğümüz olan hatta dünyaca tanınmış bir Türk Müslüman alimine, Hocaefendi’ye bunu yapmayın’ dedik. Sağ olsunlar hem İstanbul’da hem Erzurum’da olan akrabalarımız bu davetimize olumlu cevap verdiler, hatta diğer şehirlerden de insanlar ‘biz de Hocaefendi’nin akrabasıyız’ diyerek bu toplantıya katıldılar. Bazıları mesela, Hocaefendi’nin bir  akrabasının gelini veya  damadının torunu. Ben hep bu küçük akraba bağı üzerinden olanlar da dahil, her akrabamızla iftihar ediyorum. Şükranlarımı arz ediyorum. Çıkıp hep beraber böyle bir açıklama yaptık. 

Belki kamuoyu, belki medya ‘Ya evet, doğru söylüyor bunlar’ der zannettik. Hani tarafımızı belli etmek var ya, biz de tarafımızı belli etmek istedik ve güçlü şekilde Hocaefendi’nin yanında bulunduğumuzu onu satmayacağımızı söylemiş olduk. Çok bilerek söylemiyorum ama bazılarına ne karşılığında ne teklif ettiler hani ‘Çıkın konuşun, Hocaefendi aleyhinde şöyle böyle deyin’ diye tekliflerde bulunmuşlardır. Ama akrabalar o gün verdikleri sözde duruyorlar. Hâlâ Hocaefendi’nin arkasındalar. Bunun için hapis yattılar. Kadın, çocuk, hasta, yaşlı denmeden bu insanlar tutuklandı. Hapse atıldılar. Hâlâ, sayabildiğim, uzak-yakın 70 kadar akraba hapishanelerde. Yatıp çıkanları sayacak olursak 100’den fazla akraba olmuştur.

Dediğim gibi bu insanlar arasında yaşlı insanlarımız da var. Mesela 80 yaşında yürümekte zorlanan M.T amcayı – ki kendisi halamın dünürü – hiçbir suçu olmamasına, yaşına ve hastalığına bakmadan hapse attılar. Ve en son, neredeyse tamamen yürüyemeyecek hâle gelince, serbest bıraktılar. Ama hiç birisi yaşadıkları eziyetlerden dolayı akraba hukukundan vazgeçmedi. 

Röportajın İngilizce orjinali
<< Önceki Haber ‘Gülen ailesinden 80 kişi hapiste’ Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER