Kostroma'da Üstad'ın izinden

Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih bugünkü köşesinde 'Kostroma'da Üstad'ın izinden' yazısını kaleme aldı.

SHABER3.COM

“Kaderin Çağrısı”  isimli kitabında Niyazi  Sanlı, Üstad  Bediüzzaman Hazretlerinden  şöyle bahsediyor:

 

Mecnun, Kenan iline çevirirmiş gözlerini her gece.

Ve oradaki yıldızlara bakarmış uzun uzun.

Demişler:

“Ne oldu Mecnun? Neden öyle nazarlarını diktin yıldızlara?”

Mecnun demiş ki:

“O yıldızlara benim Leyla’mın gözleri değdi…”



Biz de asrın imamının nazarlarının değdiği Kostroma’ya  (Biz  “Kosturma”   diyoruz.)  bir yolculuk yapmak istedik.

Bu hikâye, asrın göçebelerinden İrfan Karabulut’un günlüklerinden derlenmiştir. 1993 yılında Yekaterinburg’dan Kostroma’ya giden İrfan Karabulut, günlüklerinin gün yüzüne çıkmaması için uzun süre diretmiş olsa da bizi kırmadı. İrfan Bey, gencecik yaşında Kostroma’da Üstad Bedizüzzaman Said Nursi hazretlerini bizzat tanıyanlarla görüşme fırsatı elde etmiş ve burada yaşadıklarını günlüğüne aktarmıştı. Kendi ifadesiyle: “Bu yazdıklarım bir belge değildir. Sadece gördüklerimden ve hissettiklerimden ibarettir. Akıldan ziyade gönle hitap etmektedir.”

Türkiye’den binlerce kilometre uzakta eğitim hizmetlerine devam İrfan Karabulut Bey’e günlüklerini bizimle paylaştığı için teşekkür ederiz.

                                                                                                                

3 Kasım 1993

Yekaterinburg’daki mescitte oturuyoruz.

Sibirya’nın bu soğuk ve büyük eyaletinde dışarıda olmak cesaret işi. Tipi alabildiğince şiddetli. Kar pencereye vuruyor, pencerenin boşluklarından ıslık sesi çıkarıyor. Rüzgârın uğultuları eşliğinde, gelecek neslin ışık süvarilerinden birkaç Tatar gençle çay içiyoruz. Sıbgatullah Hazret içeri girdi, soğuktan cam gibi parlayan gözleri beni aradı. Selamlaştıktan sonra:

Yarın Nijni Tagil’e konferans vermeye beraber gidelim mi, dedi.

Sıbgatullah Hazret, Yekaterinburg müftüsü… Klasik bir devlet memuru değil o. Bu soğuk topraklara sıcaklık katan, ağzı dualı bir gönül insanı…

Başkırdistan’ın başkenti Ufa’da Şeyhülislamlık yani Diyanet İşleri Başkanlığı var. Bu başkanlık Tataristan, Başkırdistan, Sibirya ve Rusya Müslümanlarıyla ilgileniyor.  Zaten Tatarların ve Başkırtların yüzde atmışı Rusya’daki eyaletlere dağılmış durumda. Şeyhülislamlık bünyesine bağlı her eyalette de müftüler var. Bu müftülere “Hazret” deniliyor. İşte bizim bulunduğumuz Yekaterinburg eyaletinin müftüsü de Sıbgatullah Hazret.

Heyecanına sürekli şahit olduğum Hazret, beni Nijni Tagil konferansına davet etmişti. Gitmemek olmazdı. Hem hizmetimizi tanıtmak için iyi bir fırsat hem de ispat-ı vücut olurdu. Nijni Tagil, Sibirya’nın kuzeyine bakan bir düzlükte, geniş Tayga çam ormanlarının kıyısında kurulmuş, Yekaterinburg’a bağlı 250 bin nüfuslu güzel bir şehir.   

Hazret, Nijni Tagil’e sabah erkenden gitti, ben de öğlene doğru bir otobüse binerek yola koyuldum. Yollar karlı, dağlar buzul ve her yer çam ormanlarıyla doluydu. Yeşil ve beyazın ahenkli ve insanı tefekküre sevk eden seyrine doyum olmuyordu.

Bediüzzaman’ı Bilmemek Olur mu?

 İki saatlik bir yolculuktan sonra otobüsten indim. Hazret ve birkaç Tatar beni terminalde bekliyorlardı. Soğuğa aldırmadan kucaklaştık ve Tatar geleneklerine göre orada en yaşlı olan ellerini kaldırarak dua etti. Dua önce içimizi sonra da Nijni Tagil’i ısıttı. Hep beraber “âmin” dedik. Birazdan konferans vereceğimiz yerdeydik. Konferanstan sonra Tatar sanatçılarının konseri olduğu için birçok ünlü dâhil kalabalık bir seyirci topluluğu vardı.

Programımız çok verimli geçti; dinleyiciler can kulağıyla ve hissederek takip ettiler bizi. Dualardan, şiirlerden sonra Hazret gazetecilerin soruları olduğunu, bizimle görüşmek için beklediklerini söyledi. Evet, 93’te Sovyet Rusya daha yeni dağıldığı için henüz dış dünyayı ve Türkiye’yi iyi bilmiyorlar, tanımak istiyorlardı. Onun için nereye gitsek aşırı bir teveccüh görüyorduk. Hazret’le birlikte konferans verdiğimiz kültür merkezinin lobisine geçtik. Lobide birçok gazeteci vardı. Açıkçası bu kadarını beklemiyordum.

Kostromskaya Pravda gazetesinin muhabiri kitabın orta yerinden girdi:

Said Nursi?... Herhalde onu Türkiye’den tanıyorsunuzdur, dedi.

Birden ürperdim! Böyle bir soruyu bekliyordum, desem yalan olur. Kısa bir şaşkınlıktan sonra kendimi topladım. O kutsi dava adamı Bediüzzaman’ı Risale-i Nurların müellifini bilmemek olur muydu? Yine de anlayamamıştım sorunun sorulma amacını.

Nasıl olur, dedim. Bildiğim kadarıyla kendisi buralarda bulunmamış?!

Gazeteci kendinden emin bir şekilde:

Said Nursi’nin Kostroma eyaletindeki esaretini hatırlarsanız… İşte o, Kostroma’ya götürülmeden önce Nijni Tagil dediğimiz bu bölgede kurulan kampta tam iki hafta kalmıştır. İsterseniz arşivlere bakabilirsiniz, dedi.

O arada Sıbgatullah Hazret, otobüsümüzün kalkmak üzere olduğunu ve acele etmemiz gerektiğini kulağıma fısıldadı. İçimde o gazetecinin söyledikleri, otobüsün buz tutmuş camına başımı yasladım. Alnım üşüse de içimi kavurucu bir ateş basmıştı. Ah üstadım... “Neredesin?” diye sayıklıyordum!
Sanki Kostroma’da idim. Üstad’la Volga’nın şırıltılarını dinliyor, oraya gitme arzusuyla içim yanıp yanıp tutuşuyordu.
<< Önceki Haber Kostroma'da Üstad'ın izinden Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER