1978 veya 1979 senesinde Arap dünyasından bir profesör İzmir’de Bozyaka Yurduna ziyarete gelmişti. İmam Hatip Okuluna hazırlık sınıflarını gördü çok beğendi. “Ben El-Müctema dergisinde yazı yazıyorum. Kuveyt’teki zengin Müslümanlar beni çok sever. İhtiyaç duyulunca eğitim faaliyetlerine yardımda bulunurlar. Eğer müsaade ederseniz, ben bu yurda bir lisan laboratuvarı kurdurayım.” dedi. Hocaefendi, kendisine teşekkür etti, sonra da “Biz dışarıdan bir şey kabul etmiyoruz.” dedi. Ben kendi kendime, bir eğitim yuvasına yapılacak bir lisan laboratuvarı bağışının ne mahzuru olabilir ki, diye düşündüm.
1980 yılı başlarıydı… Salih Özcan Ağabey hizmeti o zamandaki Suud Melikine anlatmış. Melik de, Hocaefendiyi davet etmiş. “Haccı beraber yaparız. Hem de Râbıta teşkilatının yönetim kuruluna alırız.” demiş. Hocaefendi bunu duyunca “Bu davetiyeyi hemen Salih Özcan Ağabeye ulaştırın, kabul edemeyeceğini bildirsin… Bunu yapmazsanız Türkiye’yi terk ederim!..” dedi. Onun için geri çevrildi. O zaman ben hocaefendinin bu tavır ve telaşı karşısında yine hayret etmiştim…
1998’in sonları veya 1999’un başı idi bir gün beraber Amerika’nın İstanbul konsolosu ile beraber görüştük. Aslında kalabalık bir grup içinde görüşme cereyan etti… Mesele daha çok 28 Şubatçıların iddiaları üzerinde dönüp duruyordu. Yani Hizmetin tarikat olduğu söylenmiş… Tarikatın ne olup ne olmadığı anlatılarak, Hizmetin bir eğitim faaliyeti olduğu ifade edildi. Bu sefer, Hizmete Araplardan para geldiği söylendi. Hocaefendi bu iddiaya önce gülümsedi sonra da “Bazıları da, Amerika’dan para geldiğini söylüyor. Siz ne veriyorsunuz?.. Biz ta baştan beri bu hususta çok hassasız; asla dışarıdan bir şey kabul etmiyoruz. Bu Hizmet, Anadolu insanın himmet ve gayretleriyle devam ediyor.” dedi. İşte o zaman 1970’li ve 1980’li yıllardaki teklif ve davetleri hatırladım. Niye kabul etmeyip reddettiğinin sebebini idrâk etti. Hatta 1980 İhtilalini yapan Kenan Evren Paşanın, Avrupa’daki Diyanet mensuplarının maaşlarının Suudî Arabistan tarafından verilmesini kabul etmesinin bile gazetelere haber olduğuna şahit olmuştuk. O zaman bunu deşifre eden Uğur Mumcu’nun büyük bir gazetecilik yaptığı söz konusu olmuş ve yılın gazetecisi seçilmişti.
Hocaefendi böyle bir yardımın söz konusu olamayacağını şu sözlerle isbat ediyordu: “Eğer zaten böyle bir şey olsaydı, bu CIA bilirdi. Mesela bir yüz dolar olsaydı, şimdi siz bunu bizim önümüze koyardınız.” Bunun üzerine gülümseyen muhatabı, “CIA her şeyi bilir diye bir şey yok. İşte bakın Kenya’daki patlamayı bilemedi. Bilseydi önlerdi.” dedi. Bunun üzerine Hocaefendi, “Ama Hizmetin Rusya’da ve Türkî Cumhuriyetlerde de eğitim faaliyetleri var. Oralara Araplardan yüz dolar gitmiş olsaydı bunu KGB bilirdi. Sizinkilerle bilgi paylaşımı açısından, size de bir aktarma olurdu. Acaba bu hususta size bir şey söylediler mi?” diye sordu. “Hayır” dedi…
Hizmet elhamdülillah bu hassasiyetini korumaya çalıştı. Büyük ölçüde buna muvaffak oldu. Onun için onunla uğraşmak beyhudedir. Ona yapılan hücumlar bir gün, bumerak gibi geri döner. Hem de bütün binaları gasbedilse bile, unutmayalım, hizmeti binalar yapmaz.
Üstad Hazretleri, zâlim bir aşiret paşasına “Seni zulümden vazgeçirmeye geldim, vaz geçmezsen, bu kılıcımla hakkından geleceğim” demişti. O da “Şu duvara astığın kılıcınla mı?” deyince “Kılıç değil, el keser!” demişti.
Hizmetleri, binalar değil; yetişmiş, ihlâslı ve adanmış ruh sahibi yiğitler yapar. Bunların ta başta zaten binaları ve maddi imkânları yoktu. Ama samimi olarak yüreklerini ortaya koyarak çıktılar ve dünyaya yayıldılar. Tırnakları bile olamayacağımız Sahabe Efendilerimize Kur’an “A’cebetküm kesretüküm” dediği gibi, demek ki, bize de “çokluk ucub” verdi.” Cenab-ı Hak bu süreçte, bizlere de merhametiyle bunu hatırlatıyor… Yani “Binalarınıza ve çokluğunuza güvenmeyin, sadece Bana güvenin!...” diyor...